Altyapı Yok!
YAZAR : M. Ali EŞMELİ seyri@seyri.com seyri@yuzaki.com
Nesillerin yetişmesi bahsinde eğitim değerlendirmeleri en çok şu noktada yoğunlaştı:
‒Altyapı yok!
İlim ve irfan bahsinde aynı teşhis:
‒Altyapı yok!
Liyâkat ve ehliyet bahsinde aynı vurgu:
‒Altyapı yok!
Tecrübe ve ustalık bahsinde aynı tespit:
‒Altyapı yok!
Şahsiyet ve karakter bahsinde de aynı şikâyet:
‒Altyapı yok!
Büyük hedef ve gayeler bahsinde de aynı cümle:
‒Altyapı yok!
Kısacası;
Karşılaşılan ağır mes’ûliyetler, vazifeler ve yapılması gereken nice işler, insanın üstüne üstüne geldikçe sığınılan en kolay ve -güya- çok mantıklı bir liman olarak kullanılıyor bu tespit:
‒Altyapı yok!
Bu tespit, kimisi için bir kaçış bahanesi, kimisi için şikâyet sebebi, kimisi için de tembellik gerekçesi. Çoğu kimsenin içine düştüğü bir tuzak.
Lâkin;
Bu vurguyu, kendi medeniyetinin altyapı mimarları olan kimseler de kullanmaya başlayınca eğitim bülbülü feryat etti:
“‒Ey dostlar!
Ey medeniyetimizin altyapı mimarları!
Siz de;
Yapamadıklarınızı ve yapmadıklarınızı, tutup da sizden başkalarının sizin için iyi bir altyapı oluşturup oluşturmadığına bağlarsanız, eyvah o zaman!
Şikâyetler hiç bitmez.
Çünkü;
Kendinizi mes’ûliyet bâbında devre dışı bırakıp da başkasına yüklediğiniz iş, artık ortada kalacak ve yapılmayacak bir iş vaziyetindedir.
Bir de;
Sizde bunu görenler, altyapı bahsinde, kesinlikle sizden de beter bir yaklaşım içinde olurlar.
Zaten;
İnsanın sızlanmaları durmak bilmez.
Hele;
Tembel kimse; bütün suçu, daima başkasına yıkar.
Bu yüzden;
«Altyapı yok!» ifadesi, çok sancılı bir beyan.
Her gün şahidiz:
İlkokuldaki eğitimci, anne babayı suçluyor:
–Aileden bir şey almamış bu çocuk!
Ortaokuldaki eğitimci de, ilkokulu suçluyor:
–İlkokuldan boş gelmiş, yapacak bir şey yok!
Lisedeki eğitimci de, ortaokulu suçluyor:
–Ortaokul döneminde oldukça yetersiz bir eğitim almış.
Üniversitedeki eğitimci ise, liseyi suçluyor:
–Liseden bize çok yavan geldi. Altyapı nerdeyse hiç yok. Ne yapalım, bu durumda üstüne bir şey koymak mümkün olmuyor. Üstlüne üstlük, zamane çocukları özgürlüğü de çok seviyor bu dönemde. Bu yüzden gerekli ayarları yapmak imkânsız. Nasıl olsun ki; yaşı geçmiş, iyice kartlaşmış bir noktada oluyorlar.
Daha neler neler söyleniyor, akla ziyan!
Maalesef;
Bilgisayarların cehalet tuşları yazıyor, gaflet okuyuşları sürüp gidiyor. Sonunda hep gül gibi evlâtlara olan oluyor. Gencecik dimağlara olan oluyor. Fatih bilekli ve Akşemseddin yürekli yetişmesi gereken nesillere olan oluyor.
Ey artık mürekkepsiz yetişenler!
Bırakın dış dünyadan esen boş masalları artık! Yabancı iklimlerden gelen boş lâkırdıları çöpe atın!
Bırakın; «Altyapı yok!» palavralarını!
Eğer;
Altyapı yoksa, onu var hâle getirmek, en birinci vazifemiz.
Kaldı ki;
En kötü talebe bile, yine bir altyapıya sahip.
Şu gerçeği hiç unutmamalı:
Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, öyle bir ortamda geldi ki, hiç kimsede en küçük bir altyapı yoktu. Üstelik Efendimiz’in eğitmesi gereken muhataplarının yaş nisbetleri, tâ ufacıktan başlıyor, tâ en kart seviyedekileri de içine alıyordu. Buna rağmen O, hiçbir zaman;
«–Yâ Rabbi, şu Ebû Cehil’le yol almak ne mümkün! Adamda altyapı nâmına hiçbir şey yok!» demedi.
O îman mimarı;
«–Ebû Leheb’e tebliğ mi olurmuş? Adam zerre kadar ilgili değil. Tam aksine, vahy-i ilâhî’den bir tek kelime duymaya bile tahammülü yok.» demedi.
