Abluka – Boykot – Tecrîd -3-

YAZAR : Âdem SARAÇ vardisarac@yahoo.com.tr

adem_sarac_yuzakidergisi_temmuz2016

Ölüm vadisi, ölüm kusuyordu…

Şı‘b mevkiinde açık hava mahkûmları, hayatta kalma mücadelesi veriyorlardı! Her şey bitme noktasına gelmişti! Ama her şeye rağmen, ayakta durmanın çabası içindeydiler.

Birkaç gün, birkaç hafta, birkaç ay değil; üç yıl sürmüştü bu dayanılmaz işkence!

Bu süre içinde; «Bıktım!» diyen olmadı hiç!

«Bunaldım!» diyen de olmadı! «Yeter artık, strese girdim!» diyen, hiç olmadı!

Sivri dikenlerin kuşatması altında bile, sabır gülistanından gül devşirdiler!

Abluka ile kuşatma altına alınmışlardı. Aklımıza gelecek gelmeyecek her türlü boykot en acımasız yönüyle yürürlükteydi! Tabir yerindeyse; değil yaşamalarına, nefes almalarına bile müsaade etmeyecek kadar, dayanılmaz bir dayatmaydı bu!

Çarşı-pazara çıkıp alışveriş yapmalarına müsaade edilmiyordu! Dükkânlarına gidip ticaretlerine izin verilmiyordu! Başka şehirlere gidip oralardan bir şeyler alıp satmalarına da göz yumulmuyordu!

Müslümanların tek seçenekleri vardı! Peygamberimiz -aleyhisselâm-’ı müşriklere teslim edeceklerdi! Nasipsiz müşrikler de Rasûlullah -aleyhisselâm-’ı öldürecekler ve bu iş bitecekti! Başka bir seçenek yoktu!

Yeme, içme, barınma, üst-baş giyinme, elbise değişme gibi, olmazsa olmazlara pek fazla dayanamazlar; mecburen teslim ederler diye düşünüyorlardı! Ama üç sene dolmak üzere olduğu hâlde, bir tek kişi bile böyle bir saplantıya düşmemişti! Hâin müşrikler çileden çıksalar da, abluka çemberi içinde ölüm kalıp savaşı veriliyordu!

Hac mevsimi geldiğinde, Mekke dışından çok insan geliyordu. Şı‘b mevkii de, Kâbe’ye pek uzak olmadığından, ablukadakiler herkes tarafında görülüyorlardı. Mekke müşrikleri; dışarıdan gelenlerin bu elîm olayı öğrenmemeleri için, hac mevsiminde biraz daha toleranslı davranıyorlardı. Yani abluka yokmuş gibi hareket ediyorlardı.

Bunu fırsat bilen müslümanlar da hac mevsiminde çarşı-pazara çıkıp alışveriş yapmaya, önemli ihtiyaçlarını karşılamaya çalışıyorlardı. Fakat bu da öyle kolay olmuyordu. Mekke müşrik toplumu, devlet seviyesinde hâin bir çalışma yürütüyordu.

Rasûlullah -aleyhisselâm-’ın öz amcası olduğu hâlde, kendi kabîlesini bile hiçe sayan şer odağı Ebû Leheb başta olmak üzere; müşrik liderleri gelen her kervanı karşılıyorlar, kendilerince gerekli tâlimatları da veriyorlardı:

–Ey tüccar topluluğu!

–Buyur ey Mekke’nin önde geleni!

–Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ve ashâbını tanıyor musunuz?

–O’nu ve ashâbını tanımayan mı var?

–Onlara sakın hiçbir şey satmayın!

–Neden?

–Onlarla aramızda çok büyük şeyler var da ondan!

–Biz tüccarız, kim parasını verip mal isterse ona satarız!

–Eğer onlara bir şey satarsanız, size burada pazar hakkı vermeyiz!

–Pazar hakkı vermeyince nasıl alışveriş yapacağız?

–Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ve ashâbına bir şey satmazsanız, size pazar hakkı veririz!

–Gelip satın almak isterlerse ne yapacağız peki?

–Onlara fiyatları öyle yükseltiniz ki, hiçbir şey alamasınlar!

–Fiyatları o kadar yükseltirsek bir şey satamayız ki!

–Sadece onlara yükselteceksiniz!

–Sonra mallarımız elimizde kalırsa ne olacak?

–Siz benim ne kadar zengin biri olduğumu biliyorsunuz.

–Evet, sen Kureyş’in en zenginlerinden birisisin!

–Kureyş’in en zenginlerinden biri olarak size söz veriyorum. Satamadığınız malları bizzat ben alacağım! Yeter ki Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ve ashâbına hiçbir şey satmayın!

–Anlaştık öyleyse!

Mekke’de en sefil insanlara kadar herkese alışveriş serbestti, ama Peygamberimiz -aleyhisselâm- ve ashâbı için, her şey yasaktı!

Nasipsiz müşrikler; kendi aralarında istedikleri kervanlardan istedikleri kadar malı çok uygun fiyata alıyor, yine en kârlı bir şekilde satış yapıyorlardı! Ama bir müslüman gelse, ona öyle fiyat söyleniyordu ki, en küçük bir şeyi bile alması mümkün olmuyordu!

Sadece bir hac mevsiminde değil, her yıl hac mevsiminde böyle yapmışlardı. Dışarıdan gelenler, Mekke’nin iç meselelerini bilmesinler diye; hac mevsiminde abluka yokmuş gibi davranıyorlar, mevsim geçince de yine aynı baskıyı uyguluyorlardı.

Hanımlar ve Anneler Sultanı Hazret-i Hatice-i Tâhire-i Tâcire Annemiz başta olmak üzere, Hazret-i Ebûbekir, Hazret-i Osman, Hazret-i Abdurrahman bin Avf gibi önde gelen zengin sahâbîler; bu zor dönemde bütün servetlerini müslüman kardeşlerine harcamışlardı.

Şı‘b mevkiinde yiyecek hiçbir şey yoktu! Ne ağaç kalmıştı, ne de kökler! Kuru bir yaprak bile kalmamıştı!

Giyim kuşamda da aynı durumdaydılar! Üst başlarını değiştirecek, kirlenenleri yıkayacak bir durumda değillerdi!

Çoğu açıktaydı. Barınacakları bir çatı altı yoktu! Çok az kişi, ancak derme çatma evlere sıkışmışlardı!

Abluka-boykot-tecrîd, müslümanları bitip tüketmişti! Bütün bunlara rağmen bir kişi bile kalkıp isyan edecek bir hareket yapmamıştı!

Hiçbir zorluk onları yıldıramamıştı! Kur’ân ile daha bir iç içe olmuşlardı! Peygamber Efendimiz’e daha bir sıkı bağlanmışlardı!

-Sallâllâhu aleyhi ve sellem…-

_________________________

1 İbn-i Sa‘d, et-Tabakâtü’l-Kübrâ, c. 1, s. 188.
2 İbn-i Hazm, Cevâmiu’s-Sîre, s. 64-65.
3 Süheylî, er-Ravdu’l-Unuf fî Şerhi’s-Sîretü’n-Nebeviyye li’bni Hişâm, c. 3, s. 354-355.
4 Halebî, İnsânü’l-Uyûn, c. 2, s. 25-26.
5 Yâkûbî, Târîhu’l-Ya‘kûbî, c. 2, 31.