Şer‘î Kaidelerle Tasavvuf -52- TEDBİRE İTİMADI TERK
Dr. Ahmet Hamdi YILDIRIM
(Şâzelî meşâyıhından Ahmed Zerrûk [v. 899/1494] Hazretleri’nin; tasavvufu, usûl ve fıkıh kaideleriyle anlattığı Kavâidü’t-Tasavvuf ve Şevâhidü’t-Taarruf adlı eserinin tercüme ve şerhine devam ediyoruz.)
ŞÂZELÎ YOLU
Yetmiş Dördüncü Kaide:
“Kökün, temelin, aslın dallanıp budaklanması; dallarda da o şûbeleşmeyi, dallanıp budaklanmayı gerektirir.
Binâenaleyh;
Ehl-i tasavvufun her bir tarîkatı, tek bir asla râcî değildir. Birçok kökleri, temelleri mevcuttur.”
Yani farklı meşreplerde, muhtelif anlayışlarda tasavvufî ekollerin mevcudiyeti, bunların esas aldığı düsturların da çeşitli olduğu gerçeğine bizi götürür.
Sözün devamından Müellifimizin; temel, kök diye tercüme etmeye çalıştığımız «asıl» kelimesiyle, bir esas düstur, bir prensip mânâyı kastettiğini anlıyoruz.
Tasavvufî tarîkatların temelinde; zühd, takvâ, ihsan, sohbet, evrad, hizmet, halvet, edep, aşk, haşyet, rızâ vb. birçok aslın, kök düsturun izini sürebiliriz.
Meselâ Nakşibendî yolunda; sohbet, evrad ve hizmet esasları üzerinde dikkatle durulur.
Halvetîlik, Celvetîlik gibi yollarda; isimlerine de yansıdığı gibi, halvet ve halk içinde Hak ile beraberlik hususları öne çıkmıştır.
Ahmed Zerrûk Hazretleri, mensubu bulunduğu tarîkatin tek bir düsturu esas aldığını belirtir:
“Şâzeliye tarîkatı ise bu hükmün dışındadır. Bu tarîkatı kuranlar; tek bir aslın, temelin üzerine onu inşâ etmişlerdir. O esas da şudur:
«Allâh’ın takdir ettiği kahır tecellîleri ve ilâhî emirler noktasında, Hak ile beraber olup, tedbiri düşürmektir.»”
Tedbir; bir işin önünü arkasını düşünmek, plânlamak, düzenlemek, önlemler almak demektir. Burada tedbiri düşürmek ile kastedilen, tedbire itimat etmeyi düşürmektir. Yoksa tedbirin kendisini dînimiz emretmiştir.
Âyet-i kerîmede buyurulur:
“Onlara (düşmanlara) karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet hazırlayın; (meselâ) cihâd için bağlanıp beslenen atlar hazırlayın, onunla (bu hazırlığınızla) Allâh’ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve onlardan başka sizin bilmediğiniz, Allâh’ın bildiği (düşman) kimseleri korkutursunuz…”1
Yani; «Allah bize yardım eder!» diye sahte bir tevekküle sığınıp, cihad hazırlığını terk etmek yok. Nitekim bütün sâlih ameller, kulluk imtihanı için alınan tedbirler hükmündedir.
Dünyevî işlerde de prensip budur:
Bir adam Peygamber Efendimiz –sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e gelerek;
“–Ya Rasûlâllah! Devemi bağlayıp da mı Allâh’a tevekkül edeyim yoksa bağlamadan mı tevekkül edeyim?” diye sordu.
Allah Rasûlü –aleyhisselâm-, ona şöyle cevap verdi:
“–Önce deveni bağla, sonra Allâh’a tevekkül et!”2
Binalarımızı depreme dayanıklılık için belirlenen kaidelere uygun yapmak, trafik kaidelerine uymak, kimseye muhtaç olmadan rızkımızı kazanmak ve infâk edebilmek için gayret etmek… bütün bunlar dînimizin emir ve tavsiye buyurduğu prensiplerdir.
