69. Sayı Takdim

Kıymetli Okuyucularımız,

Beytullah… Allâh’ın evi… Hâceti olanlar, derdine derman dileyenler, af ve mağfiret isteyenler Allâh’ın kapısına koşuyor. Bire yüz bin ölçeğinde bir bereket harmanı… Anneden doğduğu gün gibi tertemiz olma fırsatı… Mükâfat ve fırsatın büyüklüğü nisbetinde mukaddes beldelere doğru mübârek seferler o denli revaçta… Dünden bugüne her zaman kıymetli…

Vedâ Haccı’nda Allah Rasûlü, meşhur hutbesinin başında; mukaddes belde ve mukaddes zamanla, insan arasında benzerlik kurdu:

“Bugünleriniz nasıl mukaddes bir gün ise, bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay ise, bu şehriniz (Mekke) nasıl mübârek bir şehir ise, canlarınız, mallarınız, namuslarınız da öyle mukaddestir.”

Abdullah bin Mübârek’ten Yûnus Emre Hazretleri’ne, Mevlânâ’dan Sâdî-i Şîrâzî’ye nice Allah dostu da; bu büyük ibâdetin bâtınına, mânâsına nüfuz etmeye çağırdılar. «Kâbe» ile «kalb»i birbirine kıyasladılar.

Cenâb-ı Hak; «Beytim!» dediği için, mü’minlerin pervâne olduğu Kâbe, neticede Hazret-i İbrahim’in inşa ettiği ve sonrasında defalarca tamir edilen bir bina. Gönül ise, Allâh’ın yarattığı ve nazar kıldığı hususî bir tecellîgâh… Bu sebeple; «Gönüller almaya gelen» Hak dostları; gönül aramayı, bulmayı ve kazanmayı hac kıymetinde gördüler. Gönül yıkmayı ise Kâbe’yi yıkmaya cür’et etmeye denk gördüler. Zâhirde takılan, namazın geometrisinden, haccın seferinden öteye geçemeyip, gönül incitenlere; «Gerekse var bin hacca!» dediler.

Bayramıyla, kurbanıyla, haccıyla; gönül arama, bulma, kazanma; bu uğurda gönül gönül buluşma ve kaynaşma iklimine tevâfuk eden Kasım sayımızda dosyamızı; Sâdî-i Şîrâzî Hazretleri’nin; «Bir gönül al ki hacc-ı ekber olsun.» mısraından ilhamla oluşturduk:

Gönlünde Bir Mahşer Kaynasın; O Mahşerde Öyle Gönüller Ara, Bul ve Kazan ki;

HACC-I EKBER OLSUN!

Genel Yayın Yönetmenimiz M. Ali EŞMELİ, başyazıda; Yûnusların haccı misal verişindeki inceliği tespit ederek; bir gönle girmeden haccın da, kulluğun da, duânın da hakkıyla edâ edilmiş olamayacağını işliyor. Gönle girmenin, rızâ-ı ilâhîye erişmek, Hazret-i Peygamber’in gönlüne girmek ve muhtaçlara ulaşmak olduğunu; hac ve kurbandaki samimiyet vurgusu etrafında kaleme alıyor.

Mustafa Asım KÜÇÜKAŞCI, haccın; İslâm’ın ana yurdu Haremeyn ve çevresinin, Kur’ân ve Hazret-i Peygamber’in birleştiği bir husûsa, çok yönlülüğe, çok fonksiyonluluğa dikkat çekiyor; onu eğitimde bir ufuk hâline getirerek… Yard. Doç. Dr. Harun ÖĞMÜŞ, «Kıbleye Yönelmenin Anlamı»nı şerh ediyor. H. Kübra ERGİN; Surre Alaylarına bir başka açıdan bakıyor, semboller vasıtasıyla kul ile Rabbi arasında bir hediyeleşme olarak takdim ediyor. Burhan Cahit ÖZDEMİR, Hac Hâtıraları ve düşüncelerini kaleme aldı. Aynur TUTKUN; haccın biyolojik, psikolojik ve sosyolojik hikmetlerini dile getiriyor. Ahmet SÂDIK; konunun kurban ve teslîmiyet yönüne temas ediyor.

Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi, «Nimetlerin Bedeli ve Kalbin Beş Hâli» serlevhalı makalelerinin ikincisinde; «Din Kardeşimize, Mahlûkata ve Eşyaya Karşı Kalbî Hâlimiz»i kaleme aldılar.

Âdem SARAÇ, Yâsir ailesinin İslâm’la müşerref olmasını işlerken; Ömer OKUDAN; fazla tanınmayan fakat İslâm tarihinin mühim bir kahramanı olan Abdullah bin Cahş -radıyallâhu anh-’ı anlatıyor.

Sami GÖKSÜN, Kayseri’de Dânişmendlilerden kalma bir hâtırayı, Cami-i Kebîr’i, ilgi çekici menkıbeleriyle kaleme alıyor. Murad Hüdâvendigâr, Pîrî Mehmed Paşa, Mihrişah Vâlide Sultan tarih bölümümüzde karşılaşacağınız sîmâlardan birkaçı…

Ve şiirler… Şiirde aslî prensiplerin takipçisi Yüzakı Dergisinde her ay gönüllere seslenen, gönülden şiirler… Haccın rûhuna davet eden ve hacıları uğurlayan; Yûnus izinde, Mevlânâ izinde mısralar… Aranıp bulunacak, kazanılacak gönüller arasında, çok önde gelen bir gruba, yetimlere dikkatimizi çeken, vicdanımızın tellerine merhamet mızrabını vuran içli mısralar…

Gönül üzerine eğilme zamanı…

“Şu günler; Rabbin rızâsını kazanmak için gönüllerin buluşma ve kaynaşma iklimi değil mi?”

Yüzakıyla…