MÜMTAZ ŞEHİD ABDULLAH BİN CAHŞ -radıyallâhu anh-

Abdullah Mesud HIDIR mahidir@gmail.com

 

MÜMTAZ ŞEHİD ABDULLAH BİN CAHŞ radıyallâhu anh

 

İlk müslümanlardan Abdullah bin Cahşradıyallâhu anh, Rasûlullahsallâllâhu aleyhi ve sellemEfendimiz’in halasının oğludur. Önce Habeşistan’a sonra Medine’ye hicret etti. Hicretin ikinci senesinde Nahle’ye seriyyeye kumandanı olarak gönderildi.

 

Bedir ve Uhud Savaşlarına katılan Abdullah bin Cahşradıyallâhu anh-, Uhud’da şehid düştü. Kabri, Uhud’dadır.

 

*

 

Sa‘d bin Ebî Vakkas –radıyallâhu anh anlatır:

 

“Uhud’da, savaşın şiddetli bir ânında, Abdullah bin Cahş beni bir kayanın dibine çekerek;

 

«–Şimdi burada sen duâ et, ben; ‘Âmîn!’ diyeyim. Sonra ben duâ edeyim, sen; ‘Âmîn!’ de!» dedi. Ben de;

 

«−Peki!..» dedim ve şöyle duâ ettim: «Allâh’ım, bana çok kuvvetli ve çetin kâfirleri gönder. Onlarla kıyasıya vuruşayım. Hepsini öldüreyim. Gazi olarak geri döneyim.»

 

Abdullah bin Cahş benim yaptığım bu duâya bütün kalbiyle; «Âmîn!» dedikten sonra da kendisi;

 

«–Allâh’ım, bana zorlu kâfirler gönder, kıyasıya onlarla vuruşayım. Cihâdın hakkını vereyim. Hepsini öldüreyim. En sonunda bir tanesi de beni şehîd etsin!..» diye duâ etti.

 

Gönlüm böyle bir duâyaÂmîn!’ demek istemiyordu. Fakat önceden söz verdiğim için mecburen; «Âmîn!» dedim. Daha sonra kılıçlarımızı çektik, savaşa devam ettik. İkimiz de önümüze geleni öldürüyorduk.

 

O, son derece bahadırâne harp ediyordu. Çarpışırken kılıcı kırıldı. O anda sevgili Peygamberimiz sallâllâhu aleyhi ve sellem; ona bir hurma dalı uzatarak, savaşa devam etmesini emretti. Bu dal mûcizevî olarak kılıç oldu ve önüne geleni kesmeye başladı.

 

Savaşın sonuna doğru Abdullah bin Cahşradıyallâhu anh, bir müşriğin attığı okla arzu ettiği şehâdete kavuştu.

 

ALP, EREN, HEKİM KARACA AHMED

 

Horasan erlerinden Karaca Ahmed, on dördüncü asırda aşîretiyle birlikte Anadolu’ya geldi. Orhan Gazi’nin ordusunda gazalara katıldı. Anadolu’yu mesken tuttu, halkın gönlünde taht kurdu.

 

Üsküdar’da bugün Karacaahmet ismiyle mâruf semte yerleşerek talebe yetiştirdi, halkı irşâd etti.

 

Karaca Ahmed, husûsen akıl hastalarını tedavi ederdi.

 

Karaca Ahmed ulu velî,

 

Uslu olur gelen deli.

 

sözü buna işarettir.

 

Karaca Ahmed, on dördüncü asrın sonlarında vefât etti. Muhtelif yerlerde türbeleri ve makamları bulunmaktadır.

