KUR’ÂN-I KERİM, VATAN MÜDAFAASINI EMREDER

YAZAR : İrfan ÖZTÜRK

Ey kardeş!

İnsanların tabiatlarında hırs denilen bir şey vardır. Bu hırs dolayısıyladır ki; bazı insanlar, kendi haklarına râzı olmazlar. Başkalarının haklarına da göz dikerler. Karşılarındakini zayıf bulunca, onların haklarına da tecavüz etmek isterler. Bu hırs ve tamâ; bazı milletleri komşusu bulunan diğer milletlerin memleketlerine de hücum etmeye, mülkünü ellerinden almaya kadar sevk ediyor. Kendinden zayıf olan milletleri esârete sokmaya, topraklarını kendi memleketinin istifadesine almaya teşvik ediyor. İşte insanların tabiatlarında böyle haksızlıklar vardır. Bu tıynette olan insanlara göre, yaşamak hakkı yalnız kuvvetli olanındır. O hâlde; dışarıdan gelebilecek düşman tahriklerini, ecnebî hücumlarını def etmeye her vakit hazır bulunmak üzerimize farzdır.

Kendi haklarına râzı olmayan harîs insanların hırslarını durdurmak için; kuvvetli olmak, lüzumunda onlara hadlerini bildirecek her türlü vasıtaya mâlik bulunmak lâzımdır. Memleketin müdafaası, mülkün muhafazası için icap eden şeyleri hazırlamakta gevşek davrananlar, düşmanların coşkun bir dere gibi memleketlerini basmak isteyen hırslarının önüne geçemezler; böylelikle hem memleketlerini, hem kendilerini felâkete sürüklemiş olurlar. Bu o kadar açık bir hakikattir ki ahmak da anlar, akıllı da; cahil de farkına varır, âlim de!..

Binâenaleyh, memleketi düşman hücumundan koruyabilmek, düşmanın hücumuna meydan vermemek, memleketin yükselmesine, her sûretle ileri gitmesine engel olan şeyleri kırıp atmak, memlekette hür ve müstakil yaşamak için daima kuvvetli bulunmak lâzımdır. Yakın ve uzak komşularımız nasıl çalışıyorlarsa, bizim de öylece çalışmamız, öylece yükselmemiz icap eder. İşte bunun içindir ki, Allah Teâlâ;

“Gücünüz yettiği kadar, çalışarak düşmanı korkutacak kuvvet hazırlayın.” (el-Enfâl, 60) buyuruyor.

Bakınız, Allâh’ın bu emri ne kadar mühimdir! Allah bir taraftan «kuvvet hazırlayın» buyuruyor; mülkü düşman tecavüzünden ancak bu sûretle muhafaza edebileceğimizi, etrafımızda fırsat kollayan düşmanları ancak böylelikle yıldırabileceğimizi söylüyor. Diğer taraftan da hazırlanacak kuvvetin ne olduğunu bildirmiyor. Hazırlanacak kuvvet nedir? Kılıç mı, kalkan mı; ok, yay, süngü mü? Mızrak mı? Top, tüfek mi? Yoksa bunların hepsi mi? Yahut bunlardan başka bir şey mi? İşte bunların hiç birini tayin etmiyor. Yalnız diyor ki:

Memleketinizde gözü olan, bir fırsat bulup da size saldırmak isteyen düşmanlarınızı korkutmak, onları kımıldamaya cesaret ettirmemek için bütün kudretinizi sarf ederek «kuvvet» hazırlayın!.. Hem de öyle yalan yanlış, az buz değil; gücünüz yettiği kadar çalışın!.. Ne yapmak lâzım gelirse, ne sarf etmek icap ederse hepsini yapın! Evet o kadar hazırlanın ki, sizin için daha ötesi yok! Düşmanın cesaretini kıracak, düşmanı korkutacak kuvvet hazırlayın! İşte Allah Teâlâ Hazretleri, bu yolda bize kat‘î bir emir veriyor; «Son derece çalışın, düşmanı korkutacak kuvvet hazırlayın!» buyuruyor. Bu, kat‘î ve açık bir emirdir, bunda hiç şüphe yok. Lâkin hazırlayacağımızın ne ve nasıl olacağını bize tayin buyurmuyor. O kuvvetin derecesini, ne çeşit olduğunu, miktarını tâkatin müsaadesine, zamanın iktizasına, hücumundan korkulan düşmanın hâline bırakıyor:

«Düşman ne çeşit kuvvet hazırlıyorsa, zamanın son sistem harp kuvvetleri ne ise, mülkü muhafaza nasıl olacaksa siz de bütün tâkatinizi sarf edip o kuvveti hazırlayın. Kuvvetli olmak için ne gibi sebepler varsa, maddî ve mânevî her sebebe yapışın!» demek istiyor. Âyet-i kerîmeden bu açıkça anlaşılmaktadır. Çünkü Allah, kuvvet hazırlamayı emrediyor; «İktizâ edecek bir zaman için, hâcet vakti için, önceden iyi hazırlanınız.» diyor ve bunu bir kelime ile ifade ediyor.

