Tarihçesi, Mânâsı ve Fıkhıyla; KURBAN
Dr. Ahmet Hamdi YILDIRIM
İnsan, Allâh’a kulluk etmek üzere yaratıldı ve dünyaya indirildi. İnsanlık aile hâlinde çoğalacaktı: Ona eş verildi. Çocuk verildi. Dünya nimetleri de o imtihan dershânesinin bir dekoru olarak, insana âmâde kılındı.
İnsan bu dünyada; kadın, çocuk, tarla, saban, ev bark, at, deve, inek, altın, gümüş, eşya derken, asıl vazifesinden koptu. Dünya hayatı, eşler ve çocuklar, mal ve mülk, insan için birer imtihan oldu.
Cenâb-ı Hak; tâ Hazret-i Âdem devrinden beri, kurban istedi. Kullarının, en sevdikleri dünya nimetlerini kendisine adayıp adamayacaklarını, fedâ edip etmeyeceklerini imtihan etmeyi murad buyurdu.
Cenâb-ı Hak, her şeyi bilir. Öyleyse bu imtihan nedir?
Anlaşılır bir misal verelim:
Bir öğretmen, bir sene boyunca meşgul olduğu talebelerinin seviyelerini bilmez mi? Bilir. Niye imtihan yapar? Hem de birkaç yazılı ve sözlü imtihan yapar. Sebebi şudur:
“–Ben biliyorum senin seviyeni, ama sen de kendi durumunu bil. Mazeret ileri süremeyeceğin şekilde, neyi öğrenip neyi öğrenmediğini, neyi ifade edip neyi edemediğini gözlerinle gör…”
Cenâb-ı Allah imtihan ediyor. Melekleri şâhit tutuyor, bir de amel defterine yazdırıyor. Bir de uzuvlarımızı; bulunduğumuz mekânları, şâhitlik edecek şekilde konuşturuyor. Hepsi nefsimize karşı hüccet olarak…
Cenâb-ı Hak, peygamberlerini de böyle imtihanlardan geçirir. Orada da, seçkin, sâlih, sıddîk kullarını, diğer kullarına göstermek, onların mazhariyetlerini, fedâkârlıklarını ümmetlerine, insanlığa sergilemek murâdı vardır. Allâhu a‘lem…
Rivâyetlere göre;
Âdem –aleyhisselâm-’ın iki oğlundan Kābil ziraatle, Hâbil hayvancılıkla meşgul idi. Bir münasebetle Cenâb-ı Hakk’a kendi meşgul oldukları sahadan takdimeler sundular.
•Hâbil; en semiz, en kıymetli hayvanını Cenâb-ı Allâh’a kurban olarak takdim etti.
•Kābil ise mahsûlün en değersizini, en kötüsünü kurban olarak takdim etti.
İlk şerîatlerde, kurban olarak takdim edilen şeyler yüksekçe bir tepeye konulurdu. Gökten bir ateş gelip onu yakarsa kabul olduğu anlaşılıyordu.1
Rasûlullah Efendimiz’in âlemlere rahmet olmasının bir vesilesi olarak belki de; günahlarımız yüzümüze vurulmuyor, amellerimizin reddedilişi suratımıza çarpılmıyor. Setrediliyor. Kurbanlarımızın etlerinden yiyebiliyor, istifade edebiliyoruz.
Kurban hâdisesi bir de Hazret-i İbrahim’de bize tecellî ettirildi ve seyrettirildi. Hazret-i İbrahim önce kendini kurban etti. Koca bir kavmin putlarını bir başına kırıp geçirdi. Bu bir fedâîlik idi. Tevhîdin fedâîsi oldu. Ateşe atılmakla cezalandırılacaktı. Son âna kadar tam teslîmiyet ile devam etti. Cenâb-ı Hak, ateşi gül bahçesi eyledi.2
Eline geçen sürüleri, mal ve mülkü de kolayca Allah yolunda fedâ etti.
Sırada imtihanın en zorlusu vardı. İbrahim –aleyhisselâm-’ın 80-90 yaşına kadar evlâdı olmamıştı. Sonra Mısır’dan gelen Hacer Vâlidemiz’den bir evlâdı oldu: Hazret-i İsmail… Bir ömür evlât hasretinden sonra; o büyük peygamber, yüreğindeki çocuk sevgisiyle de imtihan edildi.
Rüyasında, o evlâdını kurban ettiğini gördü.
Dikkat edelim:
Bizler Rasûlullah –sallâllâhu aleyhi ve sellem– Efendimiz’in getirdiği Kitap ve Sünnet ile yani şer-‘i şerîf ile mes’ûlüz. Biz rüyamızla amel etmeyiz. Şerîatla amel ederiz. Lâkin bir peygamber için, rüya vahiy yollarından biridir. Peygamberimiz sâdık rüyayı; «Nübüvvetin kırk altı cüz’ünden biri» olarak vasfetmiştir.3 Peygamberimiz; Hirâ’da ilk vahyi almadan önce altı ay, gün gibi apaçık rüyalar görmüştür.
