EVLİLİK KORKUSUNUN EKONOMİK SEBEPLERİ
H. Kübra ERGİN hkubraergin571@gmail.com
Aileden bahseden yazılarda hep kullanılan bir ifadedir;
“Aile toplumun temelidir.” denir. Geçen gün gördüğüm bir yazıda;
“Toplumlar aile ile ayakta durur. Bir toplumun âsâyişi, huzuru, refâhı aile yapısının sağlam olmasına bağlıdır.” diyordu. Çok doğru, hattâ daha da fazlası söylenebilir. Ama bu ifadeler; sanki aile meselesine yönelik hassâsiyetin, ferdiyetçiliğe karşı cemiyetçi bir zihniyete mahsus olduğunu düşündürüyor. Aslında aile, ferdin kendi gayelerine ulaşmasında da çok önemli yere sahiptir. İster maddî ister mânevî olsun; insanın hayattaki gayelerine ulaşmasında, ailenin önemi çok büyüktür. Hattâ insanın ruh ve beden sıhhatine sahip olarak hayatını idâme ettirmesinde bile evliliğin faydası vardır. Bir ara bununla ilgili batıda yapılmış bir araştırmanın sonuçlarına rastlamıştım:
Evli ve bekâr kişilerin sağlık durumları karşılaştırılmış. Evlilerin; bekârlarla karşılaştırıldıkları zaman, ruh ve beden sağlıkları bakımından daha iyi oldukları anlaşılmış. Hattâ sadece mutlu evliler seçilmemiş, evliliğini yürütebilmiş evliler dâhil edilmiş. Bekârlar seçilirken ise; alkol ve uyuşturucu kullanan, sâbıkalı, psikiyatri hastası gibi kişiler dâhil edilmemiş. Evliliğin, insanları bu durumlardan koruması ise ayrı bir bahis. Buna rağmen; kalp sağlığı, beyin fonksiyonlarının korunması vs. açısından evliliğin iyi geldiği görülmüş.
Evlilerin daha tasarruflu bir hayat yaşayıp birikim yaptığı, mal mülk sahibi olduğu yönünde de çalışmalar var. Peygamber Efendimiz –sallâllâhu aleyhi ve sellem– de bunlara işaret ederek;
“–Kadını olmayan erkek miskindir (fakirdir), miskin!..” buyurmuş. Yanındakiler;
“–Çokça malı olsa da mı?” diye sorunca;
“–Evet, çokça malı olsa da!” buyurdu. Sonra da sözlerine devamla;
“–Kocası olmayan kadın da miskinedir.” buyurdu. Ashâb-ı kiram;
“–Çokça malı olsa da mı?” diye sorunca;
“–Evet, kadının çok malı olsa da!” buyurdu. (Beyhakî, Şuab, IV, 1917; Taberânî, Evsat, VI, 348)
Evet evlilik bir lüks değil ihtiyaç. Elbette evliliğin bu kerâmetlerinin ortaya çıkması için; doğru niyetlerle, doğru vasıtalarla, doğru kişiyle evlenilmesi lâzım. Zamanımızda en büyük problemlerden biri; evliliğe vesile olanların azlığı, buna mukabil engellerin çokluğu.
Evlenmeye niyetlenen bir gencin önüne bir sürü engel çıkıyor. Hep en kötü ihtimaller akla geliyor. Zaten gençler de endişeli.
Eski zamanlarda evlenen bir kişi, kendisinden ne bekleneceğini bilirdi. Roller belliydi. Şimdi hangi beklentilerle karşılaşacak, hangi suçlamalara maruz kalacak, bilememenin sıkıntısını yaşıyor.
Birçok genç boşanmaktan korkuyor. Bir anne, oğlunun kırk yaşına geldiğini ama evlenmekten çekindiğini anlatıyor;
“–Bu maaşla nasıl geçineceğim?” diye korkuyor. Çalışan bir hanımla evlenmek konusunda da endişeleri varmış. Çünkü ağabeyi boşanmış ve boşandıktan sonra psikolojik olarak çöküntü yaşamış.
Elbette her çalışan hanım boşanacak, diye bir şey yok. Veya belki de boşanmak yerine psikiyatri yardımı alınabilirdi. Ama hâlâ bizim toplumumuzda psikiyatri yardımına başvurmak, gözde büyütülüyor. Hâlbuki beyin de bir organdır, hasta olabilir. Asıl sıkıntı; kendini mükemmel görmek, yardıma ihtiyacı olduğunu kabul etmemek.
Bazı kötü tablolar moralleri bozuyor. İyice kılı kırk yarmaya, yumurtaya kulp takmaya ve en sonunda da ipe un sermeye doğru gidiyor.
