PEYGAMBER TAVSİYESİ

Âdem SARAÇ ademsarac@yyu.edu.tr

Babasının baskı ve işkencelerinden kurtulan Hâlid bin Saîd, sevgili hanımı Ümeyme ile beraber İslâm güneşi ile aydınlandıkları gibi, namaz nûru ile nurlanıyorlar, her geçen gün kendilerini daha iyi yetiştiriyorlardı. Amr ile Fâtıma da aynı gülistanın gülleri durumundaydılar. Amr kardeşi iken, Fâtıma da yengesi oluyordu Hazret-i Hâlid’in.

Diğer kardeşleri îman etmedikleri için, düşmanlıklarını sürdürüyorlardı. Ayrıca bir araya gelmeleri ve konuşmaları babası tarafından yasaklanmıştı.

Onların da İslâm ile şereflenip Müslüman olmaları için elinden geleni yapmaya çalışan Hazret-i Hâlid, zaman zaman çok zor durumlarla karşı karşıya kalıyordu. Böyle durumlarda sevgili hanımı en büyük destekçisi oluyordu. Ümeyme Hanım, bütün gücüyle destekliyordu onu. Sebep ne olursa olsun başına bir iş geldiğinde, bütün varlığı ile yanında yer alıyor; teselli etmenin yanında engin bir sevgi ve şefkat ile bağrına basarak rahatlatıyordu.

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in hiçbir sohbetini kaçırmamaya çalışan bu seçkin kardeşler ve eltiler; ailelerinin yanında akrabalarının da Müslüman olmalarını çok istiyorlardı. Bunun için her fırsatı değerlendiriyorlar, onların da gönüllerine girmeye gayret ediyorlardı. Fakat aile efradı başta olmak üzere, akrabaları gönül kapılarını öyle kapatmışlardı ki, açıp içeri girmek mümkün değildi âdeta.

Anne ve babasının yanında kardeşleri de vardı Hazret-i Hâlid’in. Amr isimli kardeşi, hanımı ile beraber Müslüman oldukları için, onlar da aynı çileyi paylaşıyordu. Ayrıca üç kardeşi daha vardı. Ebân, Âs ve Ubeyde isimli bu kardeşleri ile bir araya gelmeleri ve konuşmaları tamamen yasaklanmıştı. Onlar da babalarıyla beraber bir numaralı İslâm düşmanları olmuşlardı. Anlaşılan oydu ki babasından korktukları için, onlar da yakınlık göstermiyorlardı.

Ancak bir yolunu bulan Hâlid, kardeşleri ile gizlice buluştu. İslâm’ın güzelliğini anlattı onlara. Peygamber Efendimiz’i tanıttı. Sonra da Müslüman olmalarını istedi. Fakat hiç biri yeşil ışık yakmadı. Üstelik kırıcı sözler söyleyip Hâlid’i çok üzdüler.

Her şeye rağmen kardeşleriyle ilişkisini kesmeyen Hazret-i Hâlid, her fırsatta görüşmeye gidiyor, bir saniyeyi bile boş geçirmeyerek, bir şeyler anlatmaya çalışıyordu.

Yine bir gün kardeşleri ile buluşan Hazret-i Hâlid, onlara İslâm’ın güzelliklerini anlatırken bir anda babasına yakalandı. Kıyâmetleri koparan babası, etrafta ne kadar azılı müşrik varsa hepsini kışkırtıp Hâlid’in üzerine saldı. Onlar da böyle bir fırsatı beklercesine fırlayıp hepsi birden öyle bir çullandılar ki, bu canavar saldırısından kurtulmak imkânsızdı âdeta.

Hazret-i Hâlid düşüp bayıldığı hâlde hâlâ vuruyorlardı. Öylesine canavarlaşmışlardı ki, en vahşi canavar bile tiksinirdi bu canavarlıktan. O kadar ki Ebân bile dayanamamıştı artık:

“–Yeter artık! Bayıldı zavallı, görmüyor musunuz? Öldürecek misiniz ağabeyimi?”

“–Gebersin! Böyle giderse geberecek zaten. Sürükleyip eve getirin, çabuk!”

Babasının böylesine acımasız olması Ebân’ı bile korkutmuştu. Hiç acımadan çekilip sürüklenen Hâlid’in peşine takıldı. Eve getirilen Hâlid, mahzene atıldı. Üstelik o şekilde bırakıldı. Yaraları tedavi edilmediği gibi, üst-baş bile verilmedi. Baygın bir şekilde öylece atılıp bırakıldı mahzene. Bu yetmiyormuş gibi eve de ültimatom vermeyi unutmayan baba, oldukça sert konuştu:

“–Benden habersiz bir damla su, bir tek lokma ekmek bile verilmeyecek bu hâine; anlaşıldı mı? Eğer birinizin bir şey verdiğini duyarsam Hâlid’den beter bir duruma sokarım; tamam mı?”