Hazret-i İbrahim, buna rağmen rüyadan emin olmak istedi. Tekrar tekrar aynı rüyayı gördü.
Allah Teâlâ niye evlâdını kurban etmesini istiyordu? Rivâyetlerde, Hazret-i İbrahim’in bir zellesi veya geçmiş bir adağı zikrediliyor. Lâkin işin özü, başta dile getirdiğimiz husustur:
–Rabbin mi canın mı?
–Rabbin mi malın mı?
–Rabbin mi evlâdın mı?
Muhabbet terazisinde, daima; seni yaratan, sana her şeyini veren zâtın sevgisi, hakkı, emri ve rızâsı ağır basmalı…4 Bunu öğretecek bir imtihandı bu.
Hazret-i İbrahim, oğluna da açtı mevzuyu. Baba oğul denince; evlâdın 30-40 yaşlarına geldiği, artık sevimli çağlarının geçtiği bir tablo değil. Evlât sevincini oldukça geç bir yaşta tatmış bir pîr-i fânî ve karşısında tam da sevimlilik çağında bir evlât!..
Hazret-i İsmail müthiş bir olgunlukla karşıladı. Buradaki cevap da, kıssa hakkında bizi aydınlatıyor:
“–Baba, rüyanda gördüğünü yap!” demedi.
“–İstediğini yap!” demedi.
“–Emrolunduğunu yap!” dedi. “Beni de o emrolunduğun şeye teslim olanlardan, sabredenlerden bulacaksın Allâh’ın izniyle!” diye babasına yardımcı oldu.5
Bazı anlayışsız kişiler, kurban hakikatini idrâk edemiyor.
•Emreden, Âlemlerin Rabbi!..
•Boyun büken de iki peygamberi…
Hazret-i İbrahim, oğlunu arkadan hançerlemiyor. Uçurumdan itelemiyor. Bir ibâdeti, bir takdimi gerçekleştirmek üzere hazır olduğunu beyan ediyor. Huşû içinde, şefkat içinde, merhamet içinde… Ama;
“–Gönlümde Rabbimin yerini kimse alamaz! Oğlum bile!” diyerek… Tıpkı kendi canını hiçe sayıp ateşe yürüdüğü gibi.
Büyük zâtların menkıbelerine inanmayanlar olur. Şu kadar sürede şunu nasıl yapmışlar, bunu nasıl okuyup bitirmişler, sabaha kadar nasıl kıyamda, secdede durmuşlar vs. Mübalâğa zannederler, uydurulmuş addederler.
Hâlbuki bu zâtlar, hakikaten üst seviyede insanlar. Üsve-i hasene peygamberler… Azim sahibi rasûller…
Evet, onlar rüyayı tasdik edince; bıçak kesmez oldu, ateşin yakmaz olduğu gibi. Onlar kulluk imtihanında, araya hiçbir varlığı sokmayınca; Allah da Hazret-i İbrahim’i «Halîl» eyledi.6 Araya hiçbir varlığın giremediği kadar yakın dost kıldı.
Kıssadan hisseyi almak lâzım. Bugün kimse; «Oğlunu kes, kurban et!» demiyor.
Fakat;
“–Oğlunu / kızını namaza, sabah namazına kaldır!” diyor.
Kaldırabiliyor muyuz?
Bazısı yakınıyor;
“–Kaldıramıyorum. Kalkmıyor ne yapayım?”
“Bir insan bir insanı nasıl kurban edermiş!” diye feveran eden birine soralım:
“–Evinizde yangın çıksa, evlâdınız da uyuyor olsa, uykusu da ağır, uyandıramadınız, ne yaparsınız? Kendi hâline bırakır mısınız?”
“–Olur mu öyle şey! Kafasına bir kova soğuk su dökerim. Gerekirse; kolundan bacağından çeker, sürükler yine çıkarırım dışarı!” diye cevap verir.
Evlâdımızın namazsızlığını, gözümüzün önünde boğazlanarak can verişi kadar fecî, bir yangında cayır cayır yanışı kadar elem verici bir manzara olarak görebilseydik, namaza kaldırabilirdik. Evlâdımızı o duygularla yetiştirmiş olduğumuz için, belki o bizden önce kalkardı, boynunu kıbleye uzatırdı, İsmail –aleyhisselâm– gibi…
Sadece namaz değil, bütün ilâhî emirler ve yasaklar hususunda evlâdımızla bir hasbihâl içinde miyiz?
