MUHABBET ve İLGİ
Din muhabbet ile yaşanır.
Muhabbet ve heyecan ile insan nefsini yener ve her türlü meşakkate, çileye katlanır. Hiçbir güç ve zorlama ile muhabbetin kolaylıkla aldırdığı mesafe aldırılamaz.
Hazret-i Mevlânâ ne güzel anlatmıştır:
“Muhabbetten acılar tatlılaşır, muhabbet yüzünden bakırlar altın olur. Muhabbet ile tortular durulur, arınır. Muhabbetten, dermansız dertler şifâ bulur. Muhabbetten ölüler dirilir. Muhabbet vesilesiyle padişahlar kul olur.
Muhabbetten zindanlar gül bahçelerine döner. Muhabbet vesilesiyle karanlık evler aydınlanır. Muhabbet sayesinde nâr, nûr olur.
Muhabbet vesilesiyle, çirkinler bile hûrî kesilir. Muhabbetten kederler, üzüntüler neşe olur, sevinç olur. Yoldan çıkaranlar, yol kesenler, muhabbet sayesinde yol gösterici bir saâdet rehberi olur. Muhabbet sayesinde hastalıklar, sıhhat ve afiyete çevrilir. Muhabbet sırrı ile kahırlar rahmet olur.”
O hâlde, tebliğ ve irşâdın, talim ve terbiyenin, emr-i bi’l-mâruf ve nehy-i ani’l-münker faaliyetlerinin özü; muhatapta o muhabbeti meydana getirmek olmalıdır. Bir mum ile bütün mumları yakmak nasıl mümkünse, gönlünü muhabbetullah ile tutuşturmuş bir kişi de, istîdatlı gönüllerde muhabbet çerağını alevlendirmeye muvaffak olur.
Aynı zamanda muhabbetli bir eğitimci olan şair Seyrî bunu şöyle anlatmış:
Esrârı sorma bana,
Yönel sevdâdan yana,
Açılsın sırlar sana,
Sırr-ı muhabbet ile…
Geceler gündüz olur,
Yokuşlar dümdüz olur,
İnsan ölümsüz olur,
Sırr-ı muhabbet ile…
Güller aşk ile yanar,
Diller durmadan anar,
Bülbül dalına konar,
Sırr-ı muhabbet ile…
Yalnız yâre bükülü,
İbrahim tevekkülü
Gül etti hâr u külü
Sırr-ı muhabbet ile…
Nefsinin boynunu vur,
Eyle rûhunu mâmur.
Mükâfâtın yâr olur
Sırr-ı muhabbet ile…
Yakup ne hâle düştü,
Yûsuf ne hâller aştı,
Musa Tûr’u dolaştı
Sırr-ı muhabbet ile…
Ey Seyrî, ermek mümkün,
Gonca gül dermek mümkün,
Allâh’ı görmek mümkün
Sırr-ı muhabbet ile…
Samimî bir sevginin yanında bir de ilgi ve alâka şart… Âdeta bir mıknatıs gibi evlâtlarını, öğrencilerini, cemaatini, dostlarını muhabbet-i ilâhîye çekmeli insan. Kilitli gibi görünen kalpleri bile, muhabbet dolu ilgi ve alâka anahtarıyla usulca açmalı.
Nedir sevgi ve ilginin en güzel tezâhürleri?
Dilde selâm gibi tatlı sözler ve sîmâda zarif bir tebessüm…
Peygamber Efendimiz’in lisanı ve sîmâsı gibi…
Sahâbe-i kiram, Allâh’ın Rasûlü’nün kendilerine karşı sevgi ve ilgisini anlatırken derler ki:
“O; her birimize karşı öyle sevgi ve ilgi gösterirdi ki, her birimiz ayrı ayrı; «Peygamberimiz’in dünyada en sevdiği kimse benim.» diyebilirdi.”