 

*

 

Karaca Ahmed Horasan’dan gelmiş. (Afyon) Karahisar Tezhüyük civarına yerleşmiş. Oradaki köyde oturan Bey, kâhyasına;

 

“–Git gör bakalım, şu karşıda çadır kuran yörük mü nedir? Hayvanları falan da var, anla, kimlermiş görelim.” demiş. Kâhya gitmiş. Mevsim baharmış. Bir su kenarında aşîret reisi Karaca Ahmed’in söğüt ağacından elma kopardığını hayretle görmüş. Kâhya ona;

 

“–Bey’im sizi davet eder.” demiş. O da;

 

“–Bey’e boş gidilmez.” diyerek bir mendile elma doldurmuş. Bey’in yanına vardıklarında, Bey; evvelâ vaziyetinden korkmuş, sihir ve efsun zannederek elmaları kabul etmek istememiş. Hattâ Karaca Ahmed’i kovmaya hazırlanırken, Bey’in yanında oturan, çoktan beri rûhen hasta olan ve bu sebeple feryat-figān içinde ağlayan-çırpınan kızı, Karaca Ahmed’i görünce birden susmuş, sükûnet bulmuş. Bey, Karaca Ahmed’e hayretle bakarak nereli olduğunu sormuş;

 

“–Horasan erlerinden…” cevabını alınca, kızına bir nefes ve himmet rica etmiş. Karaca Ahmed kıza duâ etmiş. Bey’in konağında birkaç gün misafir kalarak kızı tedavi etmiş. Biricik kızının iyileştiğini gören Bey; minnet, şükran ve sevinç içinde bu meçhul hekime nasıl ihsan edeceğini şaşırmış. Mukabil olarak;

 

“–Develerin ve sığırların arazimizde serbestçe yayılsın, akşama kadar istedikleri yerde dolaşsınlar. Nereye kadar giderse oradan sınır kesilsin. O yerler senin ve evlâtlarının olsun.” diyerek birçok araziyi Karaca Ahmed’e terk etmiş. O da -şimdi Afyon-Kütahya sınırında yer alan Karaca Ahmed köyüne- ehli ve aşîretiyle yerleşmiş ve yerli köylülerle kaynaşmışlar. (Edib Ali BAKİ, Karaca Ahmed ve Delileri Tedavi Yurdu, s. 7-9)

 

BİZANS’IN GÖZÜNDE ULUBATLI HASAN

 

Fethe bizzat şâhit olan ünlü Bizanslı tarihçi ve devlet adamı Yorgios Sfrancis, İstanbul surlarına ilk sancağı diken Ulubatlı Hasan’ın surlara tırmanışı ve orada Bizanslılarla bir süre çatıştıktan sonra, üzerine yağan ok ve taş yağmurları altında şehid düşmesini şu sözlerle ifade eder:

 

“İşte o sırada, aslen Lopadion (Ulubat)’ olup koca bir vücuda sahip olan «Hasan» adlı bir yeniçeri, sol eli ile başının üstüne kalkanını tutup, sağ eli ile kılıcını çekti ve bizimkilerin şaşkınlık içinde geri çekildikleri o bölgede surun tepesine doğru atıldı. Onunla aynı cesareti göstermek isteyen otuz kadar diğeri de kendisini takip etti. Bizimkilerden hâlâ surlarda kalanlar ise üzerlerine kayaları yuvarlıyorlardı ve onlardan on sekizini aşağı attılar. Ne var ki, Hasan kendisine mahsus şiddeti ile surun üzerine çıkıp bizimkileri kaçırmayı başardı. Bu zafer üzerine diğerleri de onu takip ederek surlara tırmanma fırsatı buldular.

