GELMEDEN ÖNCE
Mustafa Asım KÜÇÜKAŞCI tali@yuzaki.com
Yüce Rabbimiz, Kur’ân-ı Kerîm’inde bazı üslûpları tekrar ederek vurgulamıştır. Tekrar tekrar duymaya muhtaç olduğumuz hakikatleri, tekrar tekrar beyan buyurmuştur. Bu üslûplardan biri:
“Min kabli en ye’tiye… / (o gün, o azap) gelmeden önce” zaman zarfı ve bir tâlimat…
Biz de kullanırız:
“–İş işten geçmeden kalk!”
“–Fırsat kaçmadan koş!”
“–Son otobüs kalkmadan yetiş!..”
Çünkü insan tabiatında; erteleme, tembellik etme, ağırdan alma hastalığı vardır. Bunun iki temel sebebi olabilir:
• İnançsızlık ve ümitsizlik,
• Rehâvet ve aşırı ümit.
İnanmayan, şüphe duyan biri; davete icâbet etmez, kendini yormak istemez. Burada tembellik mi, inançsızlıktan doğmaktadır, inançsızlık mı tembellikten? İç içe geçmiş gibidir.
İnançsızları harekete geçirmek için, korkutmak gerekir. İnzâr, uyarmak, îkaz etmek…
“Kendilerine can yakıcı bir azap gelmeden önce kavmini uyar, diye Nûh’u kendi kavmine gönderdik.” (Nûh, 1)
Diğer peygamberler de, hep kavimlerini;
“–Sizin adınıza büyük bir azaptan korkuyorum!” diye uyarmışlardır.1
İnançsızlar, bu sefer bu îkazları geri püskürtmek için, tacizkâr taleplerde ve suallerde bulunurlar:
“–Ne zamanmış o azap?”
“–Hadi getir bakalım o azâbı!”
İnanmadıkları için, aslında; “Getiremezsin, çünkü yok!” mânâsında bu taleplerde bulunmakta ve sormaktadırlar. Fakat Kur’ân, o hak va‘di bu şekilde istedikleri için, bu fiillerini; «Azâbı aceleyle istemek» olarak tarif eder.2
İnanmalarının ve davete icâbet etmelerinin önünde bu bekleyiş ve sorular olduğu için, birçok âyette şu ifade geçer:
“O, (İslâm’a girmeyip şeytana tâbî olanlar), yalnız gözetliyorlar ki, Allah buluttan gölgelikler içinde meleklerle geliversin ve kendilerine iş bitiriversin (onları helâk ediversin). Hâlbuki işlerin hepsi Allâh’a döndürülür.” (el-Bakara, 210)
Yani Cenâb-ı Hak, taleplerindeki çelişkiyi onlara hatırlatır:
–İnanmak için şart koştuğunuz şey geldiğinde, artık iş işten geçmiş olacaktır!..3
Niçin iş işten geçmiş olur?
Birinci sebep: İmtihanın tabiatıdır.
Şöyle bir misal verebiliriz:
Hoca imtihandaki sorunun cevabını tahtaya yazmış, fakat onu bir perdeyle örtmüştür. İmtihan süresi bittikten sonra perdeyi açar. Cevap tahtada belirir. Bundan sonra cevap veren, geçerli puan alabilir mi? Sınıfı geçebilir mi? Elbette hayır!
Kulluk imtihanının ilk şartı, gayba îmandır. İnanılacak esaslar gayb olmasa, buna inanç değil, bilgi denirdi. Şu âyet bu hakikati açıkça beyan eder:
“Onlar îmân etmek için neyi bekliyorlar? Ölüm veya azap meleklerinin gelmesini mi? Haklarında Rabbinin azap hükmünü verip bunu icrâya koymasını mı? Yahut Rabbinin kıyâmetle ilgili bazı alâmetlerinin ortaya çıkmasını mı?
Fakat Rabbinin bunlar türünde bir âyetinin geldiği gün, eğer kişi daha önce îmân etmemiş veya îmânı bir iddiadan ibaret kalıp onunla hayırlı bir iş yapmamış ise, artık o gün inanması kendisine bir fayda sağlamaz. Onlara;
«–Bekleyin bakalım, şüphesiz biz de bekliyoruz!» de!” (el–En‘âm, 158)4
İkinci sebep: Fizikî engeldir. Bir nevi geri dönüşün imkânsızlığıdır. Allah için imkânsızlık yoktur, fakat Allah va‘dinden dönmez. Süresi içinde doğru cevabı vermeyenler için, zamanı geri saracak, onlara zaman yolculuğu yaptıracak değildir!..5
Davete icâbeti engelleyen inançsızlığın, daha zayıf bir türü de ümitsizliktir. Bir nevi kulun, kendine inanmamasıdır. Mutlak yeis küfürdür. Havfın aşırılığı kişiyi ye’se sürükleyebilir. Bu sebeple korku ve ümit arasında olmak emredilmiştir.