O hâlde, Şâzelîliğin esas aldığı tedbiri düşürmek nedir?
Tedbire itimadı düşürmektir.
İki sahada:
•Kahriyyat: Kaderin tecellîleri diyebileceğimiz sahadır. Kulun seçmediği, belirlemediği, içine doğduğu ve başına gelen hâdiseler diyebiliriz.
Kimisi var; «boyum kısa» diye kafaya takıyor, boyunu uzatmak için ameliyatlar olmaya kalkıyor.
Kimisi zengin olmayı bir takıntı hâline getiriyor ve bu uğurda gayr-i meşrû yollara da sapıyor.
Kimisi evlâdının başarısını takıntı yapıyor. Ondan çok o terliyor.
Bu gibi hususlarda, haddi aşmamak yolunda; «Hayırlısını istemek» diye güzel bir sözümüz var. Nitekim bize öğretilen duâda; “Allâh’ım bize hasene ver!” diye niyâz ediyoruz. Yani zenginlik, sıhhat, şöhret değil; “İyiliği, güzelliği, hakkımızda hayırlı olan ne ise onu lütuf buyur.” diyoruz.
Buna rızâ, teslîmiyet ve tefvîz de denir. Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri’nin bu hususta Tefvîznâme’sinden daha önce3 de bahsetmiştik:
Sen Hakk’a tevekkül kıl,
Sabreyle ve râzı ol,
Tevfîz et ve râhat bul;
Mevlâ görelim n’eyler,
N’eylerse güzel eyler!
Kalbin ana berk eyle,
Takdîrini derk eyle,
Tedbîrini terk eyle;
Mevlâ görelim n’eyler,
N’eylerse güzel eyler!
Buradaki terki de, itimadı terk olarak anlayacağız.
Zamanımızda psikolojik kitaplar, şahsî gelişim literatüründe söylenen bir husus var:
“Kontrol delisi olmayın! Gerekli olanı yaptıktan sonra, işleri akışına bırakın!” tarzında. Çünkü her şeyi kontrol etmeniz mümkün değil; lâkin edebilecekmiş gibi yaklaşmak, kişiye haddinden fazla stres yüklüyor, ruh ve beden sağlığında kaygı bozukluğu gibi neticeleri oluyor.
Tedbire itimadı terk edeceğimiz ikinci saha:
•Emriyyat: Allâh’ın bize emirleri. İslâm teslîmiyettir. «Niye? Niçin? Hikmeti ne?..» diye sormadan Cenâb-ı Hakk’ın emir ve yasaklarına tam teslim olmak lâzımdır. Tasavvufun esası budur. Şerîatin emrettiği her şeyin sayısız hikmeti vardır. Ancak sen hikmetini bilsen de bilmesen de teslim olup, vazifeni yapmakla memursun.
Şâzelî meşâyihından İbn-i Atâullah el-İskenderî’nin, Müellifimizin tarîkatın esası dediği prensip üzerine meşhur bir eseri var:
«et–Tenvîr fî İskātı’t-Tedbîr / Tedbiri terk etmek hususunu aydınlatmak»4
İbn-i Atâullah Hazretleri bu eserinde; tedbiri terk etmeyip, ona itimadı terk etmeyi çok güzel anlatır.
İnsan Cenâb-ı Allâh’ın takdirinin karşısında ne tür tedbir alırsa alsın netice itibarıyla takdir tahakkuk edecektir. Lâkin kul, tedbir almakla mükelleftir. Çünkü ona tedbir almak emredilmiştir. O, bu emre imtisal ederek tedbir alacaktır. Yoksa, aldığı tedbirin sonuç doğuracağına dair bir inanç oluşturmamalıdır. Hüküm Allâh’ındır. Burada ince bir çizgi var. Yine müellif diyor ki:
“Duâ etmek bile hadd-i zâtında kadere bir itirazdır.”
