MÂNEVÎ İKLİMİN ŞEMSLERİ
Melek E. AKTEMUR aktemurmelek@gmail.com
Güneş, yani ŞEMS. Dünya ve içindekiler için olmazsa olmaz bir enerji kaynağıdır. Dünyanın kendi etrafında dönmesiyle gece ve gündüzlerin meydana gelmesi, ilâhî hikmet tecellîlerinden biridir. Zira Rabbimiz âyet-i kerîmesinde bunu şöyle belirtmekte:
“Geceyi sizin için bir örtü, uykuyu bir dinlenme, gündüzü de yayılıp çalışma zamanı kıldık.” (el–Furkān, 47)
Diğer bir âyet-i kerîmede ise şöyle buyurur:
“O gece ile gündüzü öğüt alıp düşünmek ve şükretmeniz için ardınca yaratandır.” (el–Furkān, 62)
Kula düşen ise bu kudret akışlarını tefekkür, tezekkür ve teşekkür hâlinde temâşâ etmektir. Gördüğü bu hârikulâde hâdiseleri doğru okuyup anlamak ve hiçliğin sırrına vâkıf bir gönüle sahip olmaktır.
Dünyamızı aydınlatan, ısıtan, yeryüzünde yaşayan bütün bitki ve canlıların hayâtiyetini sağlamakla vazifelendirilmiş bir ŞEMS yaratmış Hâlik-ı Zülcelâl. Gökteki gece kandilleri, ay ve gezegenler ziyâsını ŞEMSten alır ve yine gecelerimizi aydınlatırlar. ŞEMS, kamer ve dünyamızın birbirleriyle olan muvâzeneli münasebeti, tüm yaratılmışların hayatını idâme ettirebilmesi içindir.
Güneşin doğmadığı ve sürekli gece hâlinde yaşanan bir hayat nasıl olurdu? Envâ-i çeşit nebâtat nasıl neşv ü nemâ bulurdu dersiniz? Ya, elvan elvan çiçek açıp meyveye duran o ağaçlar; güneşi göremezse, meyvelerini nasıl olgunlaştıracak, tatlandıracak ve mis gibi râyihalarla iştihaları kabartacaktı!
Ya insanoğlu!.. Yeterince güneş ışığı alamayan çocuklarda, D vitamini eksikliği çeşitli rahatsızlıklara yol açabiliyor. Kış mevsiminde daha az görüp faydalandığımız güneşin sıcaklığını, hiçbir ısıtıcıda bulamıyoruz. Onun yerini ne soba, ne kalorifer doldurabiliyor. Sun‘î olan tabiî olanın yerini asla tutmuyor. Özellikle kış günlerinde, güne onun tulû edişiyle başlamak, onun sıcaklığını hissetmek ve nefes alıyor olmak, şükretmeye değmez mi? Dünyamızı aydınlatan, kocaman gövdesiyle her şeyi sıcacık sarıp sarmalayan; ham mahsûlü, meyve-sebzeyi olgunlaştırıp kemâle erdiren güneş değil midir?
Hâl böyleyken, gönül dünyamızda mânâ iklimine dalıp –insân-ı kâmile- ulaşabilmek için bir ŞEMSe ihtiyacımız vardır. Hamlıktan olgunluğa doğru giden yolda (seyr u sülûk) mânâ sultanlarının tasavvufî eğitimi elzemdir. Susuz kalmış toprak misâli kuruyan, katılaşan hodgâm kalpleri yumuşatmak için, nedâmet gözyaşlarının gönül iklimine yağması gerekmez mi?
Gönül bahçesinin arınıp münbit hâle gelmesi ise zorlu bir süreç gerektirir. Bahçenizde güller, nergisler yetiştirmek için toprağı hazır hâle getirmeniz gerektiği gibi; gönül bahçesinin de mânen hazırlanması için bahçıvana ihtiyaç vardır.
