ÇANAKKALE ZAFERİ

Mustafa Necati BURSALI

Saldırır her bir koldan yüzlerce tank ve gemi,
Kanlı düşman istilâ edecek nur ülkemi.
Yırtıcılıkta tıpkı sırtlana dönmüş beşer,
Bu ne vahşet? Elinden şer akıyor, sade şer!
İnsan değil gördüğüm, kanlı timsahlara eş,
Ne bulursa biçiyor, şu düşmanlar ne kalleş!
Bir amansız tipidir: Yıldırım, şimşek, füze;
Toplar binlerce mermi yağdırır, üstümüze!..
Yürekleri ürpertir, mel’anetin rüzgârı,
Bu ne dehşet? Yok artık, can korkusunun kârı!
Yer fokur fokur kaynar, bomba indirir sema,
Her noktada bir arslan parçalanır daima!..
Gökleri bürür alev, toprağa çöker duman,
Fakat bir hakikat var, burda yıkılmaz îman!..
Fezadan ateş akar, göğün öfkesi mi ne?
Ufuklar dönüvermiş bir kahır iklimine!..
Dayanmaz bu aleve; ne can, ne ten, ne yürek;
Göklere boy vermede bin bir ateşten direk!

Dev gibi solumada, kanlar kusmada dağ, taş,
Mümkün değil ki kalsın, omuz üstünde bir baş!..
Ölümün soğuk eli kar makinesi gibi,
Kürür, savurur, komaz, artık bir can sahibi!
Merhamet gözü kuru, acıma nedir bilmez,
Taş erir fakat, bunun yüreği hiç irkilmez!..
Yamyam, yırtıcı, rezil, iğrenç sırtlan ordusu,
Kurmuş yedi deryada alçaklara has pusu!..
Hiç dinmez kahpe çığlık, dinmez o kuduruk ses;
Fakat ölüme koşar Mehmetçik olan herkes…
Kulak, el, ayak kopmuş; kalbe saplanmış mermi,
Hüdâ’nın şanlı eri hiç ölümden ürker mi?
Nur saçar her bir çehre, îman fışkırır sîne,
Yol bulur ayakları selâmet Cûdî’sine!
Kızıl tûfanlar ne ki, geminin kaptanı Nuh,
Sulara gark olacak, ehl-i şirk, kâfir güruh!..
Onun nasibi zillet, kâr etmez ki, şeytanı,
Mehmetçik haykırıyor: «Ben kimim, artık tanı!..»
Burda ölüm, bir burda, yaşamaktan çok güzel,
Gönlüne güneş doğmuş, onu süslemiş Ezel!..
Can kuşu, nazlı keklik, almıştır yâr daveti,
Hak Cenâb-ı Mahbûb’un cennete var daveti!..
Mehmetçiğin alnında ölümün yüzü güleç,
Ey şanlı asker, artık cennet diyarına geç!..
Değişmiş göğün rengi, ruhlar bürümüş suyu,
Gök kubbenin altında şanla, şerefle uyu!..
Gıpta ile seyreder: Melek ve hûrî seni,
Ey saadet meltemi, alnıma koy bûseni!..
Kopardın kayaları, dağları tırnak tırnak,
Öyle îmanın var ki, sütten beyaz, kardan ak!..
Gülleri sevindirir burada yiğit yüzün,
Sensin, ey er, ümidi, yetimin ve öksüzün!..
Gıpta ile bakmada gökteki gözler sana,
Benzersin Hamza’lara, benzersin sen Hasan’a!..
Yeri yoktu gönlünde asla korkunun, ye’sin,
Sen bu âlemde solmak bilmeyen gül bahçesin!..
Îman aynası çehren benzer nur gündüzüne,
Işıklar aksetmede cennetlerden yüzüne!..
Kahra uğrattın burda işte en sefil çağı,
Yürü! Sana açıldı sonsuzluğun kucağı!..