“–Ne dersin evlâdım, senin uhrevî istikbâlin için Rabbim şunu emrediyor!”
“–Elbette baba!”
KURBAN FIKHI
Gelelim bu hâdisenin günümüzdeki kurbana yansımalarına:
Cenâb-ı Hakk’ın sonsuz rahmeti, bizleri artık evlâtlarımızla imtihan etmiyor. Bunun yerine belli başlı küçükbaş ve büyükbaş hayvanları kurban ediyoruz.
Kurban; tıpkı Hazret-i İbrahim’in oğluna şefkati gibi bir merhameti, Rabbimiz’e takdim edileceği için tâzîmi, hürmeti hak ediyor.
Bizim yerimize Allâh’a kurban edileceği için onunla hemhâl olmamız, ünsiyet kurmamız gerekiyor. Şimdi modern şehir hayatıyla beraber, kurban ibâdeti gittikçe şekilden ibaret kalmaya başladı.
Ben çocukluğum zamanında hatırlarım; günler öncesinden kurbanlık alınır, bahçeye bağlanır, sevilir. Yünleri taranır. Boynuna bir kolye asılır. Ben hatırlıyorum, şimdi bile hissediyorum o sevgiyi ve şefkati. Kurban edilirken de, gözleri güzelce bağlanır. Bıçak önceden keskinleştirilir. O can verirken ayakta beklermiş büyüklerimiz.
Bu da; «Onun yerinde ben olabilirdim.» tefekkürünün bir parçası. Hazret-i İsmail için, Cebrâil –aleyhisselâm– bir koç indirdi. O sebeple mezheplerimizde de, koç, diğerlerine göre efdaldir. Lâkin büyükbaş kurbanların; 2, 3, 4, 5, 6 veya 7 kişi ortak olarak kesilmesi de makbuldür. Eğer daha fazla etin ulaşmasına vesile oluyorsa, onu da tercih edebiliriz.
Bizim kurbanlarımız da; bizim özenerek, kıymet vererek, değerlisini, kıymetlisini seçerek Allâh’a sunduğumuz bir fedâkârlık nişânesi…
Etini fukarâya dağıtarak, eşimize dostumuza ikrâm ederek, hattâ kendimiz yiyerek de Rabbimiz’e kulluk ediyoruz.
Et yemek bize mubah kılınmış. Hattâ vücudumuzun mühim bir ihtiyacı. Bizim senede bir kurbanımıza dil uzatanların, her fırsatta çilingir sofralarında; hava, kara ve deniz canlılarını nasıl keyifle yuttuklarını da görmüyor değiliz. Bizim fıkıh kitaplarımızda, ölmeyecek kadar yemek farz, ibâdeti ayakta yapacak kadar yemek ecir kazandıran bir ibâdet olarak tarif edilir.7 Yani Rabbimiz emreder keseriz, O’na ibâdet etmek için yeriz, yine ecir alırız.
Ama Cenâb-ı Allâh’a, emrine, Kitâbına, Kur’ân’ına dil uzatanlar; sadece ot yeseler bile, hesabını veremezler. O ot da Allâh’ın bir mahlûkudur.
Kurbanımızı keşke bizzat kesebilsek… Çünkü o hemhâl oluş, o şefkat ve tâzîm içindeki kurban ibâdetinin bize kazandıracağı duyguları, sadece temâşâ veya sadece vekâlet ile temin etmek mümkün değil. Lâkin şehir hayatı malûm buna çok müsait değil. Yetişen insan tipi de bunu başarabilecek vasıftan git gide uzaklaşıyor.
Mâlî ibâdetlerde vekâlet vermek câizdir ve mümkündür. İki kademeli bir vekâletten bahsedebiliriz:
•Kurban olmaya elverişli bir küçükbaş veya büyükbaş hayvanın satın alınması…
•İslâmî usûllere uygun şekilde kesilmesi ve tevzîi…
Bu vekâleti; güvendiğimiz, bildiğimiz kişilere veya müesseselere vermeliyiz. Özellikle de ikinci kısmı…
Maalesef geçtiğimiz yıllarda, kurbanları istismâr eden yapılar oldu. Milletimizin parasını toplayıp, kurbanları kesmediklerini öğrendik.
Zamanımızda da bu ekonomik imkânı görüp heveslenen; lâkin din, diyânet, ibâdet bilmeyen kişiler oluyor. Bazıları ticârî kuruluşlar… Bazıları birtakım dernekler… Onlar muhtemelen meseleyi bir mezbaha işlemi olarak görüyorlar. Kurbanın A’dan Z’ye bir ibâdet olduğunu bilen, hassas ve nâzik taraflarının bulunduğunu bilen kişilere vekâlet vermelidir.