Kimseden ses-sada çıkmadı. Herkes korkmuştu bu çıkıştan.

Hazret-i Hâlid haftalarca kaldı mahzende. Ne gelip bakanı vardı, ne hâl-hatır soranı! Ne bir damla su vereni vardı, ne de bir lokma ekmek! Mahzende bulduğu şeylerle hayatta kalmaya çalışan Hazret-i Hâlid -radıyallâhu anh-, nerede ise bitip tükenmişti.

Uzun bir müddet sonra mahzenin kapısı açıldığında, geleni bile tanımakta zorlandı. Açlık ve susuzluğun yanında, pislik içinde kalmıştı. Karanlık ise cabası…

“–Nasılmış bakalım, aklın başına geldi mi?”

“–Geldi baba, aklım başıma geldi.”

“–İyi iyi, bu iyi işte.”

Dışarı seslenip adamlarını çağırdı. Hâlid’i çıkarıp üst-başını temizlediler. Sonra da yemek ve su koydular önüne. Haftalardır böyle güzel şeyleri yiyip içmemiş olan Hazret-i Hâlid -radıyallâhu anh-, öyle bir yemeğe koyuldu ki görülmeye değerdi. Yiyip içerek kendine gelince rahat bir nefes alabildi ancak.

“–Aklın başına geldi demek! İşte bak, bütün akrabalarımızı buraya topladım. Şimdi onların da yanlarında söyle bakalım. Aklın başına nasıl geldi, doğru yol hangisidir?”

Bu fırsatı iyi değerlendirmeyi düşündü. Kendini biraz toparlayan Hazret-i Hâlid -radıyallâhu anh-, gücü nispetinde tane tane konuşmaya başladı.

“–Evet, aklım başıma geldi. Dayanılmaz dayaktan sonra mahzene atıldım. Ne yaralarım sarıldı, ne de üst-baş, elbise verildi. Ne bir damla su verildi bana, ne de bir lokma ekmek. Haftalarca mahzende kaldım. Tabiî bu arada haftalarca düşünme fırsatım oldu. Çok, ama çok düşündüm…”

“–Eee? Neye karar verdin peki? Herkes seni dinliyor baksana!”

“–Sen benim babamsın, sadece babamsın benim. Buna rağmen inancıma ipotek koyuyor, Müslüman olduğum için yaşama hakkı bile vermiyorsun bana. Babam olduğun için yapıyorsun bunu. Bir de beni yaratanı düşündüm. Beni var eden, bana hayat veren, bu güzel beden içine bedenden çok daha güzel ruh koyan, bunca rızıklarla bizi besleyen, yediren, içiren, doyuran, yaşatan bir Allah var. O’nu tanıyalım ve sadece O’na kulluk edelim diye gönderdiği Peygamber’i var. Allah’tan bize uzanan nurlu el misali Kur’ân var. Bu dünyadan sonra bir de âhiret var. Sonsuz bir hayat var ötelerde. İnanıp güzel işler yapanlara cennet, inanmayıp kötülükler içinde kalanlara cehennem var. İşte bunları düşündüm. Haftalarca düşünüp bana îman nasip eden Rabbime şükrettim. İslâm’ın güzelliğini en güzel bir şekilde anlatıp öğreten Peygamber Efendimiz’e salât ü selâm getirdim. Bedenen çok zorluk çeksem de, rûhen çok huzurluydum. Şimdi sizi de davet ediyorum bu huzura. İslâm’a gelin, Müslüman olun kurtulun. Bakmayın öyle boş boş, durmayın haydi, İslâm’a gelin; İslâm’a! Müslüman olun, Müslüman! Müslüman olun ve ebedî kurtuluşa erin!”

Hazret-i Hâlid -radıyallâhu anh- öyle içten, öyle samimî ve öyle güzel konuştu ki, bir an babası bile şaşırıp kaldı… Hz. Hâlid -radıyallâhu anh- gerçekten çok güzel konuşmuştu. Güzel örnek olmuştu.

Güzel örnek olmak, Örnekler Örneği Peygamberimiz’in tavsiyelerinden biriydi…

-Sallâllâhu aleyhi ve sellem…-