Eğitimde Geçmişten Geleceğe Köprü Kurmak Adına, FATİH NESLİ YETİŞTİRMEK ŞARTTIR!
Nurten Selma ÇEVİKOĞLU nurtencevikoglu@hotmail.com
Bilindiği üzere Mayıs ayı denince akla İstanbul’un fethi gelir. Bütün dünyanın hayranlıkla seyrettiği güzel İstanbul’umuzu alan, bir güzel genç delikanlı komutan, Sultan Fatih gelir hep hatırımıza. Öteden beri; İstanbul’un fatihini, genç neslimizin mutlaka rehber alınacak, örnek bir şahsiyet olarak mutlaka tanıması gerektiğini, çevremize anlatır, söyler dururuz. Ve yine bir eğitimci olarak deriz ki; bizi biz yapan, mânevî ve maddî donanımlarıyla etraflarına yepyeni çığır açan şahsiyetlerimizin, neslimize ders olarak öğretilmesi, işlenmesi, anlatılması şarttır. Dolayısıyla gençlerimiz; tarihimizin bu şerefli geçmiş birikimlerini, kendine örnek alsın. Neticede neslimiz; kendisine güzel sunulan bu kahramanlarımızı, zihnî hâfızasına doğru bir şekilde kodlasınlar ve bir süre sonra onlar da benzer güzel davranışlar sergileyebilsinler.
Şunu bilelim ki, fıtrat güzele meyillidir. Ancak şunu da bilelim ki, insan fıtratını merkeze almayan bir eğitim ile nesil yetiştirilemez. Eğer gençlere helâl-haram, günah-sevap kavramlarını; din, îman ve ahlâk ölçülerini vermezseniz; onları neye göre hareket edeceğini bilmeyen, kendisine; «Böyle ol!» diye dayatılan çirkinliklere doğru savrulan bir duruma getirirsiniz. Bugün maalesef gençlerimiz bu hâldeler. Biz diyoruz ki;
▶Mayıs ayında eğitim alanında geçmişten geleceğe köprü kurmak adına; İstanbul’un fatihi, Fatih Sultan Mehmed Han’ın genç neslimize tanıtılması elzemdir.
Şöyle ortalıkta gezinen gençlere baktığımızda, manzara şu minvaldedir: Vücutlarının en olmadık yerlerinde alabildiğince belirgin dövmeler, yırtık-pırtık kıyafetler; kızların vücutlarının en mahrem yerlerini ulu orta ortaya koyucu, son derece kayıtsız, giysi görünümlü küçücük bez parçaları (!); erkeklerde kulaklar küpeli, kimi saçlarını tümüyle kazıtmış dazlak bir vaziyette, kiminin başının tam tepesinde aynı horoz gibi dümdüz bırakılmış bir tutam saç arz-ı endam ediyor, kiminde saçlar topuz yapılmış çeşit çeşit tokalar vb. Ne olduğu belirsiz erkek görünümlü kız fonlamaları!.. Hayret bir şey! Ya hiçbir ahlâkî çerçeveye sığmayan davranış şekillerine ne demeli? Yeni yetişen nesil gerçekten acınası bir hâlde! Bir yetişkin olarak gayet üzülüyorum. Şerefli bir geçmişe sahip bir milletin evlâtları böyle olmamalıydı. Bu hâl, modern Türkiye’nin hiçbir kaideyi takmayan modern gençlerini yansıtıyor. Ancak; «Onlara ne verildi ki, ne bekliyoruz?» diye de sormadan edemiyorum. Biz diyoruz ki;
▶Mayıs ayında eğitim alanında geçmişten geleceğe köprü kurmak adına; İstanbul’un fatihi, Fatih Sultan Mehmed Han’ın genç neslimize tanıtılması elzemdir.
