Açıklama
Doğuşundan vefatına kadar mîrac gibi kendisine mahsus bir vuslat ânı da dâhil olmak
üzere bir ömür; «Ümmetî, ümmetî!» diye üzerimize titreyen bize sevdalı
bir Peygamber’e; «Lebbeyk yâ Rasûlâllah!» diye koşmamak mümkün mü?
Bizzat ilâhî beyanla;
“Size kendi içinizden öyle bir Peygamber geldi ki, sizin hüsranınıza üzülüyor, saadetinizi
cidden istiyor; mü’minler için yüreği rikkatle ve merhametle çarpıyor!..”
(et-Tevbe, 128) denilen O şefkatli Peygamber’e; «Anam, babam sana fedâ
olsun yâ Rasûlâllah!» diyerek kurban olmamak mümkün mü?
Bir tek salât ü selâmımıza karşılık cennet bahçesi olan Ravzasının Kubbe-i Hadrâ’sından
kanat açan meleklerle bize on salât ü selâm gönderen O Gönüller Sultânı’na;
«Cânım da fedâ, ten de fedâ!» diye can vermemek mümkün mü?
Cenâb-ı Hakk’ın huzûrunda her vesileyle affımız için yerde-gökte dil döken O yüce
Peygamber’e; «Şefâat yâ Rasûlâllah, aman yâ Rasûlâllah! Kerem kıl yâ Habîballah!
» diye dil dökmemek mümkün mü?
Mümkün değil elbette.
Fakat O’na dil dökerken oluşan bu kitap, aslında O’nu anlatırken düştüğüm acziyetin
tezâhürü olan nâçiz mısralar… Yani bu küçük kitap, O’nu anlatmaktaki yetersizliğin
samimî tescili…
Daha doğrusu O’nun huzûrunda bir itirafname:
Bunca sözden yâ Rasûlâllah murâdım ilticâ,
Yoksa hâlâ en güzel vasfında noksân oldu aşk!..
Bütün ehl-i îman ile birlikte hicranlı bir yalvarış:
Yâ Rasûlâllâh, ibâdet ettiğin zât aşkına,
Kaabe kavseyn olduğun mîrâc-ı vuslat aşkına,
Na’t-i Seyrî’den bu ümmet der ki bizzat aşkına,
Ben de seyrân eyleyem cennette Allâh aşkına!