Davete icâbeti erteleyen diğer âmil yani rehâvet, tembellik ve aşırı iyimserliğe gelince; yazımızın başında zikrettiğimiz kalıp daha ziyade bu gruba hitap etmektedir.
“Ey nefislerine yazık eden kullarım! Allâh’ın rahmetinden ümit kesmeyin!..” hitâbından sonra iki kere davet, aynı üslûpla tekrarlanmakta:
“Size azap gelip çatmadan önce Rabbinize dönün, O’na teslim olun, sonra size yardım edilmez.” (ez–Zümer, 54)
•Allâh’a yönelmek.
Bir başka âyet:
“Allah katından, dönüşü olmayan bir gün (kıyâmet günü) gelmeden önce yönünü o gerçek dîne çevir! O gün (insanlar) bölük bölük ayrılacaklardır.” (er–Rûm, 43)
Yine Allâh’a, O’nun dînine yönelmek…
İstikamet, doğru yöne yönelmek ile başlar. Başka yönlere yönelmişken; geçici, mevsimlik kulluklarla kurtuluş ne kadar mümkün olabilir ki?
Diğer tâlimat ise:
•Kur’ân’a ittibâ etmek…
“Siz farkında olmadan, ansızın başınıza azap gelmeden önce, Rabbinizden size indirilenin en güzeline (Kur’ân’a) tâbî olun!” (ez–Zümer, 55)
Bir başka âyette Kur’ân nimeti, ondan mahrum kalma ihtimali ile tefekkür ettirilir. Üslûp benzerdir:
“Eğer Biz, bundan (Kur’ân’dan) önce onları bir azapla helâk etseydik, muhakkak ki şöyle diyeceklerdi:
«–Yâ Rabbî! Ne olurdu, bize bir elçi gönderseydin de, şu aşağılığa ve rüsvaylığa düşmeden önce âyetlerine uysaydık!»” (Tâhâ, 134)
Kur’ân’a uymamak, zillete düşmektir, rezil-rüsvay olmaktır.
Kur’ân’a uymak, çok şümullü bir emirdir. Bütün tâlimatlar, bütün emir ve yasaklara uymak…
Dünyada, insanları tembelliğe veya gevşekliğe iten bazı düzensizlikler vardır:
Meselâ bir vergi ödenecektir. Bir müracaat yapılacaktır. Ama son gün süre uzatılır. O son saate yetişmek için çabalayanlara, fedâkârlıkta bulunanlara hakaret gibidir o uzatma. Ama hep gelir. Bazen ilâve süre gelmez, daha beteri olur: Vergiyi / cezayı zamanında ödemeyene indirim yapılır!.. İmar afları, borç yapılandırmaları, eğitim afları vs. böyledir.
Dünya şartlarında sıkça rastlanan bu durum, âhiret işlerinde asla yaşanmayacaktır:
“Allah tarafından (tehdit olunduğunuz ve başkalarınca) kendisi için geri çevrilme (imkânı) olmayan bir gün gelmeden önce, Rabbiniz(in davetin)e icâbet edin! O gün ne size sığınacak bir yer, ne de sizin için (günahlarınızı) inkâr etme(ye bir çare) vardır!” (eş–Şûrâ, 47)
•Geri döndürülme ihtimali yok!
•Sığınacak, saklanacak bir yer yok!
•İnkâr yoluna giderek kurtulma şansı yok!..
Dünyada adâletin pençesinden kaçacak yerler olabilir!.. İade anlaşması olmayan bir ülkeye kapağı atarak cezadan kurtulabilirsiniz!..
Dünya muhakemelerinde bazen delil yetersizliği sizin lehinize bir sonuç doğurur. Bu sebeple, zanlıların; «Susma hakkı»ndan bahsedilir. Baskı ile itiraf alma yolları yasaklanır. Alınsa bile geçersiz sayılır vs.
Âhirette, herhangi bir sorgulamadan; bilmezden gelerek; «Bilmiyordum.» diyerek; «Ben yapmadım!» diyerek kurtulma ihtimali yoktur.
Cenâb-ı Hak, böyle ikazlarda bulunduğu hâlde, yine de çeşitli ümniyyeler (hayaller ve kuruntularla), Allâh’a yönelme ve Kur’ân’a ittibâ ve ilâhî davete icâbet dışında kolay yollar aramaya devam ediyoruz. Allâh’ın affı ve şefaat gibi hakikatleri de bu yolda istismâr edebiliyoruz.