Bugün neredeyse yediden yetmişe herkesin âdeta zihnine kazınan özgürlük anlayışını, biz asla doğru bulmuyoruz. Şurası bilinmeli ki; sınırsız bir özgürlük anlayışı olamaz, olmamalı. İnsanlar birbirlerine saygı duymalı, yapılan ölçüsüz davranışlarla toplumun ahlâkî normları ihlâl edilmemeli. Senin özgürlük anlayışın, «benim inançlarıma ve yaşantı biçimime zarar veriyor ve beni huzursuz kılıyorsa» böyle bir özgürlük anlayışı kabul edilemez. Zaten bu durum özgürlük değil; ölçüsüzlük ve çerçevesizlik dayatması olur ki, bugün tam bu minval üzereyiz. Ben bir anne olarak ve dahî tecrübeli bir eğitimci olarak; gençlerin sokaklarda veya diğer mekânlarda, bu kadar fütursuzca, özgür ve ahlâksız davranışlar sergilemesine taraftar değilim, şikâyetçiyim ama «mahalle baskısından» şikâyetçi olamıyorum. Bu nasıl özgürlük anlayışı?!. Benim hürriyetim yok mu? İstemiyorum bazı gençlerin böyle «serseri mayın» gibi dolaşmalarını. Çünkü onların bu hâli, diğer gençleri kötü etkiliyor. Menfî emsal teşkil ediyor. Herkes keyfine geldiği gibi, canının istediği gibi dolaşamaz. Bir toplumda yaşayan değerler ve kurallar vardır, onlar ihlâl edilemez. Bu mesele adı -sözüm ona- millî olan eğitimin en önemli meselesidir. Ve biz diyoruz ki;
▶Mayıs ayında eğitim alanında geçmişten geleceğe köprü kurmak adına; İstanbul’un fatihi, Fatih Sultan Mehmed Han’ın genç neslimize tanıtılması elzemdir.
Bugüne kadar eğitimde her şey kuru bilgiye endekslendiğinden, ne yazık ki ruhlar hep ihmal edilmiştir. Hep deriz; «Eğitimin içinin dolması lâzım!» diye. İçi dolmayan eğitim; işte böyle insânî özellikleri noksan, kural tanımayan, hissî boyutu körelmiş nesilleri ortaya çıkarır. Hele şimdi bir de dijital eğitimin, ışıklı ve hızlı çocukları geliyor. Gelecekte, onlar da ayrı bir problem. Bir dokunmayla pek çok bilgiyi önünde bulan bu yeni nesiller, öğretmene dahî ihtiyaç duymaz hâldeler. Öğretmen ancak, onlara o teknolojiye nasıl erişebileceklerini gösteren bir mekanizma vazifesi îfâ ediyor. Hâlbuki öğretmen eskiden, güzel ahlâkî birikimlerinden istifade edilen bir aydınlatıcı rehber konumundaydı. Hepimizin; verdikleriyle unutulmayan öğretmenleri olmuştur, hâlâ onları konuşuruz. Şimdi var mı böyleleri veya kaldı mı? Biz diyoruz ki;
▶Mayıs ayında eğitim alanında geçmişten geleceğe köprü kurmak adına; İstanbul’un fatihi, Fatih Sultan Mehmed Han’ın genç neslimize tanıtılması elzemdir.
Bugün eğitimde son teknolojiyle donatılmış teknik materyallerle, gençler eğitim görüyorlar ama ruh yok. Gençler örnek ve iyi ahlâklı eğitmenlerle hemhâl olmadan nasıl hayata hazırlanacaklar? İdealsiz, gayesiz, hedefsiz eğitim olur mu? İnsanın bir gayesi olmalı ki, onun hayali ve heyecanıyla okula gelsin. Eğitim; bir yönüyle, geçmişteki değer birikimlerimizi yeni nesle en mükemmel bir şekilde aktarma çalışmasıdır. Yoksa medeniyet tarihimiz, gençlere nasıl aktarılacak? Bugün sabahlara kadar seyredilen yabancı filmlerle davranışları biçimlenen, zihinleri yıkanan gençlerle baş başayız. Bunlara çözüm bulunmalı. Biz de diyoruz ki;
▶Mayıs ayında eğitim alanında geçmişten geleceğe köprü kurmak adına; İstanbul’un fatihi, Fatih Sultan Mehmed Han’ın genç neslimize tanıtılması elzemdir.
Aynı zamanda okullarda olsun, evlerde olsun; mutlaka gençlere sorumluluk verilmelidir. Bugün hep hazıra konan, tembel ruhlu, bencil, asalak bir nesil yetiştirilmiştir. Sorumluluk, gence kazandırılması gereken en ehemmiyetli davranıştır. Pek tabiî genç; önce dînine karşı, sonra aileye, sonra hocalara ve kendine karşı da sorumluluk sahibi olmalıdır. Sorumsuz bir gençten; ne kendine, ne vatanına, ne de milletine hayır gelir.