Gördünüz mü Allah kelâmını? İşte Allah sözü böyle olur, böyle mânâlı olur. İşte dünyalar durdukça; hiç değişmeyen bir kanun, bir kanûn-i ilâhî!..

Evet, memleket kuvvetle müdafaa edilir, kuvvetle muhafaza olunur. Fakat «kuvvet» denilen şey zaman ile de değişir. Fikirler değiştikçe, ilim ve fen yükseldikçe o da değişir. Bir zaman ok-yay olur, kılıç kalkan olur, bir zaman top-tüfek olur, gülle olur, şarapnel olur. Bir zaman bunların hiçbiri işe yaramaz bir hâle gelir. Bambaşka kuvvetler devreye girer.

Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e ashâbı, bu âyetteki kuvvetten maksadın ne olduğunu sormuşlar:

“–Yâ Rasûlâllah! Allah; «Mülkü muhafaza için, düşmanları korkutacak kuvvet hazırlayın!» buyurmuştur. Bu kuvvetten maksat nedir? Düşmanı korkutacak kuvvet nelerdir? Bize anlatınız da ona göre hazırlanalım.”

Peygamber Efendimiz de şöyle cevap vermişlerdir:

“–İyi biliniz, gözünüzü açınız ki: Kuvvet, atmaktır! Kuvvet, atmaktır! Kuvvet, atmaktır!” (bkz. Müslim, İmâre,167)

Ammâ neyi atmak? Ok mu, top mu, kurşun mu, bomba mı, atom kuvveti mi? Karadan mı, havadan mı, denizden mi? İşte onu tayin buyurmamışlar. Onu zamanın iktizâsına bırakmışlardır. Her zamanın kendine göre bir silâhı vardır. Her zaman düşmana atılacak bir şey vardır. Kuvvet, o silâhı hazırlamak ve onu kullanmak, o şeyi düşmana atmaktır.

Öyle ise, biz müslümanlar için, Allâh’ın emrini tamamı tamamına yerine getirmek farzdır. Dünya istiklâli ile, şerefi ile her yönden kuvvetli olmak lâzımdır. Bunun için de uzak ve yakın komşu devletler, komşu milletler nasıl çalışıyorlarsa, bizim de aynı sûrette çalışmamız icap eder.

Sözün kısası:

Dînimiz, Kitâbımız kuvvet hazırlamamızı emrediyor. Binâenaleyh bu zamanda «kuvvet» ne ise onların hepsini hazırlamak, onları yapacak her çeşit fabrikaları vücuda getirmek, tersaneler yapmak ve onları idare edecek adamlar yetiştirmek üzerimize farzdır. Muhtaç olduğumuz kuvvetleri, lâzım olan silâhları her vakit yabancılardan almakla vazifemizi yapmış sayılmayız. Gemilerimizi, tayyârelerimizi, topumuzu, tüfeğimizi, tanklarımızı; elhâsıl kuvvet mefhumunun şümûlüne girebilen şeylerin hepsini kendimiz yapmadıkça emin olunuz ki, hepimiz günahkârız. Yabancılara muhtaç olmamak için bütün kudret ve kuvvetimizi sarf edeceğiz, kuvvet kaynaklarımızdan faydalanmak için bütün varlığımızla çalışıp çabalayacağız, her şeyimizi kendimiz yapacağız. Coşkun bir dere gibi yabancı memleketlerden akıp gelmek istîdâdında olan her çeşit hücuma başka sûretle karşı duramayız. Bu hücumları olduğu yerde tutabilmek için; kuvvetli olmak, ahlâklı, ilim ve hüner sahibi olmak lâzımdır.

Bu âyetten de anlıyoruz ki, hür yaşamak ve mülkü muhafaza etmek için kuvvetli olmak lâzımdır. Öyle ise memleketimizi muhafaza ve her yönden yükseltmek için var kuvvetimizle çalışalım; memleketimizde gözü olanların gözlerini çıkaracağımızı bütün dünyaya karşı daima ispat edelim. Memleketimize, hürriyet ve istikbâlimize, şeref ve haysiyetimize hiç kimsenin, hiçbir sûrette göz dikmesine asla meydan vermeyelim. (Ahmet Hamdi AKSEKİ Merhumun Askere Din Kitabı’ndan hulâsa edilmiştir.)