Meselâ kişi hasta, iyileşmek istiyor; kişi fakir, zengin olmak istiyor. Cenâb-ı Hakk’ın o âna kadar kendisine takdir buyurduğu hâlin değişmesini talep ediyor. Hâlbuki Allah takdir etmişse, sen istesen de istemesen de gelecektir. Takdir etmemişse, sen istesen de istemesen de gelmeyecektir. Öyleyse duâ etmeyelim mi? Hayır! Duâ edeceğiz. Allah bize duâ edin diye emrettiği için duâ edeceğiz.
Âyet-i kerîmede;
“Bana duâ edin size icâbet edeyim.”5 buyurulur.
Rasûl-i Ekrem –sallâllâhu aleyhi ve sellem– Efendimiz de şöyle buyurur:
“Allâh’a kabul edileceğine gerçekten inanarak duâ edin. Bilin ki Allah, ciddiyetten uzak ve umursamaz bir kalp ile yapılan duâları kabul etmez.”6
Fakat duânın kabulünün keyfiyeti bizce meçhuldür.
Eğer Allah bize duâ ettirmişse, duâ etmeye muvaffak olmuşsak, bu zaten duânın kabulünün alâmetidir. Eğer kabul olunmayacak olsaydı, Allah bize duâ ettirmezdi.
Fakat duânın kabulünün keyfiyeti, Allah katında mahfuzdur.
Yine öğreniyoruz ki; bazen duânın kabulü bu dünyada değil, âhirette tecellî eder. Bazen o duâ vesilesiyle bir başka kötülük defedilir.7
Duâ edebilmek;
•Kendisini sahiplenecek,
•Kendisine arka çıkacak,
•Kendisini koruyup kollayacak,
•Ona istediklerini verebilecek bir Allâh’a îmân etmiş olmasının tezâhürüdür.
Bu hissiyat, mü’min için muazzam bir destektir. Psikolojik olarak, o kişinin özgüven duymasıdır. İşte bundan dolayı;
“Duâ, mü’minin silâhıdır.”8 buyurulmuştur.
Duâ etmemek ise, bir bakıma kibirdir. Allâh’a müstağnîlik taslamaktır. Rabbi ile irtibat kuramayan insanın Allah katında hiçbir değeri yoktur. Âyet-i kerîmede buyurulur:
“(Habîbim!) De ki:
(Kulluk ve) yalvarmanız olmasa, Rabbim size ne diye değer versin?..”9
Zerrûk Hazretleri kaideye şöyle devam ediyor:
“Bu tarîkatın, (Şazelî tarîkatının) furû kısmı da şu esaslara bağlıdır:
•Kitap ve Sünnet’e ittibâ etmek,
•Nimetleri müşâhede etmek,
•Hikmet mülâhazasıyla, hükümlere teslîmiyet göstermek.”
Bir zât, nimeti şöyle tarif etmiş:
“Nimet, elden gidince kıymeti anlaşılan şeydir.”
Hamd ve şükür hissiyâtının kuvvetlenmesi için, bu âlemde nimetleri görmeye teksif olmak lâzımdır. “Bir nefeste dahî iki şükür gerek, biri rahatça alabildiğin, diğeri rahatça verebildiğin için…” denilmiş.
Hikmeti göz önüne alarak, getirerek Allâh’ın hükmüne râzı olmak da, ilk esası hatırlatan bir düstur: Yani; «Lütfun da hoş, kahrın da hoş.» diyebilmek.
Bu mevzuda bir incelik de şudur: Tedbir, takdiri değiştiremeyeceği hâlde niçin tedbir almakla mükellefiz? Çünkü eksiği, kusuru kendi nefsimize izâfe etmemiz gerekiyor. “Kusur bizden, muvaffakiyet Allah’tan…” şuurunu pekiştirmek için emredilmiş.
“Bu, tasavvuf yolunun farklı ekollerinin temel prensibidir. Bunun etrafında dolaşırlar.
Fakat bütün bu tasavvufî meşrepler, mezhepler Şâzelîler gibi bunu tek bir kaideye indirememişlerdir.