İyi bir eğitim ile; insan, millet, ülke gelişimi gerçekleştirilebilir. Aklı hür, vicdanı hür, üretken, çalışkan, başarılı, cesur, kendine güvenen nesiller; iyi bir eğitimle yetiştirilebilir. İyi bir eğitimin içine, kişilerin; mânevî, rûhî, ahlâkî eğitimleri de girer. Bir ülkede yaşayan değerleri bir kenara iterek yapılan eğitim, daima eksik bir eğitimdir. Eksik eğitimler; eksikli fertler ortaya çıkarır, onlarla da istenen başarı gelmez. Biz diyoruz ki;
▶Mayıs ayında eğitim alanında geçmişten geleceğe köprü kurmak adına; İstanbul’un fatihi, Fatih Sultan Mehmed Han’ın genç neslimize tanıtılması elzemdir.
Bizim kültürümüzde yerleşik olan, düşünen, akleden, fikreden, akl-ı selîm, zevk-i selîm, kalb-i selîm sahibi îmanlı insan yetiştirme modeli hedef alınmalıydı. Tabiî bu; senelerdir yanlış işleyen eğitim sistemiyle olmaz, olamaz. Gençleri; dinden, îmandan, Kur’ân’dan, Peygamber’inden uzaklaştırınca, ele ne geçti? Koskoca bir hiç. Gayesiz, başıboş, ne yapacağını bilmeyen; sadece haz ve hislerinin esiri bir nesil çıktı meydana. Din; Diyanet İşleri Başkanlığına, camilere, İmam-Hatip okullarına, ilâhiyatlara ve vicdanlara havâle edilemez. Din, hayatın merkezine konmalı. Din, hayatın dışına konunca olanlar oldu. Biz de diyoruz ki;
▶Mayıs ayında eğitim alanında geçmişten geleceğe köprü kurmak adına; İstanbul’un fatihi, Fatih Sultan Mehmed Han’ın genç neslimize tanıtılması elzemdir.
Geçmişten bugüne zihinler ve yürekler işgal altındadır. Düşünme mekanizmaları işlemez hâle getirilmiştir. Batı programlı eğitim sisteminde; nitelik değil, nicelik önemlidir. İnsanın rûhî melekelerini yok sayan, sadece kuru bilgiye dayanan, kafa çalıştırmaktan çok, ezbere kitâbî bilgi veren bu eğitim sistemi artık iflâs etmiştir. «Varlık hakikatinden değil» yalnızca «görünür geçici sahteliklerden» hareket eden bu sistemin kendisine dahî hayrı yoktur. Neresinden tutarsanız elinizde kalıyor. Biz diyoruz ki;
▶Mayıs ayında eğitim alanında geçmişten geleceğe köprü kurmak adına; İstanbul’un fatihi, Fatih Sultan Mehmed Han’ın genç neslimize tanıtılması elzemdir.
İnsanı öncelemeyen ve önemsemeyen eğitim sistemlerinin, sürekliliği ve neticesi olmaz. Hak ve hakikat bilgisi; ahlâk ve inanç ile harmanlanarak verildiğinde, insanın değeri ortaya çıkar. O zaman; vicdan, hikmet, irfan, fazîlet mefhumları gündeme girer. İlmî bilgilerle birlikte; sevgi, kardeşlik, saygı, merhamet, şefkat gibi hasletleri nesle kazandırmazsanız; o zaman sadece diploma almaya odaklanmış, diplomalı ama insâniyet yoksunu, zamana köle olmuş, ruhsuz insanlar yetiştirmiş olursunuz. Bu, eğitimden beklenmeyen bir durumdur.
Peki, eğitim, eğitimcilerden neler istiyor?
Eğitim; ilme dayalı bilgi, birikim, teknoloji, emek, gayret, sabır, fedâkârlık, maddî ve mânevî donanım istiyor. İlmî bilgi birikimi, eğitimde ilk ihtiyaç gibi görünür. Yirmi birinci asır çağdaş teknolojisine hâkim olma becerisi de, eğitimde önemli bir ihtiyaçtır. Bunlar eğitimin ilk basamaklarının olmazsa olmazlarıdır. Sayılanların bulunmadığı durumlarda, zaten eğitimden söz edilemez. Ancak sadece bahsedilen maddî donanımların bulunduğu eğitim ortamlarının içi doldurulmaz ise; o eğitim, ruhsuz, betonlaşmış bir eğitim olur.