Sen, Allah arslanının yüce tahtına otur,
Ey kutlu asker artık, hicran ve hüsran yoktur!..
Artık uçup gitmiştir: O gam, o sonsuz melâl,
Sana Tûbâ gölgesi, sana cennetler helâl!..
Öyle kullar vardır ki, şerefle, şanla gider,
Vurulur da alnından, Hakk’a nişanla gider!..
«Şehid olsam.» diyordun, hâsıl oldu murâdın,
Tâ kıyâmete kadar anılacaktır adın!..
Allah yolunda ölmek: Ne şeref, ne şevk, ne şan,
Sana güzel cennette Rabbim takacak nişan!..
Senin içeceğin su: Kevser ve billûr havuz,
Yalınız değilsin ki, «Son Peygamber kılavuz!..»
Îman levhası alnın güneşe verir ziyâ,
Yere-göğe bırakmaz seni Zât-ı Kibriyâ!..
Her bir taşı pırlanta, altın olsa türbenin,
Ben; «Hakkını ödedim.» diyemem yine senin!..
Taç yapsaydım başına güneş, yıldız ve ayı,
Tam ifade edemem bu ölmez hâtırayı!..
Senin ihtiyacın yok, inciye ve mercana,
Yüce Arş’ın gölgesi aksetmede hep sana!..

Nur destanını yazmak, hiç değil benim kârım,
Tasavvur ne kelime?.. Tutuştu beyin zarım!..
İklim-i bekādasın, mevsim bitmeyen bir yaz;
Bastığın topraklarda çiçekler beyaz beyaz!..
Bu, Zühre’nin sevinci, şebnemin nurlanışı,
En ulvî rütbeleri artık şahsında taşı!..
Kefensiz yatmadasın kucağında sonsuzun,
Ben topal karıncayım, benim için yol uzun!..
Cihanın toprağında var mı böyle bir gülşen?
Bunun kumrusu mutlu, bunun bülbülleri şen!..
Cennetin bulvarında güneş gibi gülümse,
«Ey şehid oğlu şehid!» Dengin değil hiç kimse!..
Allâh’a giden yolda şimşekleri geçtin sen,
Cennet ve dîdârını lutfetti Rabbim hemen!..
Seni tebcil etmede: Hamza, Mus‘ab ve Ammâr,
Oldun Sıddık’lara dost, oldun velîlere yâr!..
Âlemde işte sensin: Şan, şeref, nur sahibi,
Bir ölümsüz kahraman göremem senin gibi!..
İsmini hece hece yazsalar dağa-taşa,
Senin o hâtırana, bu da bir şey mi! Hâşâ!..
Miskten tepeler yapsam, pırlantadan bir saray,
Bu da ne ki! Alnından her gece öpmede ay!..

Sen vatan iklimine gül serpen bir meltemsin,
Yürekte hasret kuşu, gözlerimizde nemsin!..
Benim kırık sözlerim lâyık değil şânına,
Yerde ins, gökte melek, hayrandır îmanına!..
Artık Âkifler yok, destanını kim yazsın?
Onun ifadesiyle: «Sen tarihe sığmazsın!»
Hak indinde dirisin, bilmeyen ölmüş sanır,
Senin duru ellerin yüce Arş’a uzanır!..

Îmarından âcizim, bu âlemde türbeni,
Ey göz nûru şanlı er! Gör ne hâldeyim, beni!
Kediler ormanında sanki garip bir kuşum,
Mâzîde mi kaldı ne, o heybetli duruşum?..
Yine yolum üstünde, yine bin türlü pusu,
Oklara hedef göğsüm, kaynadı avcumda su!..
Beni içine çeken bu ateş seli de ne?
Haç, nazlı hilâlime diş bilemede yine!..
Bölündük bin parçaya, öyle derin ki yara,
A adı güzel Yusuf! Derdim gelmez kantara!..
Bugün İslâm âlemi bağı kopmuş bir demet,
Korkarım bu gidişin sonu müthiş nedamet!..
Bize de senin gibi «can bir, yürek bir» gerek,
Dağları titretecek sadâ ve tekbir gerek!..

Gülistan toprağında bin türlü nazla uyu,
Burda kahra uğrattın o en çetin orduyu!..
Senin yiğit ellerin zamana vurdu düğüm,
Bir ihtişam, bir heybet, her adımda gördüğüm!..
Alnından öpmededir gelincik yanaklı yâr,
Ey şehid oğlu şehid! Bizi ettin bahtiyar!..
Fâtihalar, Yâsinler, selâmlar sana olsun;
O güzel cennetlerden sen bize bir nefha sun!..