İslâm’ın İlk Büyük Savaşı BEDİR GAZVESİ -7-

Âdem SARAÇ vardisarac@yahoo.com.tr

 

İslâm ordusu 313 mücâhidden oluşurken, müşrik ordusu 1000 kişi olarak gelmişti.1

 

İki ordu Bedir’de karşı karşıya geldiler. İslâm ordusu ile müşrik ordusu!.. Hak ile bâtılın ilk büyük karşılaşmasıydı bu!

 

Manzara oldukça düşündürücüydü! Karşılıklı saf tutan bu iki ordunun büyük bir çoğunluğu, birbiriyle akrabaydı!

 

Aynı memleketin ve aynı kabîlelerin fertleri karşı karşıyaydılar artık! Aynı kabîleler birbirleriyle vuruşacakları gibi, çok yakın akrabalar da karşı karşıya gelmişlerdi!

 

Baba oğulla, kardeş kardeşle, amca-dayı yeğenle vuruşacaklardı! Ya da diğer ifadeyle oğul babayla, kardeş ağabeyle, yeğen de dayı ve amcasıyla çarpışacaktı! İçlerinde doğup büyüdükleri, beraberce çokça hâtıraları olduğu Mekkeliler!

 

Sadece bir örnek verecek olursak, Hazret-i Mus‘ab bin Umeyr’in karşısında kendi kabîlesi olan Abdüddâroğulları vardı! Ayrıca onların içinde çok yakın akrabaları vardı!

 

Bunlar içinde de en yakını olarak ağabeyi Ebû Azîz Zürâre geliyordu! Koskoca bin kişilik ordu içinde ağabeyini görmüştü! Öylesine nefretle bakıyordu ki, bunu hiçbir şey ifade edemezdi!

 

Daha dikkatli bakınca amcası oğlu Osman bin Talha’yı da gördü! İslâm’a girdiğini annesine ispiyonlayan bu amca oğluydu! O da karşısına geçmiş, bir an önce saldırmak için fırsat kolluyordu!

 

Annesiyle evlenip üvey babası olan Utbe bin Rebîa, kendisi gibi liderlerle beraber müşrik ordusunun başındaydı. Utbe üvey baba olunca, onun oğullarından biri olan Velîd de üvey kardeşiydi! O da gelip karşısında saf tutmuştu!2

 

Hazret-i Mus‘ab, İslâm sancağını taşıma şerefiyle şereflenirken; karşı tarafta da ağabeyi Ebû Azîz Zürâre ve en yakın akrabalarından Talha bin Ebû Talha ile Nadr bin Hâris müşriklerin sancaklarını taşıyorlardı!3 Bütün kabîlesi ve akrabaları karşısındaydı yani!

 

Hazret-i Mus‘ab, bu nasipsiz topluluğa büyük bir hüzünle baktı! Sonra dönüp bir de yanında olanlara baktı! Bir karşısına geçenlere baktı, bir de yanında yer aldıklarına!

 

O’nunla olmak için hayatını ortaya koyduğu Rasûlullahaleyhisselâm yanındaydı. Her biri birer pırlanta olan muhâcir ve ensar kardeşleri yanındaydı. Kayınbiraderi Hazret-i Abdullah bin Cahş yanındaydı.4

 

Tekrar tekrar bir karşısına geçenlere baktı, bir de yanında yer aldıklarına! Yanındakilerin her biri bir başka muhabbet veriyordu ona! Karşısına geçip düşmanlık yapanlar ile yanında yer alıp dost olanları kıyasladı.

 

İçinde bulunduğu nimete şükretti. Öylesine nasipsizlerin içinden çekip çıkararak, böylesine nasipliler arasında nasiplendiren Allâh’a hamd etti.