Bugünkü nesle sunulan eğitim; işte tam bu bahsedilen, içi boşaltılmış, ruhsuz bir eğitimdir. Günümüz nesli, yalnızca çağdaş verilerle doldurulmuş bir beyin sarhoşluğu yaşıyor. Kof bilgi, insan şahsiyetlerini yönlendirmede etkili olamıyor. Yine bilim ve teknoloji, şahsiyetleri doğru biçimde şekillendiremiyor.
Eğitim bozukluğu sebebiyle, yeni yetişen nesillerde şahsiyet savrulması yaşanıyor. Bunun sebeplerine baktığımızda; dünyevî gelecek endişesi, makam ve mevki arzuları, adâletten sapma, ahlâkî düsturlardan taviz verme, günübirlik hayat, çıkarcılık, şahsî zaaflar, ferdî bağımlılıklar, hevâ ve heves peşinde koşma, zihnî dağınıklık, fikrî bozukluklar ve hakikatten kopma gibi problemleri sıralayabiliriz. Bu yanlışlardan kurtulmak için; eğitim sistemimize mânevî değerlerimizi koyarak, yeniden bir rota çizebiliriz.
Şurası iyice bilinmelidir ki; ülkenin halledilmesi gereken en âcil, en hayâtî, en temel problemi «eğitim» meselesidir. Bu hususu hep söyler ve yazarız.
Günümüzde âdeta; «gençler dînî prensipleri benimsemesin» diye elden ne gelirse yapılıyor. Bilgisayar, internet, sosyal medya çılgınlığıyla, yeni nesil her yandan kuşatılıyor. Pek çok faydasızla; bilim ve teknoloji adına, gençler meşgul ediliyor. Böylece genç; kendisi için asıl faydalı olana, bir türlü yaklaşamıyor. İstikbâlimizin teminatı gençlerimiz; aldatıcı bâtıl değerlerle, tükenmişliğe doğru sürükleniyor. Yeni neslimizin, üç kuruş etmez İslâm dışı öğretilerden sıyrılması gerekiyor. Onlara; aklı, bilimi ve gücü kutsayan; insanları aşırı özgüven sarhoşluğuna götüren eğitim sistemi benimsetilmemelidir. Zira nefsi önceleyen, modern çağın kutsadığı değerler; fıtratı zorluyor, iç âlemi köreltiyor. Neticede; ruhsuz, şahsiyetsiz, hiçbir değeri önemsemeyen, günaha aldırmayan, hiçbir şeyden dertlenmeyen, hissiz bir nesil yetişiyor.
Yoz ve sığ bir kültür hayatı, yabancı değerlerin çok çabuk kabul görmesi; neslimizi yani geleceğimizi yok ediyor. Gençlere bir coşku ve heyecan sunamayan bu ruhsuz eğitim, seviyeli bir gelecek realitesi sergileyemeyen böylesi bir kültür yaşantısı, yeni nesle ufuk veremiyor. İstikbâle dönük bir ideali olmayan, çabuktan «köşeyi dönme» veya «köşe olma» projelerine bel bağlayan bugünkü eğitim sisteminin çocukları ve gençleri doğrusu bizi endişelendiriyor.
Bahsettiğimiz problemler; işin kabuğundaki değil, özündeki sıkıntılardır.
Bunları yazıyoruz diye ümitsiz olduğumuz düşünülmesin. Tabiî ki çok değerli gençlerimiz de var, yenileri de artarak yetişiyor. Ancak eğitimciler olarak; ülke genelinde, eğitim politikamızda, millîlik ve mânevîliğin yanı sıra, değerlere sahip çıkma anlayışının mutlaka hâkim olmasını arzu ediyoruz. Şerefli tarihimizden, geleceğe yön veren şahsiyetlerimizin mutlaka ama mutlaka gençlere tanıtılması, benimsetilmesi şarttır. Elin adamları; Karl Marks, Lenin, Stalin gibilerini kendilerine ideal olarak alıp benimsemiş. Peki bizimkilere ne olmuş? Bizim geçmişimizdeki tarihî birikimlerimiz; kitapların tozlu sayfalarını değil, yeni neslimizin akıllarını, zihinlerini süslemeli; gençlere yeni, farklı ufuklar açmalı.
