LOKMAN (A.S.) ÖĞÜTLERİ

Sami GÖKSÜN

 

 

 

Allah Teâlâ; emir ve yasaklarını bazen doğrudan, bazen de kıssalar aracılığı ile dolaylı olarak anlatır. Kur’ân-ı Kerim’de ibret ve mesajlarla dolu pek çok kıssa vardır. Bunlardan biri de Hazret-i Lokman –aleyhisselâm kıssasıdır.

 

Hazret-i Lokman, insanlara öğüt vererek onlara yol gösterdi. Allah tarafından övülmüş olan Hazret-i Lokman, oğluna verdiği öğütlerle bilinmektedir. Bu öğütler Kur’ân-ı Kerim’de Lokman Sûresi’nde yer almaktadır. Bu sûrede Hazret-i Lokman’ın oğluna nasihatleri bizlere örnek olarak verilmiştir.

 

Şefkatli bir baba olan Hazret-i Lokman, oğluna hitap ederken merhametli ve sevecen bir üslûpla şöyle der:

 

“Sevgili oğlum! Allâh’a ortak koşma; çünkü O’na ortak koşmak kesinlikle çok büyük bir zulümdür.” (Lokmân, 13)

 

Hazret-i Lokman; oğluna yaptığı bu uyarı ve nasihatle, ilk olarak onu şirke düşmemesi konusunda îkaz eder. Ona öncelikle Allâh’ın varlığını ve birliğini anlatır. Çünkü herhangi bir şeyi Allâh’a ortak koşan, O’nun niteliklerini başkalarına yükleyen kişi, Allâh’ın hakkını başkasına vermiş demektir. Bu durum ise zulümdür ve haksızlıkların en büyüğüdür.

 

İnsanın yaratıcısından sonra üzerinde en fazla hakkı olan kişiler, anne ve babasıdır. Zira yüce Allah;

 

“Biz insana ana-babasına iyi davranmasını tavsiye ettik.” (Lokmân, 14) buyurur. Çünkü insanın;

 

“Annesi, bin bir güçlükle onu karnında taşımıştır.” (Lokmân, 14)

 

Allâh’a şükürle anne ve babaya saygının birlikte emredilmesinin sebebi; anne-babanın insanın hem dünyaya gelmesine vesile olması ve hem de hayatının en zor dönemlerinde, çocukluğunda, hastalığında ona kol kanat germesi, yetiştirip büyütmesi, beslemesi ve eğitmesidir. Bu sebeple bizler de öncelikle Allâh’a inanarak O’na şükretmeli, anne ve babamıza saygı göstermeliyiz. Ancak anne ve babamız; bizi bir şeyi Allâh’a ortak koşmaya zorlarlarsa, bu durumda onlara itaat etmeyiz, fakat yine de onlara iyi davranırız.

 

Bazen hayatta küçük gördüğümüz şeyleri ve ayrıntıları dikkate almalıyız. Hâlbuki yaptığımız her şeyi Allah bilir ve zamanı geldiğinde de yaptıklarımızdan hesap sorar. Dolayısıyla hesabını veremeyeceğimiz işlerden uzak durmalıyız. Özellikle yaptığımız iyi veya kötü hiçbir şeyi küçük görmemeliyiz. Bu konuda Hazret-i Lokman, oğlunu şöyle îkaz eder:

 

“Sevgili oğlum! Yaptığın iş küçücük bile olsa, bir kayanın içinde saklansa veya göklerde yahut yerin dibinde bulunsa yine de Allah onu açığa çıkarır. Şüphesiz Allah; her şeyi bütün gizlilikleriyle bilir, O her şeyden haberdardır.” (Lokmân, 16)

 

Evet, Allah yaptığımız her şeyi görür. Aklımızdan ve kalbimizden geçen en gizli duyguları bilir, Ondan hiçbir şey gizli kalmaz.

 

Allâh’a inanan insan, O’na karşı sorumluluklarının başında yer alan ibâdetleri, gereği gibi yerine getirir. İyiliklerin yaygınlaşması ve kötülüklerin azalması için gayretle çalışır ve önüne çıkan engelleri de sabırla aşar. Hazret-i Lokman, insanın bu sorumluluklarını öğretmek için çocuğuna şunları söyler:

 

“Yavrucuğum; namazını îtinâ ile kıl, mârûfu / iyi olanı emret, münkere / kötü olana karşı koy, başına gelene sabret. İşte bunlar, kararlılık gerektiren işlerdendir.” (Lokmân, 17)

 

İnsanın sâlih ve itaatkâr bir kul olduğunu gösteren üç örnek davranış bu âyet-i kerîmede sıralanmıştır. Bunlardan;

 

•Namaz, Allâh’a kulluk vazifemizi;

 

Emr-i bi’l-mâruf ve nehy-i ani’l-münker yani iyi olanı emredip kötü olana karşı koymak, içtimâî mes’ûliyetimizi ifade eder.

