RÛHUN BAHARINDA
YAZAR : M. Ali EŞMELİ seyri@seyri.com seyri@yuzaki.com
Buyruğun tut Rahmân’ın
Tevhîde gel tevhîde!
Tazelensin îmânın
Tevhîde gel tevhîde!
Bir yanda zulüm çılgınlıkları ve çığlıkları, bir yanda mazlum feryatları!
İmdat diyor dünya.
İmdat diyor zayıflar, güçsüzler, masumlar ve mağdurlar.
İmdat diyor âcizler!
İmdat diyor nâmahremin çiğnediği mâbedler.
İmdat diyor bombalanan kundaklar ve tabutlar.
İmdat diyor ezilen karıncalar, kuzular.
İmdat diyor kül edilen yerler, yürekler,
İmdat diyor yağmalanıp yok edilen maddî ve mânevî semereler.
İmdat diyor harabeler, enkazlar ve çadırlar.
İmdat diyor târumâr edilen bahçeler ve yeşeremeyen çöller,
İmdat diyor kana bulanan akarsular ve petrol.
Daha nice imdatlar yükseliyor evlerden, sokaklardan, İslâm coğrafyasından, sayısız vîrânelerden.
İmdatlar yükseliyor yanı başımızdan, içimizden, komşularımızdan, kardeşlerimizden.
Tarihî bir acı tablo bu.
Bilgiç cehâletin oluşturduğu hazin bir tablo.
Rûhun baharında yaşanan yaprak dökümü.
Tevhid zayıflayınca, hortlayan düşmanın paramparça etme hamleleri.
Ruhlar baharını kaybediyor.Ruhların baharı; maalesef rezil şenaatler, cinayetler ve katliâmlar yapan bilgili ve kasıtlı cehâletin hücumu altında berbat bir kâbusa dönüyor.
Sırf; tevhidin, yani Hakk’ın iradesinde ve dünya çapında bir İslâm kardeşliği, îman birliği ve beraberliğinin zayıflaması sebebiyle.
Bu bakımdan yine;
Rûhun baharı, Hazret-i Peygamber’in tesis ettiği gerçek kardeşliğe ve beraberliğe muhtaç.
Yoksa rahmet olan demler, âfet dolu mâtemler.
Ne yapmak gerek?
Dünya kargaşa ve karmaşa içinde lâkin yapılacak olan gayet bariz.
Çünkü;
İnsan ve îman rûhunun baharı; ancak şu ölümsüz düstura, mutlaka şu yegâne ölçüye, elbette şu mutlak iradeye, kesinlikle şu ilâhî çareye, hiç şüphesiz şu alternatifsiz şuura ve illâ şu ebedî dermana, yani sadece şu nebevî ilâca bağlı:
“Mü’minler;
•Birbirlerini sevmekte,
•Birbirlerine acımakta ve
•Birbirlerini korumakta;
•Bir vücut gibidirler.
Vücudun;
◆Bir uzvu hasta olduğu zaman,
◆Diğer uzuvlar da,
◆Uykusuzluğa ve
◆Ateşli hastalığa tutulurlar.” (Buhârî, Edeb, 27)
İnsanlığın, hayvanâtın ve nebâtâtın asırlar öncesindeki imdat çığlıkları, işte, gönüllerin bu kardeşlik eğitimi ile dindirildi. Muhabbet ve merhametin huzuru, çorak çölleri gülistana çevirdi.
Bu peygamber eğitiminden önce;
Tıpkı bugünkü gibi dünyaya ve insanlığa devr-i cehâlet hâkimdi. Medeniyetlere ve kültürlere de devr-i cehâlet baskındı. Kuvvete ve imkânlara, taşa ve toprağa devr-i cehâlet sahipti. Kundakların ve tabutların zorbasıydı devr-i cehâlet. Kedilerin, kuzuların, ağaçların, âcizlerin timsahıydı devr-i cehâlet.
Bilgili de olsa cehâlete ait olan insanlar, en rezil şekliyle akıl almaz derecede cânî ve canavar hislere mağlûptu.
Kardeşler arasında bile düşmanlık, her türlü âfetten beterdi. Ruhların gerçek baharı nedir, bilinmiyordu. Doğuşta insana verilen her fazîlet, daha tam yeşeremeden yapraklarını döküyordu. Merhamet ise, dimağlarda doğmadan ölüyordu.
Yüce Allah insanlığa acıdı, kerem kıldı ve Hazret-i Peygamber’i gönderdi.
Hazret-i Peygamber de beşeriyeti tevhid ile yoğurdu. Nebevî derman ile kalpleri te’lif eyledi.