Bu vekâleti alan dînî vakıf ve dernekler; elbette bu zahmetli işe, talebelerinin ve yıl boyunca ulaştıkları fakir-fukarânın et ihtiyacını karşılamak için giriyorlar. Bu sebeple, vatandaşa teklif ettikleri paket bir vekâlet oluyor:
“–Kurbanınızı almaya, nakliye ayarlayıp kesim alanına getirmeye, kasap bulup kesmeye, içinden fukarâya verilecek (meselâ) üçte birini alıp adresine ulaştırmaya, gerisini paketleyip size sunmaya vekiliniz oluyoruz. Bütün bu hizmetleri toplam şu ücret mukabilinde yaparız.” demiş oluyorlar. Kasap, nakliye vs. ücreti aldıkları meblâğa dâhildir. Alınan bağış kısmın, bu hizmetlere tekābül etmesi gibi bir durum söz konusu değildir. Hattâ birçok hayırsever, bu müesseselere kurbanın tamamını da bağışlıyor.
Bu hizmet paketini dinleyip, okuyup vekâlet verdikten sonra;
“–Zorla bağış alınır mı? Kurbanımız sakatlanır.” gibi vehimlere mahal yoktur. İnsanlar bağışta bulunmak istemiyorlarsa, o müessesede kesmezler.
Endişe, uygulama şu şekilde olursa olur:
Bir kişi, bir kasaba;
“–Sen bu kurbanı bizim için kes, parçala, biz de kellesini, derisini veya şu kadar kilosunu sana verelim.” derse, o zaman kurbanın bir kısmı Allah rızâsı için değil kasap ücreti için kullanılmış olur. Böylesi doğru olmaz.
Peygamberimiz, Hazret-i Ali’yi kurban vazifesine gönderirken, kurbana ait her şeyi tasadduk etmesini ve kasap ücretini ayrıca vermesini tembih etmiştir.8
Mü’min, kurbanını iyisinden seçer dedik. Öyleyse sırf ucuz diye, yurt dışı olsun; sırf ucuz diye vekâlet olsun, gibi yaklaşımlar ibâdeti îfâya yeterse de, ibâdetin rûhuyla bağdaşmaz. Herkes kendi imkân ve gücünün gerektirdiği en güzel şekli bulmalı.
Dolayısıyla, hâli vakti yerinde bir mü’min; memleketimizde kestiği gibi, yurtdışındaki garip-gurebâya da nâfile kurbanlar gönderebilir.
Bir evden birden fazla kurban gerekebileceği için, bunlar bu gaye ile tevzî edilebilir. Şöyle ki;
Kurbanın vücûbiyeti şahsîdir. Evin reisine, nâmî olsun olmasın, 80 gramı aşan mala sahip olduğu için kurban vâcip olduğu gibi; hanımına da, 80 gramı aşan (meselâ ziynet gibi) mala sahip olduğu takdirde ayrıca kurban düşer. Bülûğ çağını aşmış evlâtlar da aynı şekilde, ayrı ayrı mükellef olabilirler.9
Kurban vakitli bir ibâdettir. Mezhebimizde Zilhicce’nin 10, 11, 12 yani bayramın 1, 2 ve 3’üncü gününün akşamına kadar kurban kesilebilir. Bir kişi vâcip olduğu hâlde kesmedi ve süreyi geçirdi ise, müteâkip günlerde kurban kesemez. Yani kazâsı yoktur. Bunun yerine kurban bedelini tasadduk eder. Geçmiş yıllarda gücü yettiği yani mükellef olduğu hâlde kesmemişse, yine o yıllar için de birer kurban ücreti tasadduk eder. Bu kurban bedelini de kendi ülkesindeki şartlara göre belirler.
Cenâb-ı Allah, kurbanlarımızı kabul eylesin. Bizlere, mukarreb kullarının hâlinden hisse alabilmeyi nasip buyursun. Âmîn…
___________________
1 Bkz. Âl-i İmrân, 183 ve tefsirleri.
2 Bkz. el-Enbiyâ, 51-69.
3 Buhârî, Taʻbîr, 26; Müslim, Rü’yâ, 6.
4 Bkz. et-Tevbe, 24; el-Bakara, 165.
5 Bkz. es-Sâffât, 101-111.
6 Bkz. en-Nisâ, 125.
7 Mevsılî, İhtiyâr, Kerâhiyye. IV, 172.
8 Müslim, Hac, 348-349 [1317]; bkz. Buhârî, Hac, 120-121 [1716-1717].
9 Kurban ile alâkalı bu yazıda geçmeyen bazı hususları, şu yazımızda cevaplandırmıştık: https://www.yuzaki.com/2022/07/fetvalar-etrafinda-kurban-tefekkurleri/