 

Hısım-akrabalar ve yakın kabîleler karşı karşıya gelmişlerdi! Bedir’di burası öyle ya! Bedir’de, Bedr’in şartları işleyecekti…

 

Rasûlullahaleyhisselâm-; müşrikler karşısında savaş düzeni alan ordusunu, son defa denetlemeye başladı. Elindeki ok çubuğu ile mücâhidleri; «–Beri gel!» ya da duruma göre; «Arkaya çık!» veya; «Öne gel!» diyerek hizaya getiriyordu. Bir yandan da son defa ordunun sayımını yaptırıyordu.5

 

Peygamberimiz –aleyhisselâm-; elindeki ok çubuğu ile safları düzeltirken, saftan ileri çıkmış bulunan Hazret-i Sevad bin Gaziyye’nin karnına dokunup, îkaz etti:

 

–Ey Sevad, hizaya gel!6

 

İslâm ile şereflendiğinden beri, o ana kadar her şeye ânında itaat eden ve canını O’nun canına fedâya hazır olan Hazret-i Sevad, o anda ondan beklenmeyen bir çıkışta bulundu:

 

Rasûlâllah, canımı acıttın! Allah Sen’i hak ve adâletle hükmedesin diye gönderdi. Oysa Sen şimdi canımı yaktın, kısas istiyorum Rasûlâllah!7

 

Peygamberimiz –aleyhisselâm-; hiç tereddüt etmeden, elindeki ok çubuğunu Hazret-i Sevâd’a uzattı! Bir yandan da taaccüb eden bir ses tonuyla şöyle buyurdu:

 

Kısas ha, kısas demek, al işte!8

 

Rasûlullahaleyhisselâm-’ın uzattığı ok çubuğunu alan Hazret-i Sevad, daha da ileri gitti:

 

–Bu çubukla düzeltirken, gördüğün gibi benim karnım o anda çıplaktı! Sen’de ise elbise var, şu üzerindeki elbiseni sıyır ki, gerçek anlamda kısas olsun Rasûlâllah!

 

Ashâb-ı kiram bir yandan şaşkınlık şoku yaşıyor, bir yandan da müdahale etmeleri gerektiğini görüyorlardı:

 

–Yapma ey Sevad, yapma! Allâh’ın Rasûlü’dür O!

 

Hazret-i Sevad kararlıydı. Bu yüzden arkadaşlarını da uyardı:

 

–Adâlet istiyorum ben! Adâlette, hiçbir beşerin diğer bir beşere karşı, herhangi bir üstünlüğü ve farkı yoktur!9

 

Peygamberimiz –aleyhisselâm-; bir yandan üstündeki elbiseyi sıyırıp karnını açarken, bir yandan da şöyle buyurdu:

 

Sevad doğru söylüyor! Haydi, kısasını benden al, ey Sevad!10

 

Hazret-i Sevad bin Gaziyye, hemen atılıp, Peygamberimiz –aleyhisselâm-’a sarıldı; sonra O’nun karnını büyük bir aşk ve muhabbetle öptü, öptü, öptü! Sonra da yerine çekilip, elindeki ok çubuğunu Rasûlullâh’a uzattı:

 

–Buyur Rasûlâllah!

 

Herkesi şaşkına çeviren bu sahne karşısında, Peygamberimiz –aleyhisselâm– sordu:

 

Sen niçin böyle bir şey yaptın ey Sevad?11

 

Hazret-i Sevad, hayatının en güzel ânını yaşamanın sevinci ile gözyaşlarını silip cevap verdi:

 

Sana olan sevgimden yaptım Rasûlâllah! Hepimiz görüyoruz ki, sıcak çatışmaya girmek üzereyiz! Ben de arzu ettim ki; benim en son ânım, Sen’inle olan an, tenimin Sen’in mübârek tenine değdiği an ve yine Sen’i öptüğüm an olsun!12

 

Bunun üzerine Peygamberimiz –aleyhisselâm-, ona hayırla duâda bulundu. Az öncesine kadar şaşkınlık şoku yaşayan ashâb-ı kiram da şimdi özel olarak tebrik ettiler.13

 

Rasûlullahaleyhisselâm-; karşı tarafın durumuna bakıyor, ona göre «toplu hücum» emrini vermeyi bekliyordu. Bu arada ordusuna tekrar bakınca, en ön safta çarpışmaya hazır olan Hazret-i Hâlid bin Zeyd Ebû Eyyûb el-Ensârî’yi de gördü. Hemen tâlimat verdi:

 

Ebû Eyyûb’u yanıma çağırınız!14

 

–Lebbeyk (hemen) Rasûlâllah!

 

Sahâbîlerden biri hemen koşup, Rasûlullahaleyhisselâm-’ın isteğini haber verdi:

 

Rasûlullah seni çağırıyor ey Ebû Eyyûb!