Gençler hakkında peşin hükümlü cümleler kurmaya temâyülümüz var. Hâlbuki onlara merhametle bakıp, yardımcı olmamız gerekiyor.
Gerçekten bugün genç olmak kolay değil. Bir genç adam işe başvuruyor, beş yıllık tecrübe isteniyor. Peki iş vermezseniz o tecrübeyi nasıl kazanacak? Üstüne bir de hayatın gitgide daha masraflı olması, bu masrafın altına girmenin yürek ister hâle gelmesi…
Eskiden bir ailenin masrafı aşağı yukarı tahmin edilebilirdi. Bugün üst sınır yok. Kiralar, site aidatları, türlü türlü faturalar, taksitler…
Alışveriş artık bildiğimiz alışveriş olmaktan çıktı, başka bir şeye dönüştü. Mağazalar, marketler gitgide büyüyor. İçinde kaybolacağınız, birine yolu sormadan çıkışı bulamayacağınız lâbirentlere doğru gidiyor. Bu kadar çeşide ihtiyaç var mı gerçekten?
İnternetten alışveriş yapmanın câzibesiyle rekabet edebilmek için, dükkânlar da çeşitlerini artırmak zorunda kalıyor.
Hanımlar arası konuşmalara kulak kabartırsanız, alışverişin onların hayatındaki yeri hakkında endişe etmeye başlıyorsunuz. Alışveriş yapmak çok değerli hissettiriyor. Elbette satıcılar güler yüzlü, nâzik;
“–Size çok yakıştı.” diyor.
“–Ne kadar zevklisiniz.” diyor.
“–En beğenilen ürünümüzü seçtiniz, aferin size…” diyor. Bu kalabalık dünyada kendini en dipte hisseden bir ev hanımının kendini değerli hissettiği nâdir anlar…
Sonra yaptığı alışverişten bahsetmek bile çok zevkli;
“–Ben…” diye başlayan cümleler birbiriyle yarışıyor. “Ben bunu tercih ediyorum.” “Ben bunu beğeniyorum.” “Ben onu pek beğenmedim…”
Sonra ne kadar akıllı olduğunuzu da gösterebiliyorsunuz. Sağlıklı ürünlerden bahis açılıyor meselâ. Herkes, her şeyi biliyor. Ne kadar şuurlu, ne kadar bilgili, ne kadar hassas, ne kadar… olduğunu hissediyor ve ispat ediyor.
Öyle tepeden bakarak, kızarak söylemiyorum. Olsun. Varsın olsun. Helâl dairesinde mutlu olsunlar, kendilerini iyi hissetsinler. Zararı yok. Ama bu da bütçe istiyor. Bu gidişle evlenmek, kalburüstü bir kesime ait bir imtiyaz hâline gelecek.
Bir de alışveriş illâ mutlu etmiyor. Birçok zaman alışveriş yapmak o kadar önemli hâle geliyor ki, istediği ölçüde yapamamak mutsuz ediyor.
Alışveriş; artık sadece evden çıkıp, alışveriş mekânlarına gidilip yapılması gereken bir şey de değil. Evinizde bile size musallat oluyorlar. Bir arkadaş şikâyet ediyor:
“–Kızımı işten çıkardılar. İnternet alışveriş sitesinde bazı ürünlere; «İndirime girince haber ver!» diye işaretleme yapmış. Oradan bildirim geldikçe morali bozuluyor. «Tam da almak istediğim şeyler ucuzladı ama benim maaşım yok, nasıl alacağım?» diye ağlamaklı bir hâlde dolaşıyor.”
Gerçekten alışveriş yapmak; artık normal ihtiyaçları temin etmekten ibaret bir şey olmaktan çıktı, başka bir şeye dönüşüyor. Alışveriş bağımlılığı, çoktan konuşmalara girdi. Hattâ bununla övünülüyor.
Bu arada alışveriş bağımlılığı, bir psikiyatrik probleme işaret ediyor olabilir. Dikkat eksikliği denilince; genellikle akla hiperaktif oğlan çocukları gelir, ama aslında dikkat eksikliğinin farklı türleri var ve yetişkinlikte de devam edebiliyor. Kadınlarda en sık görülen «dürtülerle hareket etmek» diye tabir edilen türü. Bu sıkıntıyı yaşayanlar; bazen alışveriş yapar, eve getirir, dolaba atar ve unutur. Sonra tekrar alır.
Dürtülerle hareket etmek sonucu; sadece satın almakla ilgili değil, iş yapmakta ve hayatlarını yönetmekte de zorluk çekerler. Buzlukta ve dolaplarda bir sürü malzeme vardır; ama bunlarla yemek yapmak yerine, gidip yine alışveriş yaparlar.