 

Bizimkiler sayılarının pek az olması sebebi ile sura tırmananlara mâni olamadılar. Düşmanın sayısı fazla idi, buna rağmen yine de yukarıya çıkanlara saldırdılar ve onlardan birçoğunu öldürdüler. Bu çatışma sırasında Hasan’a bir taş isabet etti ve onu yere yıktı. Kendisini yere yıkılmış görünce, bizimkiler de üstüne her taraftan taş fırlatmaya başladılar. O ise dizleri üstüne kalkmış kendisini savunmaya çalışıyordu; ancak almış olduğu pek çok darbeden dolayı artık sağ kolu işlemez oldu ve oklarla kaplandı, nihayet beraberindeki pek çok kişi ile birlikte öldü.” (Hakan YILMAZ, Keşfedilen Kabri, Yıkılan Mescidi ve Ulubat Gölü Civarındaki Köyünün Vakfiyesi Işığında, Fâtih’in Alemdârı, Şehidler Serdârı «Ulubatlı Baba Hasan»)

 

Sadece bu tarihî vesika bile Ulubatlı Hasan’ın yaşamış ve şehîd olmuş bir asker olduğunu, aksi tartışmaların mesnetsiz olduğunu ispata kâfîdir.

 

«İZMİR’DE NE OLDU?»

 

Miralay Süleyman Fethi Bey, 1877’de İstanbul’da doğdu. Babası Şeyh Mehmed İzzî Bedreddin Efendi’dir. 1896’da Pangaltı Harbiye Okulunu bitirdi. Selânik, Hicaz ve Yemen’de subay olarak vazife aldı. 1918’de İzmir’e tayin oldu.

 

15 Mayıs 1919’da Yunanlılar İzmir’i işgal edince onu da süngüleyerek ağır yaraladılar. Hastahâneye kaldırılan Miralay Fethi Bey, 23 Mayıs 1919’da şehîd oldu. Aziz naaşı, önce Rufâî Emir Sultan Tekkesi hazîresine defnolundu. 1988’de devlet töreniyle Narlıdere Şehitliği’ne nakledildi.

 

*

 

Süleyman Fethi Bey Yunan’ın İzmir’e çıktığı gün Kışla’da Kur’ân-ı Kerim okuyormuş. Bu esnada Yunanlıların hücumuna maruz kalmış ve elinden mushafı alıp (hâşâ) ayaklarıyla çiğnemeye başlayan bir Yunan zâbitine tokat vurmuş. Bu tokattan dolayı süngülenmiş. İlk süngü yarasını alan bu arslan, eğilerek o mübârek Kitâbullâh’ı yerden almış ve omzundan akan kanlara karıştırdığı gözyaşlarıyla öpüp başına koymuş. Bu arada etrafını saran yirmi kadar Yunan asker ve zâbitin ikinci bir hücumuna maruz kalmış.

 

Ellerini kaldırmalarını emr eylemişler. Cevaben;

 

“–Ben bir kumandan ve miralayım. Âmirimden başkasına kendimi muayene ettiremem.” demiş.

 

“–Üniformalarını çıkar!” demişler.

 

“–O üniformayı bana padişahım taktı, onu ancak onun emri çıkartır.” demiş

 

Bu cevabı alan Yunanlılar azgın birer canavar gibi merhumun üzerine çullanarak üniformalarını parçalamış ve kafasını gözünü birkaç yerinden yarmışlardır.

 

Sonra;

 

«Zito Venizelos!» diye bağıracaksın!” diyen düşmana;

 

“–Yaşasın Osmanlılık, benim kanımın döküldüğü bu topraklar inşâallah size mezar olur.” diye cevap vermiş.

 

İyice kudurmuş Yunanlılar o hâl ve heyetle Süleyman Fethi Bey’i Kışla’dan çıkarıp Kordon’a doğru sevk etmeye ve yüz binlerce halkın arasında dipçikle yaralamaya devam etmişler. Fakat o yaralı arslanın dilinden;

 

“–Yaşasın Müslümanlık.” sözünden başka bir söz çıkmamış. Dipçik ve süngü yaraları sebebiyle al kanlar ve çamurlar içinde vapur iskelesine kadar gelmişler. Burada takati kesilen Miralay, kıbleye dönmüş ve;

 

“–Allâh’ım sen müslümanları bu cellâtlardan kurtar!” diye duâ edip yüzükoyun secdeye kapanmış. (İzmir’de Neler Oldu? Antalya, 1336, Anadolu Matbaası)