 

Hazret-i Ebû Eyyûb; kendisini çağırmaya gelen arkadaşıyla beraber, hemen Rasûlullâh’ın huzûruna gelip, tekmil verdi:

 

–Beni çağırmışsın, buyur Rasûlâllah!

 

Sen, benim yanımda, yakınımda bulun ey Hâlid!15

 

–Lebbeyk Rasûlâllah!

 

Rasûlullahaleyhisselâm-; her zaman olduğu gibi, şimdi de çatışma ânında boşluk bulup karargâha saldıracaklarına kesin gözüyle bakıyordu. Bu yüzden Hazret-i Ebûbekir’i hep yanında tuttuğu gibi, yerine göre başka sahâbîleri de tutuyordu. Bedir Gazvesi esnasında; Hazret-i Ebû Eyyûb’u ekstra kuvvet olarak yanına çağırmış, koruma tedbirlerini artırmıştı.16

 

Peygamber Efendimiz, asla tedbirsiz bir iş yapmazdı.

 

Sallâllâhu aleyhi ve sellem…-

 

_____________

1 Bazı küçük farklı rivâyetlerle beraber, İslâm ordusu 300 ile 320 kişi arasında iken, müşrik ordusu 950 ile 1000 kişi arasındaydı. İbn-i Sa‘d, et-Tabakātü’lKübrâ, c. 2, s. 9; Belâzürî, Ensâbü’l-Eşrâf, c. 1, s. 343; Taberî, Târîhu’l-Ümem ve’l-Mülûk, c. 3, s. 20; Mes‘ûdî, et-Tenbîh ve’l-İşrâf, s. 237.

2 İbn-i Hişâm, es-Sîretü’nNebeviyye, c. 2, s. 355.

3 Vâkıdî, el-Megāzî, c. 1, s. 58.

4 Belâzürî, Ensâbü’l-Eşrâf, c. 1, s. 293.

5 İbn-i Sa‘d, et-Tabakātü’lKübrâ, c. 2, s. 15.

6 Vâkıdî, el-Megāzî, c. 1, s. 56; İbn-i Hişâm, es-Sîretü’nNebeviyye, c. 2, s. 278; İbn-i Sa‘d, et-Tabakātü’lKübrâ, c. 3, s. 516; Taberî, Târîhu’l-Ümem ve’l-Mülûk, c. 2, s. 280; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ĞâbeMârifeti’s-Sahâbe, c. 2, s. 484; Ebu’l-Fidâ İbn-i Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, c. 3, s. 271.

7 Diyarbekrî, Târîhu’l-Hamîs fî Ahvâl-i Enfesi Nefîs, c. 1, s. 379.

8 İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ĞâbeMârifeti’s-Sahâbe, c. 2, s. 484.

9 İbn-i Sa‘d, et-Tabakātü’lKübrâ, c. 3, s. 516.

10 Taberî, Târîhu’l-Ümem ve’l-Mülûk, c. 2, s. 280.

11 Taberî, Târîhu’l-Ümem ve’l-Mülûk, c. 2, s. 280.

12 Ebu’l-Fidâ İbn-i Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, c. 3, s. 271.

13 Vâkıdî, el-Megāzî, c. 1, s. 56; İbn-i Hişâm, es-Sîretü’nNebeviyye, c. 2, s. 278; İbn-i Sa‘d, et-Tabakātü’lKübrâ, c. 3, s. 516; Taberî, Târîhu’l-Ümem ve’l-Mülûk, c. 2, s. 280; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ĞâbeMârifeti’s-Sahâbe, c. 2, s. 484; Ebu’l-Fidâ İbn-i Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, c. 3, s. 271; Diyarbekrî, Târîhu’l-Hamîs fî Ahvâl-i Enfesi Nefîs, c. 1, s. 379; Mustafa Âsım KÖKSAL, İslâm Târihi, c. 3, s. 323-325.

14 Taberî, Târîhu’l-Ümem ve’l-Mülûk, c. 2, s. 280.

15 İbn-i Hişâm, es-Sîretü’nNebeviyye, c. 2, s. 278.

16 Mustafa Âsım KÖKSAL, İslâm Târihi, c. 3, s. 325.