Gözleri görenler, O’nun huzûrunda gerçek birer mü’min oldular.
O gerçek mü’minler;
•Birbirlerini sevdiler,
•Birbirlerine acıdılar, merhametle muamele ettiler.
•Birbirlerine kalkan oldular, korudular, muhafaza ettiler.
Yani; Peygamber terbiyesi neticesinde tek bir vücut oldular.
O vücutta;
Bir uzuv hastalansa, bütün uzuvlar elbirliği içinde onu paylaştı ve gerçek bir sıhhat, hep birlikte yaşandı.
Cehennem gibi davranışlar, bu düsturla rahmet ve cennet misali bir berekete ve olgunluğa kavuştu.
Düşmanlıklar, bu düsturla dostluğun en güzeline nâil oldu.
Ruhların ve gönüllerin bahar mevsimi bu oldu.
İslâm kardeşliği, bütün kıt’aları rahmet ve hidâyetle kuşatan muazzam bir çınar hâline geldi.
Devr-i cehâlette her türlü terör vardı, asr-ı saâdette ise onun kökü kazındı ve adâlet, huzur, ve fazîlet başköşede yer aldı.
Asırlarca;
Bütün insanlığa en güzel şefkat ve merhamet meyveleri dağıtıldı.
O tevhid ve kardeşlik çınarının engin ve emin kanatları altında tarih boyu emsalsiz fetihler yaşandı. Ülkeler İslâm oldu. Yıkılmaz bir dirâyet içinde fetih sancakları her yanda şan ve şerefle dalgalandı.
Devâsâ haçlı orduları da, onun karşısında daima hezimete uğradı. Zulüm değil adâlet kazandı. Zorbalar değil, masumlar kazandı. Kötüler değil, sâlih kullar kazandı.
Bunun üzerine;
Bu muhteşem kardeşlik medeniyetinin hasımları, hücumlarında strateji değiştirdiler, hedef değişikliğine gittiler.
İki yüz yıldır çok plânlı ve programlı şekilde;
Birbirimize olan sevgimize saldırdılar. Birbirimize olan merhametimize saldırdılar. Birbirimize olan muhafaza edici yönümüze saldırdılar. Tek vücut oluşumuza saldırdılar.
Yani; kardeşliğimize saldırdılar. Aramızda gezerek. Dostça. Neredeyse hiç fark ettirmeden.
Bir sürü virüs şahıs, koca İslâm coğrafyasına yayıldı. Her biri çok iyi eğitimli ve müslümandan daha malûmatlı tipler, îmanlı beyinlerde cirit atmaya başladı.
Ellerinde;
Kardeşe karşı muhabbeti öldürüp düşmanı sevdiren zehirler.
Kardeşe karşı şefkat ve merhameti yok edip hasımları kucaklatan mikroplar.
Doktor elbiseleri giydiler ve bunları yıllarca müslümanlara şırınga ettiler.
Koca Osmanlı mülkü darmadağın oldu.
Kollar; “Bana ne beyinden!” dedi, olan oldu.
Beyin; “Bana ne gövdeden!” dedi, olan oldu.
Kalpler; “Bana ne göğüsten!” dedi, olan oldu.
Ağrılar birbirini hissetmedi.Mikrobu görmeyenler, birbirini itham etti. Şeytanı ve düşmanı fark etmeyenler, dostu suçladı.
Olan oldu.
Mâbedlerimizin göğsüne üç kıt’ada nâmahrem eller değdi. Asr-ı saâdetle dirilen insanlık rûhunun baharı, yine hâk ile yeksân oldu.
Yine devr-i cehâlet baskın hâle geldi. Yine dünyanın her köşesi, imdat çığlıklarıyla doldu.
İmdi; yine Hazret-i Peygamber’in reçetesine sarılma zamanı. Kalleşlik değil, kardeşlik zamanı. Küffâra yarayacak yaklaşımlarla değil, Peygamber terbiyesindeki ölçüyle gerçek bir kardeşlik zamanı.
İçinde;
• Kin, nefret, haset ve öfke değil sevgi ve muhabbet olan,
• Gaddarlık ve saldırganlık değil, şefkat ve merhamet olan,
• İtham ve katliâm değil, kucak açmak ve muhafaza etmek olan bir kardeşlik.
Ne mutlu bu şekilde kardeş olabilenlere!
Ne mutlu ruhlara gerçek baharı yaşatacak bir tevhid beraberliği sergileyebilenlere!
Yâ Rab!
Nasîb et!
Âmîn!..