Câhiliyyenin karanlığında kalmış, bir ışık, bir ziyâ arayan insanlara gönderilen peygamberler de ŞEMS olmuştur. Dalâlet bataklığına saplanmış insanlık, onların gelişiyle kimliğine kavuşmuştur. Birer güneş mesâbesinde olan peygamberler, inanan gönüllerin cehâletten kurtulup aydınlığa çıkmasına vesile olmuştur. Dünyamızın güneşe olan ihtiyacı ne kadar ise; insanlığın da bir yol göstericiye, peygambere ihtiyacı o kadardır. Dünyaya geliş sebebini bilmeyen insana hayat düsturlarını öğretecek, Sırât-ı Müstakîm’i gösterecek ve onların hidâyetine vesile olacak rehberlere, peygamberlere ihtiyaç vardır. Her şeyi bilen Rabbimiz, yine her şeyi bir denge üzere yaratmış ve insanoğlunun menfaatine sunmuştur.
Peygamberlerin de bir güneşi vardır ki; O, Muhammed Mustafâ –sallâllâhu aleyhi ve sellem–’dir. Çünkü O, Habîbullah’tır yani Allâh’ın sevgilisi… en sevimlisi… Diğer peygamberler O’na ümmet olmayı dilemişler; bu şeref, bu pâye âhirzaman ümmetine nasip olmuştur. O öyle bir güneş ki; asırlar öncesi doğmuş, zulümde vahşî hayvanâtın önüne geçen insanların gönüllerin aydınlatarak her birini ÖRNEK ŞAHSİYETLER kıvâmına getirmiştir. O, insanlığın üzerine doğan bir güneş; O, bir muallim; O, bir komutan, aile reisi ve devlet reisidir. Mekke-i Mükerreme’de doğan ve kıyâmete dek ziyâ ve nûrunu bütün dünya insanlarına yansıtacak olan yegâne GÜNEŞ O’dur. Şairin dediği gibi:
Ta ezelden beri âlemlere rahmet güneşi,
Ebedî nûru hayâtın, o muhabbet güneşi…
Nûru âlemlere taç, derde düşen rûha ilâç,
Son felekten öte mîrâc, o nübüvvet güneşi…
Ortadan yardı ayın bağrını sevdâsı O’nun
Göklerin mûcize deryâsı, kerâmet güneşi…
Yüce ahlâkını Kur’an’da Hudâ methediyor,
Ahmed ismiyle müsemmâ, o fazîlet güneşi…
Bir hadîs-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur:
“Ashâbım, gökteki yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız doğru yolu bulursunuz.”1
Peygamberimiz, bu mübârek sözüyle vefâtından sonra insanların tekrar dalâlete düşebileceği endişesini bildirmekte ve yine yıldız şahsiyetlerin rehberliğinin önemini anlatmaktadır. Asr-ı saâdet döneminden sonra da O sönmeyen güneşin ziyâsı ile, sayısız Allah dostu velîler yetişmiş ve o ziyâyı dönemindeki insanlara yansıtmıştır:
•Bâyezîd-i Bistâmî,
•Ebu’l-Hasan Harakānî,
•Abdulhâlık Gücdüvânî,
•Şâh-ı Nakşibend Muhammed Bahâüddin,
•İmâm-ı Rabbânî,
•Muhammed Es‘ad Erbilî,
•Mahmud Sâmi RAMAZANOĞLU –kaddesallâhu esrârahum-…
On üçüncü asırda yaşamış olan Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî de döneminin büyük İslâm âlimlerindendir. Aynı zamanda bir mutasavvıf olan Mevlânâ Hazretleri, Anadolu insanının içinde bulunduğu kaostan kurtulmasına sohbet ve vaazlarıyla vesile olmuştur. Siyâsî, sosyo-ekonomik, dînî, millî problemlerle bunalan, ye’se düşen halkı yeniden ihyâ edecek bilgiyle donanımlı olan Hazret-i Mevlânâ, o devrin insanına yeniden umut olmuş, ümitlerin yeşermesine zemin hazırlamıştır.
