Emevîler Dönemi-I (661-750)

Ahmet MERAL

Hazret-i Ali’nin şehid edilmesinin ardından taraftarlarından 40 bin kişi, oğlu Hazret-i Hasan’a bağlı¬lıklarını bildirmişti. Mekke, Medine, Hicaz ve Yemen halkı da halîfe olarak Hazret-i Hasan’a biat ettiler. Ancak öte¬den beri plânlı bir şekilde Suriye’de gü¬cünü artırmakla meşgul olan Şam vali¬si Muâviye ve onun etkisindeki Mısır, Hazret-i Hasan’a biat etmedi. Bir süre sonra Muâviye Şam’da halîfeliğini ilân etti. Bununla da kalmadı, 60 bin kişi¬lik bir kuvvetle Irak üzerine yürüdü. Hazret-i Hasan kendisine destek veren topluluklarla birlikte Muâviye’ye karşı tedbirler almışsa da bu toplulukların çelişkili tavır ve davranışları, samimi¬yetten uzak tutumları yüzünden onur¬lu bir anlaşmayla iktidarı Muâviye bin Ebû Süfyan’a bırakmak zorunda kaldı. Bu anlaşmaya göre Muâviye Hazret-i Ali’ye hakaret edilmeyeceğine ve ehl-i beyte iyi davranacağına dair teminat veriyor, kendisinden sonra oğlu Yezid’i halîfe tayin etmeyeceğini kabul edi¬yordu. Ayrıca Hazret-i Hasan’dan önce ölürse halîfelik Hazret-i Hasan’a geçe¬cek veya Hazret-i Hasan’a sorulmadan yeni bir halîfe seçilmeyecekti.

Böylece İslâm tarihinde yeni bir dönem başlamış oldu. Dört Halîfe döne¬minin aksine, bu yeni dönemde hilâfet saltanata dönüştürüldü ve cumhuriyete benzer nitelikteki istişarî yönetim biçi¬mi bütünüyle sona erdi. Yaklaşık 90 yıl boyunca Emevî ailesinden kişiler art arda hilâfet görevine getirildiler.

Benî Ümeyye ailesinin Hazret-i Ali ve ehl-i beyte karşı mücadele ederek kurdukları Emevî Devleti, işe yönetim merkezini Kûfe’den Şam’a taşımakla
başladı. Yaptıkları kökten değişiklik¬lerle yönetme biçimini değiştirdikle¬ri gibi, yöneten ile yönetilenler ara¬sındaki ilişkiyi de önceki dönemden tamamen farklı bir eksene oturttular. Zamanla Emevî yönetimi baskıcı ve etnik üstünlük iddiası güden bir an¬layışa kapıldığı gibi, hilâfet de tama¬men dünyevî bir makam hâline gel¬di. Bazı sahâbîler Muâviye’yi hilâfeti saltanata dönüştürmekle itham et¬mekle birlikte, toplumu iç savaşla¬ra götürecek isyanlardan kaçınarak mevcut durumu kabullenmeyi ter¬cih etmişlerdir. Bir kısım sahâbe ise Emevî zulmüne karşı girişilen bazı isyan hareketlerine açık veya gizli destek vermişlerdir.

Fetihlerle artan zenginliğin bir sonucu olarak sadece Emevî ailesi değil, başta büyük eyaletle¬rin valileri olmak üzere, toplumun ileri gelenleri de refah ve konfor içerisinde saraylar ve evler yaptır-mışlardı. Nitekim Emevî Devletinin kurucusu Muâviye de Şam’da Bizans yönetim kültürünün etkilerini yansı¬tan el-Hadrâ adında bir saray yaptır¬mıştı. Unvanı halîfe kalmakla bera¬ber, artık fiilen melikti ve iktidarını ilk melik olarak tamamladı. Zaten Suriye valiliği sırasında topladığı askerî ve ekonomik güçle kendi ikti¬darını tahkim etmiş, melikliğe giden yolda güçlü bir altyapı oluşturmuştu. Selefi Hazret-i Ali’den farklı olarak siyasetin menfaate dayalı tüm kural¬larını uygulamış, bu sayede yönetim çarklarının kendi istediği istikamette dönmesini ustaca sağlamıştı.