Ele aldığımız üslûbun kullanıldığı diğer üç âyet ise, sâlih amellere, bilhassa infâka davet ediyor:
“Ey îmân edenler! Kendisinde artık alışveriş, dostluk ve kayırma bulunmayan gün (kıyâmet) gelmeden önce, size verdiğimiz rızıktan hayır yolunda infâk edin. Gerçekleri inkâr edenler elbette zâlimlerdir.” (el-Bakara, 254)
“Îmân eden kullarıma söyle:
•Namazlarını dosdoğru kılsınlar,
•Kendisinde ne alışveriş, ne de dostluk bulunan bir gün gelmeden önce, kendilerine verdiğimiz rızıklardan (Allah için) gizli-açık infâk etsinler.” (İbrâhîm, 31)
“Herhangi birinize ölüm gelip de;
«–Rabbim! Beni yakın bir süreye kadar geciktirsen de sadaka verip iyilerden olsam!» demesinden önce, size verdiğimiz rızıktan infâk edin!” (el–Münâfikûn, 10)
Demek ki;
İnfâkın, sert ve abus âhiret gününün sıkıntılarından kurtulmada çok büyük bir faydası var.
İnsanlar; “Ak akçe kara gün içindir.” diyerek, zor günler için para biriktirirler. Âhiret için biriktirmek ise, infâk etmekle olur. Çünkü o gün;
•Alışveriş yoktur.
•Dostluk, lobicilik, arka çıkacak grupçuluk vs. yoktur.
Bunların yerine, infak vardır. Bir nevi «peşin ödeme». Dostluk için, Allah yolunda dostlar için infak… Yatırım…
Yukarıdaki iki âyette dostluk «hullet ve hılâl» kelimeleriyle ifade ediliyor ki, Hazret-i İbrahim’in sıfatı olan halîl ile aynı kökten.
Bir başka âyette de kıyâmet günü, dünyevî dostlukların âkıbeti, yine aynı kökten «ahillâ» kelimesiyle şöyle ifade edilmekte:
“O gün, dost olanlar (bile) birbirlerine düşman kesilirler. Müttakîler hariç!..” (ez–Zuhruf, 67)6
Hazret-i İbrahim’in halîlullah olma makamına erişmesi, canından, malından ve evlâdından fedâkârlık etmesiyle, bu imtihanları vermesiyle mümkün oldu. Kıyâmet günü, diğer dostluklar bir işe yaramadığında, hattâ düşmanlığa dönüştüğünde, sadece Allâh’a dost olabilen, selîm bir kalp geçer akçe olacak. Bu akçeyi elde edebilmek de, bu dünyadan yatırıp yapmakla mümkün.
Perde indikten sonra îman hamlesi işe yaramadığı gibi, ölüm sebebiyle artık seninle bağı kopan maldan infâk etmek de mümkün olmaktan çıkıyor. O sebeple «o gün gelmeden» acele etmek gerekiyor. Ertelememek gerekiyor.
Bizi infâka ancak merhamet, şefkat ve diğergâmlık gibi duygular götürebilir.
Diğer taraftan;
Harekete geçmenin önünde tembellik olduğu gibi, infâkın önünde de aç gözlülük, hırs ve cimrilik gibi kötü huylar var. Bunlardan kurtaracak bir güç için îman gerekir ki, bu da harekete geçmeyi, davete icâbet etmeyi sağlayan ana unsura bizi tekrar götürür.
«O gün gelmeden» Hakk’a yönelen, Kur’ân’a ittibâ eden, Allâh’a icâbet ederek, namaz kılıp infâk edenlere ne mutlu!..
___________________
1 Bkz. el-A‘râf, 59; Hûd, 3, 26, 84; eş-Şuarâ, 135; el-Mü’min, 30, 32; el-Ahkāf, 21 vb.
2 Yûnus, 50; er-Ra‘d, 6; el-Hac, 47; eş-Şuarâ, 204; el-Ankebût, 54; es-Sâffât, 176; eş-Şûrâ, 18; ez-Zâriyât, 59.
3 Ayr. bkz. el-A‘râf, 53; Yûnus, 102; en-Nahl, 33; Fâtır, 43; ez-Zuhruf, 66; Muhammed, 18.
4 Ayr. bkz. el-Mü’min, 84-85; es-Secde, 28-29.
5 Ayr. bkz. el-Mü’minûn, 99-100; Fâtır, 36-37.
6 Ayr. bkz. el-Meâric, 10.