Hazret-i Mevlânâ mânevî olgunluğa Şems-i Tebrizî ile tanıştıktan sonra erişmiştir. Büyük İslâm âlimi olması, onun insân-ı kâmile ulaşmasına yetmemiş, bilâkis iç âlemini irşâd edecek bir mürşid aramıştır. Gönül dünyasını tezyin etmek ve orada nice güzelliklerin neşv ü nemâ bulması için bir bahçıvanın gerekliliğini hisseden Hazret-i Mevlânâ, karşısında Şems Hazretleri’ni bulmuştu. Şems, güneş demekti ve Mevlânâ Hazretleri, güneşinin sohbetleriyle irşâd oluyordu. Zira âlim, bilen demekti. Ârif ise Allah Teâlâ’yı yakînen bilen, irfan sahibi demekti.
Hazret-i Şems’in mânevî sohbetleri; Hazret-i Mevlânâ’yı derinden etkilemiş, onu bambaşka ufuklara yönelterek ilâhî aşkı tattırmıştır. Yaradan’a duyduğu bu ilâhî aşk ve muhabbet onu şiir yazmaya sevk etmiş, duygu ve düşüncelerini, kısa hikâyelerle anlattığı Mesnevî adlı kitabında toplamıştır.
Tarihimizde, başka Hak dostlarında da Şems ismine veya sıfatına tesadüf ediyoruz:
•Akşemseddin Hazretleri,
•Şemsü’ş-şümûs / Güneşler Güneşi lakaplı Hâlid-i Bağdâdî…
•Şemseddin Sivâsî Hazretleri –kaddesallâhu esrârahum-…
Hulâsa;
Dünya içindeki varlıkların belli bir nizam içinde büyümesi, olgunlaşması için güneşe ihtiyacı vardır. Bu ilâhî nizam, insanlığın her dâim hizmetindedir. Bunu akıl etmek, tefekkür etmek kulluk şuuruna ulaşmak demek değil midir?
Yine, insanoğlunun mânevî tekâmüle ulaşabilmesi için, mânevî ŞEMSlere ihtiyaç vardır. Bu ŞEMSler ise mürşid-i kâmillerdir. Zâhirî mânâda dünyevî ilim her insan için elzemdir. Zira hayatı kolaylaştıracak rahat bir hayat için; tıp, hendese, fizik ve fen ilimlerine ihtiyaç vardır. Mânevî açıdan da bâtınî bilgileri öğretecek tasavvufî bir eğitime, terbiyeye ihtiyaç vardır. Taş kesilmiş kalplerin yeniden rakikleşmesi için merhamete; «Ben!» diyen nefsimizin diğergâmlığa, almaya alışmış ellerin vermeye ihtiyacı vardır. Yaşatmak için yaşamak düsturunu benimsemek için, mânevî ŞEMSlere bugün her zamankinden daha çok muhtacız.
“Velîlerin huzûrundan uzaklaşırsan, onları ziyarete gidip duâlarını, sevgilerini kazanmazsan, hakikatte Allah’tan uzaklaşmış olursun. Her dem, her vakit padişahların gölgesini iste. Çabuk ol da o gölge sayesinde güneşten de iyi bir hâle gir. Mânâ nurları ile aydınlanmış bir insan ol!”
“Bir mânâ semâsı vardır ki, şu gördüğümüz gökyüzü onun yanında bir saman çöpü, şu görünen güneş de o mânâ göğünün güneşine karşı bir zerredir!” (Hazret-i Mevlânâ)
Dünya meşherinden gelip geçmiş, harap gönülleri yeniden ihyâ etmiş Allah –celle celâlühû– dostu ŞEMSlere hayır ve duâ ile…
_________________________
1 Mübârekfurî, Tuhfetü’l-Ahvezî, Kâhire, ts., X, 226, no: 3807; İbn-i Abdi’l-Berr, Câmiu Beyâni’l-İlm, II, 91.