Hanımının alışverişleriyle ilgili sıkıntıları olan beylere tavsiyem, dolaplarını kontrol edip hatırlatma yapsınlar. Başka sıkıntılar da varsa bir psikiyatra götürmek gerekebilir. Endişe etmesinler ve hemen damgalamasınlar. Tedavi edilebilir bir problemdir, yeter ki müsbet yaklaşılsın. Tatlı dille, merhametle iknâ edilip, bir tedavi ve terapi programı düzenlenebilir.
Hepimiz eksik ve noksan varlıklarız. Hele bu zamanın tuzakları içinde; en ufak bir ârıza, büyük problemleri tetikleyebiliyor.
Bir başka problemimiz de şu; tüketici olmak gitgide câzip hâle gelirken, üretken olmak için her geçen gün çember daralıyor.
Meselâ; evde yaprak sarması, börek, mantı vs. yaparak hayır yapan hanımlar var. Bazı hanımlar da aile bütçesine katkı yapmak için üretiyorlar. Güzel bir şey. Ama şöyle problemleri var:
Asma yaprağı çok pahalandı. Kurutulmuş sebzeler vs. aynı şekilde. Normalde sarma, dolma gibi yemekler; hanımların emeğini katarak ucuza mâl ettiği bir şeydi. Bunun yanında unlu mamuller her yerde satılıyor. İster marketlerin buzluğundan al, istediğin zaman kullan. İstersen marketlerin fırın bölümünden sıcak sıcak al. “Uğraşmaya değmiyor.” Sırf sıcak simit almak için markete gidip, bir sepet dolusu alışverişle çıkanlar oluyor.
İnsan maddî bir çevre içinde yaşıyor, bu çevreden etkileniyor. Mâneviyâtı, psikolojisi, sağlığı, her şeyi karşılıklı etkileniyor. Hattâ devletlerin ekonomi programı da etkileniyor. Enflâsyonu düşürme programı, istenen ölçüde etkili olmuyor.
Eskiden aileler; yaz aylarında köye gider, tarlalarda çalışır, sonbaharda şehre dönerken yanlarında bir sürü mahsul getirirdi. Şimdi onlar da azaldı. Köydeki aile büyükleri yaşlandı veya vefât etti. Beş kişiden daha az nüfusu olan köylerden bahsediliyor.
Bu arada birçok hanım; üretken olmanın faydalarını göz ardı ediyor, tüketmenin zevkine bağımlı oluyor. Hâlbuki üretmenin pek çok faydası ve şifâsı var.
Şifâ her zaman satın alınan şeylerle ilgili değildir. Aynı gıdâyı iki kişi yer, birinde hastalık yapar birinde şifâ olur. Nasıl oluyor? Gönlü huzurlu insan yediği zaman şifâ olur, gönlü bulanık insan yiyince hastalık olur. Bunu artık doktorlar da söylüyor. Stres hormonlarının aşırı ve devamlı salgılanması; bağışıklık sisteminin kafasını karıştırıyor, otoimmün hastalıklar ortaya çıkıyor.
Hanımlar hem masraflı hem hastalıklı hem huzursuz olunca erkekler de niye başlarına dert alsınlar? Bekâr yaşayıp kendi parasını kendi harcamak daha câzip geliyor.
Bu tespitlerin sonunda genç kardeşlerimize bir de güzel örnek vereyim. Genç hâfız kardeşlerimiz evlenip yuvalarını kurmuşlar. Biz de tebrike gittik. Merak ediyorum, çünkü hikâyelerini duydum. Genç kardeşimiz;
“–Görmeme bile gerek yok, sadece şartlarımı kabul etsin yeter. Benden aşırı dünyalık istemeyecek. İslâm’a hizmet etmeme destek olacak. Evde mânevî hayata dikkat edecek ve çocuklarımızı da bu ortamda yetiştirecek.” demiş.
Genç kızımız da aynı şekilde mukabele etmiş:
“–Benim de görmeme gerek yok. Hepsine kabul ama o da tutarlı olacak. Evde televizyon olmayacak, internette fazla vakit geçirmeyecek. Güzel örnek olacak…”
Gittiğim zaman gördüm, ikisi de güzellik bakımından eksiksiz ve çok sevimliler. Birbirlerine çok yakışmışlar. Çok sade ve hoş bir evleri var. Bir de sevimli bebekleri… Mâşâallah!..
Kısacası, genç kardeşlerimiz o kadar da morallerini bozmasınlar. Muhakkak ki Allah Teâlâ bu dîni kıyâmete kadar ayakta tutan nesiller yaratacak. Bize düşen vesile olmak.