Mevlânâ Hazretleri’nin; HIRSA BAKIŞI -1-
Z. Özlem ABAY o.abay@hotmail.com
İmtihan âlemi olan dünyada insan hayra da şerre de meyyal bir fıtratta yaratılmıştır. Ömrü boyunca bu ikisi arasında gider gelir. Kimileri de vardır ki, hayrı şerrinin önüne geçer ve arzu edilen kemal noktasına ulaşır. Bin bir endişe, hevâ, arzu ve istekleri bertaraf ederek bunu başarabilen bahtiyarlar grubundan olabilmek de bütün mü’minlerin en büyük hedefidir. Çünkü halîfe olarak yaratılmıştır. Bunu hak edebilmek için de nefsinin kötü sıfatlarından temizlenip, yani şerre götüren özelliklerinden arınıp, iyiliklerini çoğaltması gerekmektedir. İnsanın şerre meyal menfî vasıflarından biri hırstır.
“Sözlükte; «Bir şeyi şiddetle arzu etme, ona aşırı derecede tutkun olma, şiddetli ve sonu gelmeyen istek, taşkın arzu, aç gözlülük» gibi anlamlara gelen (Cevherî, es-Sıhâh, hrs md.; Lisânü’l-‘Arab, hrs md.) bir masdar-isim olan hırs, İslâmî literatürde genellikle mal, mevki, şöhret, ilim gibi maddî veya mânevî imkânları elde etme yahut daha genel olarak belli bir amacı gerçekleştirme hususunda kişinin bütün benliğini saran tutkular için kullanılır; sadece mal tutkusu için kullanıldığı da görülür.” (TDV İslâm Ansiklopedisi)
Bir şeyi şiddetle arzu etmek, ona gayr-i meşrû yollardan sahip olmayı düşündürecek kadar ahlâkî özelliklerini kaybettirebilir insana. İlerleyen zamanlarda nefiste; haset ve tamaha dönüşerek köklenebilir. Bu yüzden nefsin, bu kötü hasletten mutlaka temizlenmesi elzemdir. Yoksa bizi ömür boyu emri altına alır. Efendimiz –sallâllâhu aleyhi ve sellem– hadîs-i şeriflerinde şöyle buyurur:
“İnsanoğlu yaşlansa da onda iki şey, hırs ve haset hep genç kalır.” (Müsned, III, 115, 119, 169)
Mevlânâ Hazretleri; bu yüzden hırsın üzerinde çok durmuş ve halîfe olarak yaratılan insanın, kâmil îman sahibi olma yolunda, bu menfî özelliğinden nasıl arınacağını eserlerinde anlatmıştır. Çünkü hırs sahibi insan, yapacağı işin âkıbetini hırsı yüzünden göremez.
“Hırs ve tamahtan âkıbeti görmemek, kendi kalbine ve kendi aklına gülmektir.” (Mesnevî, beyit: 5500)
“Her şeyin sonunu görmek, aklın hâssasındandır. Âkıbeti görmeyen ise nefistir.” (Mesnevî, beyit: 5501)
Hırsına kurban olan insan, kulluğunu gereği gibi idrâk edemez. Nefsinin kölesi olur. Bu menfî özellik ile âhiretini kaybeder, dünyasını da zindan eder, ilâhî rahmetten uzak kalır. Bu şeytan ile aynı yolu yürümektir. Çünkü şeytan da Âdem –aleyhisselâm–’a olan hırsı ve hasedi yüzünden ilâhî rahmetten uzak kalmış, huzurdan kovulmuştur. Kula yakışan ise; sabır, şükür ve kanaatle Rabbine yaklaşmak, O’na lâyık kul olmaya gayret etmektir. Yoksa;
“Sana hırsı getiren nidâyı, yani ilhâmı, insan paralayan kurt uluması bil. Ki o nidâ, seni esfel-i sâfilîne götürür.” (Mesnevî, beyit: 5907)
Esfel-i sâfilîne düşmemek, dünyaya gafletle dalmamakla mümkün olacaktır. Çünkü insanın hırsının en önemli sebebi, dünyayı kazanma çabasıdır. Bütün hırsların kökeninde bu vardır. Mevlânâ Hazretleri dünyayı şöyle nitelendirir;
“Dünya nedir? Hudâ’dan gafil olmaktır.” (Mesnevî, beyit: 997)
İnsan bir kere Rabbine karşı gafil olmaya başladı mı, bütün hırslar sıra ile onu kuşatmaya başlar. Bu dünyanın geçici, âhiretin bâkî olduğunu unutur, ölümü unutur. Nefsî hüküm sürmeye başlar. Oysa Rabbimiz;
“Nefsini maddî ve mânevî kirlerden temizleyen, kesinlikle kurtuluşa erecektir.” (eş-Şems, 9) buyurmaktadır.