Muâviye, iktidarını pekiştirir pekiştirmez, devletin siyasî bütünlü¬ğü ve istikrarını yeniden tesis etmek amacıyla yoğun bir çalışma içerisine girdi. Bu amaçla Muğîre bin Şu’be’yi Kûfe valiliğine atamış, onun kabili¬yetleri sayesinde Hazret-i Ali taraf¬tarlarını ve Hâricîleri kontrol altına almayı başarmıştı. Öte yandan Amr bin As’ı Mısır valiliğine atayarak ül¬kenin batı sınırlarını güvenceye al¬mayı da ihmal etmemişti. Mervan bin Hakem’i Medine valiliğine ge¬tirerek ensar ve muhacirînin kendi iktidarına karşı muhtemel tepkisini önlemişti. Güçlü komutan ve muk¬tedir yönetici Ziyad bin Ebih’i Basra valisi yaptı. Onun sadece yetkilerini artırmakla kalmadı, bazı kimselerin Ebû Süfyan’ın oğlu olduğu yolunda¬ki şahâdetini esas alarak onu kardeşi ilân etti.

Muâviye’nin Emevî Devletini kurma yolundaki yöntemlerinden birisi de, sağladığı maddî çıkar¬larla rakiplerinden önemli kişileri kendi saflarına katmasıdır. İnsan¬ların mala ve mevkie olan zaafla¬rını çok iyi değerlendirmiştir. Ni¬tekim Hazret-i Hasan’ın ordusunu askerî bakımdan zaafa düşürmek için öncü kuvvetlerinin komutanı Ubeydullah bin Abbâs’a yarısı pe¬şin yarısı Kûfe’de ödenmek üzere bir milyon dirhem gibi yüksek bir meblağ teklif etmiş ve onu kendi saflarına katmayı başarmıştır.1 Ge¬nel olarak Emevî yönetimi, Arap kabile dengeleri üzerine oturmak¬taydı. Yönetim, çoğu zalim ve siyasî hileleri kullanan valilerin etkisiyle ayakta kalmış, baskı ve zorbalıkla da olsa içte birliği sağlamıştır. Emevîler bazen Müslüman halktan bile cizye almaktan kaçınmamış, geçmiş uy¬gulamaların aksine, devletin gelir politikasını zengin veya yoksul tüm halktan ağır vergiler almak üzerine kurmuşlardır.

Ziyad bin Ebih, Haccac bin Yu¬suf, Hâlid bin Abdullah Kasrî gibi her biri zorba vali ve bürokratlar Emevî tarihinin şekillenmesinde önemli rol¬ler oynamışlardır. Yaptıkları zalimce uygulamalarla sadece bir medeni¬yet havzasını değil bütün insanlık tarihini kirletmişlerdir. Büyük âlim Ebûbekir bin Cessas, o günün valisi Haccac için; “Bu adamın Kur’ân’da bahsi geçen günahlardan işlemedi¬ği yoktur.” diyerek onun zulüm ve haksızlıklarına işaret etmiştir.

Muâviye bir yandan güçlü ve muktedir valileri yoluyla içte otorite¬sini sağlamlaştırırken, diğer taraftan da uzun süredir iç karışıklar yüzün¬den durmuş olan fetih hareketlerine devam etti. Kartaca’ya kadar seferler düzenleyerek Kuzey Afrika’da kont¬rolü sağladı. Öte yandan İslâm do¬nanmasını güçlendirerek hâkimiyet alanını Sicilya’ya kadar genişletti. Rodos Adası alındığı gibi, Bizanslı¬lara karşı kara ve deniz savaşlarını kendinden öncekilerin hepsinden daha ısrarlı ve aralıksız olarak de¬vam ettirdi. Bu amaçla bizzat elini iki defa düşman başkentine uzattı. İs¬tanbul kuşatmaları gerçekleştirildi.2 669 yılında yapılan İstanbul seferine Peygamberimiz’in yakın arkadaşla¬rından olan Ebû Eyyûb el-Ensârî de katılmış ve Bizans surlarının dibin¬de şehid olmuştur.

Bu dönemde Müslüman Arap¬lar, idareci olarak Türkistan’dan Pi¬rene Dağları’na, Toroslar’dan Hint Okyanusu’na uzanan geniş sınırlar içerisinde ülkenin her tarafına ya¬yıldılar.

1 el-Yâkûbî

2 Julius Wellhausen; Arap Devleti ve Sukûtu