Cennet Müjdesi 1

Ali HÜSREVOĞLU

SUNUŞ

Yaygın kanaate göre düşünerek cennetle müjdelenen sahâbîleri yal¬nızca on kişiyle sınırlı zannederiz. Elbette Aşere-i Mübeşşere diye anılan ve cennetle müjdelendikleri bildiri¬lenler şüphesiz sahâbenin büyükleri ve önde gelenleridirler. Fakat cennetle müjdelenen başka sahâbîler de vardır. Meselâ erkeklerden Hazret-i Hamza, Sa‘d bin Muâz, Zeyd bin Hârise, Bilâl-i Habeşî, Suheyb-i Rûmî, Amr İbnu’l-Cemûh, Ukâşe bin Mihsan… Kadın¬lardan ise Hazret-i Hatîce, Nesîbe Bint-i Kâ‘b, Rubeyyi‘ Bint-i Muavviz, Ümm-i Rûmân Bint-i Âmir… Bu dizi¬de bu güzel insanlarla yaşamaya, on¬ların acı-tatlı hâtıralarını paylaşmaya çalışacağız.

GİRİŞ

Yesrib geniş ve güzel bir va¬dide yer alıyor. Etrafında alabildi¬ğine bahçeler, ağaçlar, gölgelikler bulunuyor. Sayısız pınarları ve su kaynakları mevcut. Havası mûtedil, çevresi güzel. Eski kitaplarda Peygamberimiz’den bahsedilirken; «iki taşlık bölge arasında yer alan hurmalık bir vadiye hicret edece¬ği» bildirilmekte idi. Bu iki taşlık bölge sönmüş lâv ovası olup bunlar Medine’nin doğusunda ve batısında bulunurlar. Kuzeyinde Uhud Dağı, güneyinde Ayr Dağı Medine hare¬minin sınırını oluştururlar. Havası mûtedil, kaynak suları bal gibidir. Hurmanın Medine’de yüz yirmi çe¬şidi yetiştirilir, içinde hurma bulun-mayan ev, aç kalmış sayılırdı.

Sâbit bin Kays bin Şemmâs böy¬le bir şehirde yetişti. Devrin edebî mahfilleri onu güçlü belâgati ve seç¬kin hitabetiyle tanıdı. Yaşadığı döne¬min Arap kabileleri arasında hitabet sanatının çok önemli bir yeri vardı.

Sâbit bin Kays, Yesrib’i kasıp kavuran ve bitmek-tükenmek bilme¬yen savaşlarda mükemmel kullandı¬ğı kılıcının yanında hitabet gücünü ve kabiliyetini de aynı ustalıkla kul¬lanır, özellikle asırlık rakipleri Evs kabilesine karşı bu iki yeteneğiyle etkili olurdu. Yesrib’de Sâbit’in kabi¬lesi Hazrec ile Evs arasında korkunç savaşlar olurdu. Bu savaşların iki kabile hayatında bitmez-tükenmez acılarla dolu, uzun bir tarihi vardır.

Yesrib’de bu iki kabile ile bera¬ber yaşayan Yahudiler bu savaşları durmadan körüklüyor, aralarındaki düşmanlık ve kin tohumlarını sinsi¬ce besliyorlardı. İş, artık iki kabileyi tamamen yok olmaya götürecek bir duruma gelmişti.

Bu savaşların sonuncusu Buâs idi ki, hicretten beş yıl kadar önce olmuştu. Buâs Harbi günü talih

Hazrec’in aleyhine dönmüş, bu sa¬vaşta Evs kabilesi Hazrec’i tek kişi kalmayıncaya kadar öldürme fır-satını yakalamış, yurtlarını ateşe verip yakmak ve köklerini kazımak istemiş, fakat Evs’in önde gelenle-rinden biri buna engel olmuştu. Bu savaşta Sâbit bin Kays, Evs’in mütte¬fiki Zübeyr bin Bata adlı Yahudi’ye esir düşmüştü. Yahudi, Sâbit’in alnı¬na bir çizik atıp serbest bırakmıştı. Sâbit, Hazrec’in hem Evs ile bu ka¬dar zıtlaşmasına, hem Evs karşısın¬daki mağlûbiyetine çok üzülüyordu. Olayı şöyle bir incelediğinde görü¬nen manzara şu idi:

Zararda olanlar Evs ile Hazrec, kazançlı olanlar ise sadece Yahudi¬lerdi.

Hac mevsiminde Hazrec’den altı kişi çıkıp Mekke’ye gittiler. Bu¬rada Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ve İslâm’la tanış¬tılar. Peygamberimiz onları Müslü¬man olmaya davet etti. Bu altı kişiyi Müslüman olmaya iten bazı sebep¬ler vardı. Bunlardan biri de şu idi:

Yahudiler Yesrib’de onları put¬perest olmaları sebebiyle daima horluyor, çıkış zamanı yaklaşan pey¬gambere tâbî olup onları Âd ve İrem halkının öldürüldükleri gibi öldüre¬ceklerini ve köklerini kazıyacakları¬nı söyleyerek tehdit ediyorlardı.