Dünya muhabbeti, lezzetler, uzun ömür isteği, muhterisin gözünü perdeler. Kanaatten ve şükürden uzaklaşır. Maddî lezzetler ile doyarken, mânevî lezzetlerden mahrum kalır. Doyumsuz bir şekilde sarılır dünyaya. Bu mutlu olmasını da engeller. Kalp cevheri paslanır. İlâhi taksime isyan eder. Bu yüzden Peygamber Efendimiz –sallâllâhu aleyhi ve sellem-;
“Âdemoğlunun iki vâdi dolusu malı olsa üçüncü bir vâdi daha arzu eder. Âdemoğlunun karnını ancak toprak doldurur. Allah tevbe eden kimsenin tevbesini kabul eder.” (Müslim, Zekât, 116) buyurmuşlardır. Bütün hırsların kökeninde dünya sevgisi vardır. Bu aşırı sevgi, bütün hırsları başlatır. İnsan; mala, mevkie, altına, baş olmaya, şehvete müptelâ olur. Oysa Allah, insanın yiyebileceği kadar rızkı kendine vermektedir. Lâkin insan, hırsından hep daha fazlasını ister. Allah Teâlâ’nın âhiret saâdetini kazanmak için verdiği ömrünü, hırslarına kurban eder. Âyet-i kerîmede buyurulur ki;
“Yemin olsun ki, sen onları (yahudiler gibi münkirleri) yaşamaya karşı insanların en hırslısı olarak bulursun.
•Putperestlerden her biri de arzular ki, bin sene yaşasın.
•Hâlbuki yaşatılması (uzun ömürlü olması), onu azaptan uzaklaştırmaz.
•Allah onların yapmakta olduklarını eksiksiz görür.” (el-Bakara, 96)
İnsanın bu hırsını temizlemeye çalışan, âhiretini kazanması için çaba gösteren mürşid-i kâmiller elbet her zaman vardır. Lâkin;
“Hırsından, gönül ehlinin kapısını terk ettin, ehl-i dünya dükkânları etrafında dolaşmaya başladın.” (Mesnevî, beyit: 8026)
Hakk’ın kapısında dursan ebedî lezzetlere kavuşacaktın. Dünya cîfesine kandın. Ne zaman tekrar Hakk’ın kapısında durmaya başlarsan;
“Her kim Hakk’ın cemâlini müşâhede ile berhudâr olursa; bu dünya, onun nazarında cîfe görünür.”
(Mesnevî, beyit: 4559)
Bu hâle erişebilmek için verilen ömrü iyi kullanmak ve dünyaya karşı harîs olmamak gerekir. Sayılı vakitlerde dünyadayız. Sonrası ise ebedî bir âlem. Akıllı insana yakışan, dünyayı kazanma hırsına ebedî âlemi helâk etmemektir. Bunu hepimiz biliriz, lâkin idrâk edemiyoruz belki de. Hattâ ilim sahipleri dahî bu konuda hırsının kurbanı olmaktadır.
“Mâlik bin Dînar, Hasan-ı Basrî’ye sorar:
«–Âlime verilen ceza nedir?
–Kalbinin ölmesi.
–Kalbin ölümü nedir?
–Dünya sevgisi ve hırsı.»” (Tezkiretü’l-Evliyâ, I, 67)
İnsanın dünyada uzun müddet hevâ ve hevesinin esiri olarak kalma hırsının arkasında, âhirete olan inanç zayıflığı vardır. Âhirete gereği gibi îmân edemeyen insan, dünyanın lezzetlerini haram-helâl hassâsiyeti gözetmeden yaşamak isteyecektir.
“Bu dünya, cîfedir, murdardır, kıymetsizdir! Böyle bir murdar için, ben nasıl harîs olabilirim?” (Mesnevî, beyit: 12201)
Eğer dünyaya karşı harîs olursak; âhirette ebedî azâbı yaşarız, dünyada ise mutsuz oluruz.
“Bak da gör, insanlar dünya nimetlerine nasıl dalmışlar; huzuru, mutluluğu kaybetmişler, gözler hırsla göz çukurlarında civa gibi kararsız bir hâle gelmiş.” (Dîvân-ı Kebîr, c. 1, beyit: 132)
(Devam edecek…)