O hidâyet mimarı;
«–Ya şu Ömer! Beni öldürmek için fırsat kollayan bir adam! Ona lâf anlatmak ne mümkün!» demedi.
O asr-ı saâdet mimarı;
«–Yahu şu yaşı geçmiş, kart insanların beynine girer mi bu incelik dolu dîn-i mübin? Ne anlar yaşlılar bu derinlikten ve incelikten?» demedi.
O fetihler ve zaferler mimarı;
«‒Olmaz bu! Yaşlıların bile anlamadığı gerçeklerden, şu toy çocuklar ne anlar? Bu ağırbaşlı meseleleri ne anlar, kanı deli vaziyetteki şımarık gençler?» demedi.
O tevhid ve istikamet mimarı;
«‒Şu putlardan başka inanç altyapısı olmayanlara tevhid mi anlatılır?» demedi.
O şahsiyet ve karakter mimarı;
«‒Ortalık yığınla sahtekâr ve münâfık dolu. Yığınla yalancı, kuşatmış meydanı. Bunca mendebur kötülük, makbul bir iyilik doğurur mu hiç? » demedi.
O merhamet ve şefkat mimarı;
«‒İflâh olmaz zalimlere, azıcık da olsa acımak diye bir aşı yapılabilir mi hiç? İmkânsız, imkânsız!» demedi.
O aile ve toplumun yegâne mimarı;
«‒En küçük darbede yıkılıp harabe olan yapıların enkaz ve molozları ile yepyeni ve yıkılmaz âbideler mi inşa edilirmiş?» demedi.
O en ihtişamlı kulluğun mimarı;
«‒Bir kere bile secde eğitimi almamış tomruk gibi eğilmez gövdeler, nasıl rükû edecek?» demedi.
O iki dünyayı da inşâ edişin yegâne mimarı;
«‒Âhireti de dünyayı da umursamayan beyinsizlere idrak ettirilebilecek hiçbir şey yoktur!» demedi.
O;
Her türlü muhatap için; «Bismillâh!» dedi.
Kimde ne noksansa onu ikmâl için; «Bismillâh!» dedi.
Her yaş grubuna aynı hakikati talim için; «Bismillâh!» dedi.
En imkânsız ruhların kapısından içeri doğru; «Bismillâh!» dedi.
O besmele ile;
Neler neler yetişti. Ne olmaz sanılan işler, olur oldu. Nice imkânsız şeyler, mümkün oldu.
Dolayısıyla ey dostlar!
Eğitim meselesinde altyapı; muhataplarda değil, onu inşâ edecek kimsede aranması gereken bir hakikattir. Eğer mimarın altyapısı sağlamsa, o; binasını en dik yamaçta da yapar, en derin suyun üstünde de. Devâsâ alevleri, gülistana döndürür; enkazları da saray hâline getirir.
Bu bakımdan;
Kim; «altyapı yok»luğundan dem vuruyorsa, bu durum onun kendi şahsına ait bir ârızadır. Yani altyapı, asıl onda yoktur. Kendinde olmayanı başkasına veremeyeceğinden dolayı, o da bu hakikati gizleyerek, durmadan muhataplarına yüklemeye çalışır bu yokluğu.
Lâkin ey yârenler!
Asla yere batan virüslü felsefeleri değil, insanoğlunu göklere çıkartan şifâlı hikmetleri okumak, ama doğru okumak gerek!
Peygamber kıssalarında şahidiz:
Firavun’un Hazret-i Musa’ya îmân eden sihirbazlarına Cenâb-ı Hakk’ın yaptığı ağır bir hidâyet imtihanının herhangi bir altyapısı var mıydı? Herhangi bir ön hazırlık devresi yaşamışlar mıydı onlar?
Hazret-i İsmail de küçücük bir çocuktu. Kurban edilmesine boyun büktü. Onda o çocuk yaşta can verme imtihanının daha önceden oluşturulmuş bir altyapısı var mıydı? Yaşı kendi iradesiyle bıçak altına yatmaya müsait miydi?
Yine, küçücük Hazret-i Yusuf’ta, kuyuya atılmasının altyapısı var mıydı? Ya köle olarak satılmasının? Ya zindana atılmasının?
Hâsılı bütün mesele;
Mes’ûliyetleri kavramak, imtihanların seyrini idrak etmek ve ebedî neticeye gerektiğince hazırlık.
Yani ey dostlar!
Nasıl bir vaziyet olursa olsun herkes ve her hususta yegâne düsturumuz;
«‒Altyapı yok!» diyerek mes’ûliyetlerimize karşı muâfiyet duygusuna kapılmak değil,
«‒Vazife çok!» diyerek kesintisiz bir gayret kaygısına sarılmaktır.
Yâ Rab!
Nasîb eyle!
Âmîn!..