Mevlânâ Hazretleri’nin; HIRSA BAKIŞI -2-

Z. Özlem ABAY o.abay@hotmail.com

 

 

Dünyaya karşı muhteris olan insanoğlunun en büyük hırslarından birisi de mal biriktirme hırsıdır. Oysa Allah bizden, hâle rızâ ve infâk istemektedir. Harîs insan, İslâmiyet’in beş emrinden biri olan zekâtı dahî vermekte zorlanır. Bu konuda en hazin örneklerden biri, tefsirlerde yer alan Sâlebe kıssasıdır.

 

Sâlebe, mescid kuşu fakir bir mü’mindi. Efendimiz’den zenginlik için duâ istedi. Efendimiz; hâline râzı olmasını, kendisini örnek almasını telkin ettiyse de, o ısrarla maddiyat istiyordu. Sonunda istediğine nâil oldu. Fakat kalbi değişti. Efendimiz’in duâsı bereketiyle çoğalan sürüleriyle meşgul olmak için, cemaati terk etti. Hırsı daha da fecî bir hâle vardı. Zekât almaya gelen memurlara, çirkin mukabelelerde bulundu. O da hırsının ve cimriliğinin kurbanı oldu. İslâm toplumundan tardedildi. Vefât ederken de bir âh çekti:

 

«–Rasûlullah bana demişti ki:

 

‘Şükredebileceğin az bir mal, şükredemeyeceğin çok maldan hayırlıdır.’

 

Sâlebe! Benim hâlim sana kâfî bir misal değil midir?’»

 

Bu ah-vahlarla öldü. O bin bir hırs ile sarıldığı, sığındığı ve uğruna her şeyini, hattâ ebediyetini bile fedâ ettiği üç günlük malı da, dünyada kaldı. O zararlı malın acıklı azâbından ibaret olan vebâliyle göçüp gitti.” (Bkz. Taberî, Tefsîr, XIV, 370-372; İbn-i Kesîr, Tefsîr, II, 388)*

 

Yine Hazret-i Musa zamanında Tevrât’ı en iyi tefsir edip, okuyan Kārun; büyük bir servet elde edince, hırsının kurbanı oldu ve malı ile yerin dibine battı. İlâhî azâbı bu dünyada yaşadı.

 

Padişah ve câriye kıssasında Mevlânâ Hazretleri; câriyenin âşık olduğu kuyumcunun, padişah tarafından mal, mülk ve makam va‘diyle çağrılıp, mânevî tabip tarafından yapılan ilâçla günden güne eriyip toprağa girmesini anlatır. Mal hırsı kuyumcunun canına mâl olmuştur.

 

Mevlânâ Hazretleri şöyle buyurur:

 

“Mal, yılan gibidir ki, onda zehirler vardır. Halkın tâzîmini ve secdesini kabul edişiyse ejderhâya benzer.” (Mesnevî, beyit. 8502)

 

Hadîs-i şerifte şöyle buyurulur:

 

“Yalnız iki kişiye gıpta edilir.

 

•Biri, Allâh’ın, mal verip hak yolunda harcamaya muvaffak kıldığı kimse;

 

•Diğeri de, Allâh’ın, kendisine ilim verdiği, onunla amel eden ve bunları başkasına öğreten (yani ilmini infâk eden) kimsedir.” (Buhârî, İlim, 15, Zekât, 5, Ahkâm, 3, İ‘tisâm, 13; Müslim, Müsâfirîn, 268; İbn-i Mâce, Zühd, 22)

 

Bu dünyadan -nasip olursa- sadece kefenle ayrılacak insan, hırsı ile mal toplamaya çalışır. Ne büyük gaflettir. Oysaki infâk edeceği mal, âhirette kurtuluşuna vesile olacaktır. Ardında bıraktığı mal, belki de vârislerine hiçbir hayır getirmeyecektir. Ne kadar çırpınırsa çırpınsın; dünyada edineceği mal, gerisinde kalacak, kabre yalnız girecektir. Bunun idrâkinde olamayan, gafletle dolu insanoğlu, bütün bir ömrünü yine de bu hırs ile fedâ etmektedir. Oysa;

 

Cenâb-ı Hak Mâli­kü’l-mülk’tür. Her kim O’na secde eder ve emrine itaat gösterirse bu toprak ve fânî âlemden başka ona yüzlerce mülk verir.” (Mesnevî, beyit. 13119)

 

Bizi bu hırstan kim kurtarır?