Şurası kesin ki, tarafsız eğitim olmaz. Eğitimde tarafımızı belirlemeliyiz. Doğruluğun, iyiliğin, güzelliğin, çalışmanın, temizliğin, ahlâklı olmanın tarafı olmamız lâzım. Hayrı anlatıp, hayır sevdalısı yetiştirmeliyiz; şerri yerip, şerri sevmeyenlerin sayısını çoğaltmalıyız.
Zira bugün; vuran, kıran, yıkan, acımasızca herkesin birbirine ölüm saçtığı bir vahşî dünyada yaşamaktayız. Evlât, ana-babasına bıçak çekerken; ana-baba, evlâdına kurşun sıkıyor. Aileler ve akrabalar çeşitli sudan bahanelerle birbirine kin ve ölüm kusuyor, mahkeme salonları kana bulanıyor. Birbirine zıt gruplar, farklı kimlik çatışmaları, mezhep didişmeleri neticesi; milletler, ülkeler kıyasıya birbiriyle ölüm savaşına giriyor. Kısa bir zaman öncesinde, ülke yöneticileri (Suriye) halkının başına bombalar yağdırarak; «Ya bana itaat edersin ya da ölmeyi seçersin!» anlamında, insanların hayat haklarını ellerinden alma cüretini gösterdi. Onlara akılalmaz işkenceler yapıldı. «Sednaya hapishânesini» hatırlatıyorum. Daha yazmak istemiyorum, şu çizdiğim olumsuz tablolar maalesef yaşandı
Peki, ne yapabiliriz? Biz; tüm yaşanan olumsuzlukların, eğitimle çözülebileceğine inananlardanız. Ancak tabiî bu iş; emek ve zaman istiyor. İnsanlara bu şuuru kazandırmak kolay değil.
Evet, eğer medenî bir toplum olduğumuzu iddia ediyorsak; «Tüm insânî problemler, her çeşit sıkıntılar, insânî metotlarla çözülebilir.» diyoruz ve çözülmelidir de. Çok affedersiniz; birbirimizi yiyerek değil, birbirimizi dinleyerek ve birbirimize saygı göstererek, aramızdaki ihtilâfları giderebiliriz. Kaba kuvvet gibi son derece nezâketsiz, seviyesiz bir tarzla aradaki ihtilâflı meseleler giderilemez. Aksi takdirde anlaşmazlıklar, yıllarca kan dâvâsı misâli sürer gider. Nitekim memleketimizde Türk-Kürt, Alevî-Sünnî probleminde öyle olmadı mı? Diyoruz ki; «Biz insanız, aramızdaki her problemli konu, eğitim yoluyla giderilmelidir.» En insânî yol budur.
Eğitim; insanın ve toplumun; doğruya, iyiye ve güzele yönelik değişiminde birinci sırada etkilidir. Bu yönüyle eğitim, âdeta bir bahçıvanlık işidir. Bahçıvan, iyi bir verim almak istiyorsa; bağını, bahçesini, tarlasını sürecek, ekecek, sulayacak, gerekirse gübre kullanacak, aradaki zararlı haşerâtı temizleyecek yani emek verecek ki; iyi bir mahsul elde edebilsin. İyi bir ürün alabilmek için; öyle hemen tohumu atıyorsun, ertesi günü mahsul çıkmıyor. Olması, meyveye durması için bekliyorsun, zaman gerekiyor. İşte eğitim de aynen böyle…
Eğitime tarihî boyutla da bakılmalıdır. Bir milletin varlık ve bekāsı eğitime bağlıdır. Milletleri ayakta tutacak «millî ruh», eğitim yoluyla kazanılır. Ancak adı «millî» olan eğitim ile yeni nesle «millî ruh», «millî şuur», «millî heyecan» verilebilir. Yetiştireceğimiz nesillere her devirde, mutlaka «millî şuur» verilmelidir. Milletlerin varlığı, ancak bu ruh ile geleceğe taşınır. Ve bu ehemmiyetli husus, hiçbir politik akıma kurban edilemeyecek kadar hayâtî önem taşır. Bir eğitim sistemi asla ve asla geçmişle köprü kurmadan başarıyı yakalayamaz.
Daha güzel günlere doğru…