Bundan dolayıdır ki; İbn-i Abbâd (v. 792), İbn-i Atâullah el-İskenderî’nin «et-Tenvîr fî İskātı’t-Tedbîr» adlı eseriyle alâkalı şu tespitlerde bulunur:
«Bu kitapta tasavvufî kitapların hem geniş hem de muhtasar olanlarının muhtevâsının tamamı vardır. Buna ilâveten kısa lafızlarla, bolca açıklamalar vardır.»”
Yani kısa lafızlara indirgenmiş şekilde tasavvufî eserlerin malûmatı burada bulunur.
Peşinden de diyor ki:
“«Bu tutulan yol, tevhîdî bir meslektir. Kimsenin bu yolu inkâr etmeye veya tenkit etmeye takati yetmez (ruhsatı olmaz.)
Bu yola girmiş olan kimse, hiçbir güzel vasfı geride bırakmamıştır. Bu yol, ona o hasleti kazandırmıştır.
Hiçbir kötü huy, mezmum sıfat da yoktur ki bu yol, sahibini ondan arındırmış, temizlemiş olmasın.»”10
Müellifimiz Ahmed Zerrûk da kaideyi, hocasına katıldığını beyan ederek bitirmektedir:
“Durum, Hazret’in söylediği gibidir.”
Bir nevi; «Tecrübeyle sâbittir.» demiş oluyor.
Bu maddede Müellifimizin, kendi tarîkatini ve o yolda yazılan eserleri methettiğine şâhit oluyoruz. Hakikaten Şâzelî yolu; İslâm dünyasının batısında, Afrika’da, doğuda Nakşibendîliğin îfâ ettiği vazifeye benzer bir vazife görmüştür. Şerîata ağırlık veren müderrislerin, Rabbânî âlimlerin intisâb ettiği bir yol olmuştur.
YARDIMCI KİTAPLAR
Müteâkip kaidede de, Müellifimiz; meşhur bazı tasavvufî eserlerden, kimlerin, nasıl istifade edebileceklerine temas etmekte:
Yetmiş Beşinci Kaide:
“Sözün genişlemesi, hem kökte hem dalda / hem usûlde hem furûatta sözün çoğalması, zapturapt altına alınabilecek bir asla, bir temele dayanan kişi için faydalıdır. Bir asla tâbî olmayan için ise kafa karıştırıcıdır.”
Müellifimiz, İmâm-ı Gazâlî’nin İhyâu Ulûmi’d-Dîn ve Ebû Tâlib el-Mekkî’nin Kûtü’l-Kulûb’ü11 gibi geniş, teferruatlı eserleri kastederek, kaideye bir giriş yaptı.
Yetmiş dördüncü maddede okuduğumuz üzere; tasavvufî yollar, birtakım şer‘î esaslara istinâd ederler. Bu esaslar etrafında bir yol tutarlar. Böyle bir sûfîye İhyâ veya Kût karışık gelmez. Orada gördüğü her şeyi, kendi tariklerindeki bir yere oturtur. Lâkin böyle bir yolun yolcusu olmayan kişi için, bu geniş eserler kafa karıştırıcı olabilir. Kişi, nereden başlayacağını, ne yapacağını şaşırabilir.
“Buna göre;
Geniş geniş malûmat veren Kûtü’l-Kulûb ve İhyâu Ulûmi’d-Dîn benzeri eserler, ilim veya amel yahut da bir hâl ile bir yuvaya intisâbı bulunan kimseler için faydalıdır.
Özellikle de bu iki eser şu faydalı mevzularla doludur:
•Nefisleri ve nefsin problemlerini tanıma ve tanıtma,
•Muâmelâtta karşılaşılabilecek meselelerde ince noktaları gösterme,
•Seyr u sülûke devam etmenin yollarına işaret etme,
•Kişinin başına gelenlerin mâhiyetini anlamasına yardım etme,
•Faydalıyı ve en faydalıyı / daha faydalıyı açıklama.”
Evet bu ansiklopedik eserler, bir tarîkate müntesip kişiye fayda verir. Fakat tek başına tarîkat usûlü oluşturur mu? Sûfîlerin yoluna temâyülü olan bir kişi; «Ben İhyâ’yı alıp buradan kendime bir yol oluşturayım.» diyebilir mi? Bu suâle şöyle cevap veriyor:
“Bu iki eser; tahakkuk ve tahkik noktasında faydalı ise de, ne bir mürid için ne de bir âlim için tarîk oluşturmaz.”