 

“Ey Mâlikü’l-mülk olduğu hâlde, tâcı ve tahtı bulunmayan Rabb-i Zîşânımız! Bizim gibi bîçârelere takılmış olan bu sert ve ağır bendi Sen’den başka kim çıkarabilir?” (Mesnevî, beyit. 6397)

 

“Bir bez parçası eşeğin yarasına sımsıkı yapıştığında, onu oradan parça parça çekip çıkarmak istesen, eşek acısından muhakkak çifte atar. Ondan sakınan kişiye ne mutlu! Hele bir de elli yerinde yarası, her yaranın üstüne bağlanmış ıslak bir bez varsa… Ev bark o beze benzer, bu hırs da yaraya. Hırsı çok olanın yarası da çok olur.” (Mesnevî, defter. 5, beyit. 1149-1152)

 

Yarası çok olan en büyük hırslarından biri de makam, mevki ve baş olma hırsıdır. Maddî-mânevî pek çok emek, bu hırs için kurban edilebilmektedir. İnsanın bu hırsını Mevlânâ Hazretleri şöyle tasvir eder:

 

“Kazın hırsı bir kattır, bununkiyse elli kat. Şehvet hırsı yılandır, makam hırsıysa ejderhâ. Kazın hırsı; boğaz düşkünlüğünden, cinsî şehvet yüzündendir. Ama baş olma hırsında, bunun yirmi katı toplanmıştır. Makam sahibi, ilâhlıktan dem vurur. (Allâh’a) ortak olmaya gözünü diken, nasıl olur da affa uğrar? Âdem’in sürçmesi, midesi ve şehveti yüzündendi. İblis’in (suçu) ise ululanmaktan, makam yüzündendi. Hâsılı Âdem derhâl tövbe ve istiğfâr etti de o mel‘un tövbe etmekten kaçınıp, ululandı. Boğaz ve şehvet hırsı da bizzat kötü huyluluktur, ama makam (hırsı gibi) değildir o; azalır, söner gider. Bu baş olma hırsının; kökünü, dalını anlatmaya kalksam, bunun için bir başka kitap gerek.” (Mesnevî, defter. 5, beyit. 517-523)

 

İlâhlık taslamak olarak tasvir ettiği; baş olma hırsı, insanı lânetlenmeye kadar götürmektedir ki, İblis bu yüzden lânetlenmiştir. Mal mülk edinmek için, mevki sahibi olmak isteyen insanda; haset, haram ve helâle dikkat etmemek gibi pek çok huy da beraberinde bulunur. İnsan; hak ettiği ve lâyık görüldüğü mevkie, tevâzu ile elbet gelecektir. Lâkin bunun için her şeyini fedâ etmek, akıllı insanın yapacağı iş değildir. Bir de malı ve mevkii ile insanlara zulmedenler vardır ki onların durumu da şöyledir:

 

“Mevkiinin yüksekliği ve servetinin çokluğundan âcizlerin başını yaralayan kimse, Hakk’ın da halkın da merhametine nâil olamaz.” (Mesnevî, beyit. 14280)

 

Baş olma hırsı bununla da kalmaz, dünyayı kendinden başkasına mekân görmez. Değerleri altüst eder. Maksadına ulaştıracak her yolu meşrû görür. Ölümü bile… Hâbil ve Kābil arasındaki dâvâ, Kābil’in hırsı yüzünden kardeş katline kadar gitmedi mi?

 

“Bir sofranın çevresine yüz tane adam oturur, yer. Fakat baş olmak isteyen iki adam, dünyaya sığamaz. O, dünya yüzünde bunun bulunmasını istemez. Hattâ padişah, padişahlığıma ortak olur diye babasını bile öldürür.” (Mesnevî, defter. 5, beyit. 526-527)

 

(Devam edecek…)

 

______________________________

* Muhaddisler, bu kıssanın Sa‘lebe bin Hâtıb adlı sahâbîye nisbet edilerek rivâyetini uydurma kabul etmektedir. Ancak isim farklı olsa da böyle hâdiselerin yaşandığı, Tevbe Sûresi, 75-78’inci âyetler ile sabittir.