 

•Sabır ise karşılaştığımız sıkıntıları ve belâları birer imtihan bilerek, onları metânetle karşılamamızı gösterir.

 

Allâh’a karşı mes’ûliyetlerimizin yanı sıra, içinde yaşadığımız topluma karşı da birtakım ahlâkî sorumluluklarımız vardır. Bu sorumluluklarımızın başında görgü kaideleri gelir.

 

Hazret-i Lokman –aleyhisselâm-;

 

“İnsanları küçümseyerek onlardan yüz çevirme! Ortalıkta çalım satarak yürüme! Unutma ki Allah gurura kapılıp kendini beğenen hiçbir kimseyi sevmez. Yürüyüşünde ölçülü ol! Sesini yükseltme, çünkü seslerin en çirkini merkep sesidir.” (Lokmân, 18-19) buyurarak, ahlâk ve âdâbmuâşeret kaidelerinden bazılarını sıralamıştır.

 

Bunlar arasında yürüyüş âdâbına iki kere dikkat çekiliyor. Çünkü yürüme tarzı, insanın iç dünyasını ele verir. Rahmân’ın has kulları tevâzu ile yürürler. Edep şairi Nâbî de, yürürken yeri bile incitmemek gerektiğini ifade ile şöyle demiş:

 

Çok nîmetinin hakkı var üstünde hicâb et,

Âdâb ile bas pâyını rûyuna türâbın!..

 

“Toprağın, vesile olduğu türlü nimetlerle, senin üzerinde birçok hakkı var. Onun üzerine ayağını edeple bas!”

 

İnançlar, değerler, gelenekler ve alışkanlıklar, daha çok aile içinde kazanılır. Müslüman anne ve baba; çocuklarının eğitiminden, terbiyesinden ve iyi bir şekilde yetiştirilmesinden sorumludur. Aile büyükleri, çocuklarının ilk eğitimcileri olarak bu önemli sorumluluğu taşımaktadır. Çocuk öncelikle anne-babasını örnek alır ve model olarak seçer. Bu konuda sevgili Peygamberimiz –sallâllâhu aleyhi ve sellem-;

 

“Her çocuk İslâm’ı kabul edecek fıtrat üzere doğar, onu anne-babası yahudileştirir, hıristiyanlaştırır veya mecûsîleştirir.” (Buhârî, Cenâiz, 92; Müslim, Kader, 22) buyurarak anne-babanın çocuğun eğitimindeki yerini ve hayatını şekillendirmedeki katkısını belirtmiştir.

 

Çocuklar bilgiyi alma ve çevrelerini taklit etmede oldukça kabiliyetlidirler. Bu özelliklerinden dolayı onlar, doğru ve etkili bir rehberlik sayesinde sâlih birer insan olarak yetişirler. Topluma faydalı insanlar olarak istihdam edilirler. Çocuğun ailesi ve ilk tanıştığı çevre, onun şahsiyet ve karakter gelişiminde gerekli olumlu ortamı hazırlayıcı nitelikte olmalıdır. Düzenli, dengeli, âhenkli ve huzurlu bir aile ortamı; çocukların bakımı ve yetiştirilmeleri için benzeri bulunmaz sıcacık bir yuvadır. Bu sebeple ailesi; onun inançlı, bilgili ve güzel ahlâklı yetiştirilmesi için gerekli çare ve tedbirleri almalı ve özenle uygulamalıdır. Çocuğun hem dünya hem de âhiret mutluluğunu gerçekleştirmeyi gaye edinen böyle bir terbiye, anne-babanın çocuğuna bırakacağı en mühim, en güzel mîrastır.

 

Hulâsa; biz anne ve babalar, bize emânet olarak verilen çocuklarımızın dünyadaki mutluluğunu ve huzurunu isterken, onların istikbâlini ve âhiretteki saâdetlerini de düşünmeliyiz.

 

Yüce Rabbimiz, bu güzel mes’ûliyet duygusunu cümle ümmet-i Muhammed’e nasip eylesin. Âmîn