Tabiri câizse;
“Bu eserler; ders kitabı değil, yardımcı kitaptır.” demekte. Yardımcı kitaplar, bir programa göre eğitime devam eden hocaya da talebeye de fayda sağlar. Fakat tek başına eğitim müfredâtı oluşturmaz.
Müellifimiz, bu eserlerin tahakkuk ve tahkik için faydalı olduğunu belirtti.
Tahakkuk nedir? Hakikatine ermek. Hakikati yaşamak.
Tahkik nedir? Hakikati beyan etmek. Gerçekleştirmek.
“Birincisi yani tahakkuk; Kût’ta, İhyâ’dan daha fazla mevcuttur.
İkincisi yani tahkik; İhyâ’da, Kût’tan daha fazla mevcuttur.”
Kûtü’l-Kulûb; tasavvufî neşveyi, meşrebi insanın kendi üzerine giymesi bâbında daha faydalıdır. Bunların beyanı, îzâhı, anlatılması hususlarında İhyâu Ulûmi’d-Dîn daha çok bilgi ihtivâ eder.
“Bu sebeple, Şeyh Ebu’l-Hasen eş-Şâzelî şöyle derdi:
«Kûtü’l-Kulûb adlı eser sana nur verir. İhyâ kitabı ise sana ilim bağışlar.»”
Bir başka ifadeyle, Kûtü’l-Kulûb kendimize lâzım olanı bize verir. İhyâu Ulûmi’d-Dîn; iyiyi kötüden ayırt edebileceğimiz, temyiz melekesini kazandırır.12
Söz sadece bu iki eser hakkında değildir. Aynı anlayışla kaleme alınan bütün tasavvuf eserleri de böyledir:
“Bu mecrâda, bu iki eserin yolundan gidenler de bunların hükmünü taşırlar. Allah en iyi bilendir.”
Asıl olan, insanın önce kendisini aydınlatıp sonra başkalarını aydınlatmaya çalışmasıdır.
“Mum dibine ışık vermez.” sözü mum için geçerlidir. Ama kendisi nurlanmış olan kişi, hem kendisi kendi nûrundan istifade eder hem de o nurdan başkaları müstefîd olur.
Mevlâ, takdîrinden râzı, tedbir emrine itaatkâr, huzura ermiş kullarından eylesin!.. Âmîn…
______________________________
1 Bkz. el-Enfâl, 60.
2 Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme, 60.
3 70’inci kaide. https://www.yuzaki.com/2025/02/seri-kaidelerle-tasavvuf-48-fazilet-yolculugu/
4 Eser; Tevekkülün İncelikleri -Tedbiri Terk Etmenin Esasları- adıyla, Fatih Mehmet ALBAYRAK tarafından Türkçeye tercüme edilmiştir. 2006 Üsküdar Yayınları.
5 Bkz. el-Mü’min, 60.
6 Tirmîzî, Deavât, 66.
7 Hâkim, Müstedrek, II, 693; Tirmizî, Deavât, 115/3573; Ahmed, III, 18.
8 Hâkim, Müstedrek, II, 692.
9 el-Furkān, 77.
10 er-Resâilü’s–Suğrâ, s. 85. Ahmed Zerrûk, İbn-i Abbâd’dan, 30, 47 ve 60’ıncı kaidelerde de bahsetmiş ve kendisinden iktibaslarda bulunmuştu.
11 Müellifimiz daha önce de bu iki esere temas etmişti. Bu eserlerin nâsik için faydalı olduğu (59. kaide) ve bu eserlerde kaynağı problemli rivâyetlerin varlığı ve nasıl değerlendirilmesi gerektiği (70. kaide).
12 Müellifimiz, 64-66’ncı kaidelerde, sadece kitap ile seyr u sülûkün gerçekleştirilemeyeceğini, mürşidin bir zarûret olduğunu dile getirmişti.