Hayat Yolculuğunda UNUTAMADIĞIM KARELER -20-
YAZAR : Mehmet MENCET
Daima içinde bulunduğumuz, yokluğunu görmediğimiz nimetlerin, maalesef kıymetini bilmekte çok zorlanıyoruz.
Hava ve su… Bunlar hayatî nimetler… Fakat Cenâb-ı Hak bunları öyle bol veriyor ki bize, «Ya olmasaydı ne yapardık?!» yahut «Ya elimizden giderse ne yaparız?» diye tefekküründen bile âciz düşüyoruz.
Hele mânevî nimetler…
Mü’miniz, en yüce peygamberin ümmetiyiz. Kur’ân ile müşerref olmuşuz. Bu nimetlerin içinde doğduğumuz için yokluklarının fecaatini düşünmüyor, bu nimetin devamı için kâfi miktarda şükretmiyoruz.
Yıllar önce, hapishanede vazifeli sosyolog arkadaşın ailesinden telefonla bir haber geldi:
“Çok zor durumda olan Romanyalı bir ablamız var. Tanıştık, briketle yapılmış bir dükkânda hayatını sürdürmeye çalışıyor. Betonun üzerinde yatıyor. Çok sıkıntılı bir hayatı var. Maddî ve mânevî desteğe ihtiyacı var.”
Eşim;
“Îmânı yüzünden sıkıntıda olan insana, yardım etmek vazifemizdir, hemen gidelim!” dedi. Hemen yardıma koştuk.
Bir mobilya mağazasına gittim ve bir kanepe alabildim. Mağaza sorumlusu mevzuyu öğrenince;
“–Ben de gelebilir miyim?” dedi.
Ben de;
“–Tabiî!” dedim. Beraber gittik. Manzarayı görünce hemen kanepeyi iki yaptı, benden aldığı parayı da Romanyalı hanıma verdi. Mağaza sorumlusu Konya’dan bir hayır müessesesini aradı. Çocuklar için kıyafet ve okul malzemeleri istedi.
Daha sonra bu Romanyalı hanımın hayat hikâyesini dinledik. İsminin Hatice olduğunu öğrendiğimiz bu insan, sınırda vazifeliyken oradan geçen mübârek bir insan, kendisine;
“–Kızım sende îman nûru görüyorum, müslüman ol!” demiş.
Hatice Hanım;
“–Müslümanlık ne, beni aydınlatır mısın?” deyince, o;
“–İslâmiyet hak ve son dindir. Peygamberi Hazret-i Muhammed’dir.” cevabını vermiş. Ayrıca Romanya’da çalışan Türklerden bilgi alabileceğini söylemiş.
Hatice Hanım; maalesef kötü niyetli insanlarla da tanışmış. Sonunda karşılaştığı bir kişi, Türkiye’de evli ve çocukları olduğunu söylemeden;
“Benimle evlen, Türkiye’ye gidelim.” demiş. O da kabul etmiş.
Müslüman olup Hatice adını aldıktan sonra; büyük bir hızla İslâmiyet’i incelemiş, hattâ imamlarla tartışacak kadar bilgi sahibi olmuş.
Hatice Hanım; doğu ülkelerinde mevcut olan eğitim sistemine göre, yüksek hemşire ile doktor arasında bulunan bir eğitim sahibiydi. Kocası uzun süre; Türk vatandaşı olması hususunda bir çaba göstermemiş. Bu arada bu evlilikten bir oğlu ve bir kızı olmuş. Çok zor şartlarda hayatını sürdürmeye çalışmış, hattâ o sıralarda seralarda çok az bir ücret karşılığı geçimini temin etmiş.
Bir gün sera sahibi, hanımını dövmüş, kadıncağız da bir hayli üzülmüş ve boşanmaya karar vermiş. Ancak Hatice Hanım;
“Kelime-i tevhid bu sıkıntıyı çekmeye değmez mi, sabret!” diyerek teselli etmiş. Dertlere ve kederlere bakış açısı buydu.
Uzun yıllar Hatice Hanım ile irtibatımız devam etti. Kocası, eski hanımından boşandı. Hatice Hanım ile resmî nikâh kıydı. Hatice Hanım, Türk vatandaşı oldu. Kızı, evlendi. Torun sahibi oldu. Çektiği sıkıntılardan -sadece kelime-i tevhid hatırına- hiçbir zaman şikâyet etmedi.
Müslüman oldu diye Romanya’daki akrabaları kendisini dışlamışlar. O ise hiç üzülmeden; ezan, Kur’ân ve îman nimetinden dolayı bütün sıkıntılara ve dertlere göğüs gerdi.