Unutmamak gerekti ki Hazrec, Evs karşısında daha yeni mağlûp olmuştu. Henüz kanları kuruma-mıştı ve Yahudiler Buâs Harbi’nde Hazrec’i mağlûp eden Evs’in müt¬tefiki idiler. Hazrecliler, Evslilerin daha çabuk davranarak İslâm’a girip, gelen peygamberin desteği¬ni alarak kendilerini yok etmele¬rinden ve Yahudilerin tehdidinin gerçek olmasından korkuyorlardı. Hazret-i Peygamber bu altı kişiyi İslâm’a çağırınca bunlar birbirleri¬ne dediler ki:

“Arkadaşlar, açıkça görüyor¬sunuz ki, vallâhi bu zat Yahudilerin sizi kendisiyle tehdit ettikleri pey-gamberin ta kendisidir. Kimse siz¬den daha önce Müslüman olmasın.” Bu düşünce ile Peygamber’in çağrı¬sını hemen kabul ettiler.

Bu altı Hazrec’li kendi şehir¬lerindeki bütün ahvali Hazret-i Peygamber’e anlattılar. Yesrib’e dön-düklerinde çevrelerini İslâm’a çağı¬racakları sözünü de verdiler. Evs’le aralarındaki ihtilâfı ortadan kaldır¬ma hususunda Allâh’ın O’nu vesile kılmasını umduklarını belirttiler. Hazret-i Peygamber’e dediler ki:

“Biz buraya gelirken arkadaşla¬rımızı düşmanlığın ve kötülüklerin zirveye tırmandığı bir şekilde bı-raktık, buraya geldik. Allâh’ın onları Sen’in elinle birlik ve beraberliğe ka¬vuşturmasını umuyoruz. Biz, şimdi onlara gidiyoruz. Sen’den kabul etti¬ğimiz bu çağrıyı iletip onları İslâm’a çağıracağız. Eğer Allah bu iki kabile¬yi Sana îmanda birleştirirse Sen’den daha güçlü kimse olamaz.”

Yesrib’de İslâm’ın kabulü çok hızlı gerçekleşti. Neredeyse hiçbir ev kalmamıştı ki orada Rasûlullâh’ın sözü geçmesin. Yıl biterken on iki kişi hac mevsimi için Mekke’ye gel¬diler. Bunların onu Hazrec’li, ikisi Evs’li idi. Bu on iki kişi Rasûlullah ile Mina/Akabe’de buluşup O’na bey’at ettiler. Bu, «Birinci Akabe Bey’atı» diye anıldı. Rasûlullah bunlardan şu maddeler üzerine bey’at aldı:

“Allâh’a hiçbir şeyi ortak tut¬mayacaklar, hırsızlık etmeyecekler, zina etmeyecekler, elleriyle ayakları arasında bir iftira düzüp getirmeye¬cekler ve herhangi bir iyilik hususu¬na Peygamber’e âsî olmayacaklar.” Eğer bu sözlerinde dururlarsa cen¬neti kazanmış olacaklardı.

Hazret-i Peygamber bu on iki kişi şehirlerine dönerler¬ken ilk Müslümanlardan olan Mus‘ab bin Umeyr’i beraberlerinde gönderdi. Bu müstesna insan, İslâm dinine ve Müslümanlara karşı tar¬tışmasız samimiyeti ile tanınmıştı. Aile efradından gördüğü sert tepki onun Müslümanlığını sarsmamış, daha da güçlendirmişti. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- onu Yesrib’e gönderirken Medinelilere Kur’ân okumasını, Müslümanlığın ne anlama geldiğini öğretmesini ve dini anlatıp ibadetler konusunda şu-urlandırmasını emretmişti. Mus‘ab -radıyallâhu anh- orada Kur’ân öğ¬retmenliği yaptığı için «Kur’ân Ho¬cası» diye anılıyordu.

Aralarına katıldığı andan iti¬baren Mus‘ab, onlara namaz kıl¬dırmaya başladı. Bunun sebeple¬rinden biri Evs’liler Hazrec’lilerden birinin, Hazrec’liler de Evs’lilerden birinin arkasında namaz kılmak istemiyorlardı. Çünkü aralarında daha dün biten savaşın bıraktığı yaralar taze idi.*

(Devam edecek.)

* Bu çalışma, Ahmed Halil Cum‘a’nın telifi olan «Ricâlun mubeşşerûn bi’l-cenne» adlı eserin ilgili bölümünden istifade edilerek hazırlanmış, gerekli görülen düzenle¬meler yapılarak tercüme edilmiştir. 1/235-279 Dımaşk, 1411/1990.