Peygamberimiz’e bu üslûbu da O’na her şeyi öğreten, O’nu en güzel şekilde edeplendiren Rabbi öğretti: Âyet-i kerîmede buyurulur:
“Habîbim, Allâh’ın lutfu ve rahmetiyle Sen insanlara karşı yumuşak oldun. Eğer Sen kaba saba, kalbi katı bir kimse olsaydın, insanlar etrafından dağılıp gider ve Sen’i yalnız bırakırlardı.” (Âl-i İmrân, 159)
“Bir selâm ile selâmlandığınız zaman siz de ondan daha güzeliyle selâm verin veya verilen selâmı aynen iade edin.” (en-Nisâ, 86)
Gül yüzlü Nebî -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de buyurdu:
“Kardeşine tebessümün bir sadakadır.” (Tirmizî, Birr, 36/1956)
“Din kardeşini güler yüzle karşılamak gibi (tabiî) bir iyiliği bile sakın küçük görme!” (Müslim, Birr, 144)
“Güzel söz sadakadır.” (Buhârî, Edeb, 34)
Bir adam, Resûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e:
“–İslâm’ın hangi özelliği daha hayırlıdır?” diye sordu Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-;
“Yemek yedirmen, tanıdığın ve tanımadığın herkese selâm vermendir.” buyurdu. (Buhârî, Îmân, 20)
Gönüller ancak lisandan ve sîmâdan gelen bu güzel davete icâbet ederler. Aksi hâlde; bağırışlar, çağırışlar, korkutma ve ürkütmeler, nefret ve uzaklaştırmayla neticelenir.
Bir zâta sormuşlar:
“–Hak dostlarını halkın arasında nasıl ayırt edersin?”
Cevap tam da muhabbet ve alâka celbedici husûsiyetleri anlatmakta:
“–Lisanlarındaki halâvetle yani tatlılıkla, ahlâklarındaki letâfetle yani incelik ve güzelliklerle, yüzlerindeki beşâşet ve beşâretle yani tebessüm ve müjde verici hâl ile, tavırlarındaki nezâketle, özlerine sinmiş sehâvet yani cömertlikle, affediciliklerindeki cömertlikle, iyi-kötü herkese karşı şefkatlerindeki heyecan ile tanırım…”
Biz de onları hep Hak dostlarını nûrânî çehreleriyle, gönüllerde bülbül tesiri uyandıran sözleriyle tanımaz mıyız?
İmam Şârânî Hazretleri de şöyle der:
“Herkesle bir noktada ilgi ve alâkanız olmalı, herkese selâm vermeli ve sevgi göstermelisiniz. Fakat bir kimse ile hususî mânâda dostluğunuzu devam ettirmek için ya o sizden faydalanmalı veya siz ondan faydalanmalısınız. Allah rızâsını kazanma ve mâneviyâtımızı yükseltme yolunda birbirimizden faydalandıkça samimî dostluğunuzun üzerine titreyerek onu devam ettirmelisiniz.”
Bir insanın kalbine münasip bir kalp bulması ve onunla dertleşmesi, sevinçlerini, kederlerini onunla paylaşması bir ihtiyaçtır. Bunun için Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-; evden önce komşu, yoldan önce iyi bir arkadaş bulmamızı emir buyurmuşlardır.
Evden önce komşu, mahalleden önce cemaat, şehirden önce halk, devletten önce millet…
Efendimiz, önce muhabbetle dolu ashâbını yetiştirdi. Yesrib, o muhabbet harmanıyla Medîne-i Münevvere oldu. O muhabbet halka halka genişledi. Mekke’yi mükerrem eyledi; Şâm’ı, Kudüs’ü şerif eyledi. İstanbul’u herkesin peşinde muhabbetle koştuğu bir müjdelik kıldı.
Fatih de fetihten önce, fethe lâyık bir neslin yetişip yetişmediğine baktı. Akşemseddinlerle o muhabbetli asker yetiştirildi. Önce insan, sonra mekân geldi.
Yarınlarda da şehirlerimiz Medine gibi koksun istiyorsak, muhabbet ve alâka hususuna ağırlık vermeliyiz.
Tebessümle… Selâm ile…