Bizlere ne güzel örnek…
Hidâyeti bizim gibi bedavadan değil, sonradan gayretlerle bulan bir başka misal:
Merhum kardeşim, yanında kayınpederi olan yatalak dayım ile Alanya’da sıkıntılarla hayatını sürdürüyordu.
Bir gün yeğenim İlker bir grup İngiliz vatandaşıyla karşılaşmış ve onlar adres sorunca o da İngilizcesi ile yardımcı olmuş. Onlar para vermeye kalkışınca yeğenim İlker;
“–Benim yaptığım bu iş parayla olmaz, ben insanlık vazifemi yaptım.” demiş.
Bu turist grubunun içinden bir hanım;
“–Ben Uzak Doğu’da Budizm’i inceledim bir de İslâmiyet’i öğrenmek istiyorum, bunun için evinize gelebilir miyim?” deyince, yeğenim;
“–Annem sevinir, bu tür dostluklardan memnun olur.” demiş.
Eve gelince bu hanım, hasta yatan dayımı görmüş. Orada nasıl bir tecellî olduysa, bu hanım müslüman oldu, adı Melek oldu ve hayatını yatalak dayımın bakımına adadı. Vefat edinceye kadar onun bakımını üstlendi, ancak dayım Hakk’ın rahmetine kavuşunca memleketine döndü.
İngiltere’den özel bezler getirerek, yatalak olan dayımın uzun süre yatmasından dolayı vücudunda meydana gelen yaraların oluşmamasını sağlardı.
Uzun süre dayıma hizmet ettiği için bir gün ben de Alanya’ya gittim ve Melek Hanım’ı ziyaret ettim. Biz gelmişken Alanya’yı gezecektik, onu gezdirmek istedim. O ise;
“–Fazlı’nın (dayım) ilâç saati var o yüzden gelemem.” dedi. Biz dolaşıp geldik. Allâh’ı zikrederek evin temizliğini yapıyordu. Kendi kendime;
“–Bir Melek’e bak, bir de kendine bak!” dedim.
Melek Hanım, büyüklerimizi de ziyaret etti. Çok etkilendi. Onlar da onun gönlünü aldılar, hediyeler verdiler.
“İnsanlar, bir insanın bütün hayatının bir kitapla değişeceğinin farkında değiller.” der el-Hâc Mâlik el-Şahbaz. Yani kendisi de bir mühtedî olan Malcolm X…
Kur’ân’ın ilk emri;
“Oku!”dur. Onu okuyarak gerçek bir müslüman olmamız söz konusu olabilir, fiillerimizi onun ışığında oluşturmamız gerekir. Sırtımızı Kur’ân’a yaslayıp, yüzümüzü Allâh’a dönmemiz ve bu hayat yolculuğunda ibâdetlerimiz ile dimdik yürümemiz gerçek bir müslüman fiilidir. Kur’ân’ı anladığımızda, onunla bütünleştiğimizde, hayatımızı onun vasıtasıyla temellendirdiğimizde işte o zaman gerçek müslüman olmanın şerefine nâil olacağız, işte o zaman hayatımız bütünüyle değişecek.
Yukarıda hikâyelerini anlattığım; «hayatları bütünüyle değişen» iki hanımın hikâyesi gibi, başkalarının da gerçeği görmesi ve karanlıktan uyanması ümidiyle, şu güzel sözlerle bitirelim:
Hayat Kur’ân’ın mütemmim cüz’üdür, bu yolda yürümek, doğru yolun bu olduğuna kānî olmak aslî ibâdetimizdir.
Sabahı mahşere dayanan ölüm gecesi, herkesin müstakbel âkıbetidir. Varoluşumuz, insan olarak dünyaya gelmemiz, tamamen Cenâb-ı Hakk’ın lutfu; müslüman olarak dünyaya gelmiş olmamız sonsuz bir lütuf.
İnsan daima kıyâmet endişesi taşır. Yolculuğunda bilhassa; «Ebedî mekânım nerede olacak? Âkıbetim nasıl olacak?» diye endişelenir, bu endişe îmânın icabıdır.
Dünya nimeti olarak İslâm sana kâfîdir, ibret olarak da ölüm sana kâfîdir.
Îman, hem dünya hem ölüm hem de ebediyet ülkelerini nurlandıran bir hakikat güneşidir. Îman, ilâhî huzûra kabul vesikasıdır. Ebedî saâdete giriş davetiyesidir. Îman; Allah sevgisinden başka her muhabbetin, her çeşit bilginin ilgā ve iflâs fermanıdır.