İslâm’ın İlk Büyük Savaşı BEDİR GAZVESİ -6-
Âdem SARAÇ vardisarac@yahoo.com.tr
İslâm ordusunun konakladığı yer kumluk bir yerdi. Dolayısıyla kolaylıkla yürünemiyor, yürürken de ashâbın ayakları kuma gömülüyordu.
Ayrıca, su sıkıntısı da vardı. Abdest ve gusül için yeterince su bulmakta zorluk çekiyorlardı. Her ne kadar küçük havuz yapıp, tedbir almışlarsa da onu şimdiden kullanmak istemiyorlardı.
Bu duruma bir çare arıyorlar, fakat makul bir çözüm bulamıyorlardı. Hem hareketi engelleyen kumluk ve hem de yeterince su olmaması, ileride onları çok zor bir durumda bırakacaktı.
Bir yandan buna bir çözüm yolu ararken, bir yandan da duâ ediyorlardı. Çok geçmeden duâları kabul edildi. İlâhî rahmet tecellîsi olarak bolca yağmur yağdı. Hem öyle ki, vâdiden seller aktı. Müslümanlar da bütün kaplarını doldurdular; abdestlerini aldılar, guslettiler. Hayvanlarını suladılar. Su havuzunu da iyice doldurdular.
Yağan yağmur, aynı zamanda, yerin tozlarını yatıştırdı ve pekiştirdi. Yer, kumlara batmadan üzerinde yürünür hâle geldi.
Bütün bunların yanında, yüce Allah –celle celâlühû–; müslümanlara sükûnet verici, dinlendirici bir uyuklama ihsân etti. Öyle ki bütün hepsi, gece boyu tatlı bir uykuya daldılar.1
İlâhî rahmet ve yardım, vahiyle de tescil ediliyordu:
اِذْ يُغَشّ۪يكُمُ النُّعَاسَ اَمَنَةً مِنْهُ وَيُنَزِّلُ عَلَيْكُمْ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً لِيُطَهِّرَكُمْ بِه۪ وَيُذْهِبَ عَنْكُمْ رِجْزَ الشَّيْطَانِ وَلِيَرْبِطَ عَلٰى قُلُوبِكُمْ وَيُثَبِّتَ بِهِ الْاَقْدَامَۜ ١١
“O zaman O (Allah, kendi) katından bir güven olsun diye, sizi hafif bir uykuya bürüyordu; sizi (onunla) temizlemek, (bulunduğunuz yerde suyun olmayışından dolayı size vesvese vermeye çalışan) şeytanın vesvesesini (pisliğini) sizden gidermek, kalplerinizi (ümitle) pekiştirip cesaretinizi artırmak ve o sayede ayaklarınızı yere sağlam bastırmak (sebât etmeniz) için, gökten üzerinize su (yağmur) indiriyordu.”2
Bedir’de bütün müslümanlar, geceyi ilâhî rahmet sağanağı altında geçirdiler.
Rasûlullah –aleyhisselâm-; her zaman olduğu gibi, Bedir’de de gecenin az bir kısmında uyuyup, teheccüd ve duâ ile gecesini ihyâ etti. Sahâbîler de teheccüd namazlarını kılıp, tekrar yattılar.
Rasûlullah –aleyhisselâm-; sabah namazı vakti girince, şefkat dolu bir sesle seslendi:
–Ey Allâh’ın kulları, namaz, haydi namaza!3
Ashâb-ı kiram; Rasûlullah –aleyhisselâm– gibi, gecenin bir kısmında uyumuş, büyük bir kısmında ise teheccüd ve duâ ile meşgul olmuşlardı. Rasûlullah –aleyhisselâm-; namaz için seslenince, Hazret-i Bilâl, o güzel ve gür sesi ile ezan okudu.
Bedir, ilk önce bu ezan sesi ile şereflendi. Rasûlullah –aleyhisselâm– ve sahâbîlerin namazı ile şerefine şeref katıldı. Bedir’de sabah namazı; bir başka rahmetin kapısını araladığı gibi, bir büyük destanın habercisi oluyordu.4
Rasûlullah –aleyhisselâm–, her şeyi en ince ayrıntısına kadar hem bizzat denetliyor ve hem de vazife verdiği sahâbîlere denetlettiriyordu. Bu denetlemelere göre de oluşan yeni durumları değerlendiriyorlardı. Bunun için, ilk önce Medine’den buraya gelinceye kadar, yaşanan bütün hâdiseler ele alındı.
Başlangıçta müşrik kervanını vurmak için yola çıkan ordu, Bedir’e yönelmişti. Çünkü kervan; İslâm ordusunun harekete geçtiğini öğrenmiş, sahil yoluna saparak, bir yandan kaçmaya çalışmış, bir yandan da Mekke’ye haber göndererek;
“–Yetişin!” diye yardım istemişti. Kervan kaçıp kurtulmuştu, ama bu sefer de Mekke’den 1000 kişilik tam teçhizatlı müşrik ordusu yola çıkmıştı.
İnsanlık ve aydınlığı istemeyen, karanlık düşünceli karanlık insanlar; tâ başlangıcından bu yana, ilâhî nizama karşı, insanlık dışı bir tavır sergilemişler, artan bir öfkeyle azgınlıklarını sürdürüyorlardı.
Müslümanlara kendi memleketlerinde, hattâ kendi evlerinde bile yaşama hakkı vermemişler, şehirlerinden sürgün etmişlerdi! Habeşistan’da mültecî, Medine’de de muhâcir etmişlerdi. İşte şimdi de Medine’de bile rahat bırakmamak maksadıyla, büyük bir ordu oluşturup yola çıkmışlardı. Üstelik sadece muhâcirleri değil, ensârı da hedef alarak!
Bu nasipsiz müşrikler, uzun zamandır ne müslümanlar gibi ortaya gerçek bir fikir koyabilmişler ve ne de onların Kur’ân ile meydan okumalarına bir karşılık verebilmişlerdi! Kur’ân ile bütünleşen müslümanları; sözle, fikirle, itirazla, alayla, işkence ve eziyetlerle bu da yetmemiş, memleketlerinden sürüp çıkarmayla yenemediklerini çok büyük tecrübelerle yaşamışlardı. Her geçen gün daha da güçlenen bu gelişmeye; «Dur!» demek için yola çıkmışlardı artık! Bütün güçleriyle tam teçhizat silâhla donanmışlardı. Müslümanlar üzerine büyük bir kuvvetle gelip Bedir’e konmuşlardı!
Rasûlullah –aleyhisselâm-; her şeye rağmen, barış taraftarıydı. Ancak, savaş kaçınılmaz olunca, en yaman savaşçı da oluyordu tabiî.
Hazret-i Ömer’i yanına çağırdı. Ona gereken tâlimatları verdikten sonra, müşrik ordusunun komutanına elçi olarak gönderdi. Herhangi bir münakaşa ve çarpışmaya girmemesini, özellikle ve ısrarla tembih etti. O da karşı tarafa yöneldi.
İslâm ordusu tarafından birinin gelmekte olduğunu gören müşrik liderler; hemen okçulara emir verip, yay gerdirdiler. Yaklaşan kişinin Hazret-i Ömer olduğunu görünce, bu sefer de bütün okçular aynı hedefe kilitlendi. Durumu gören Hazret-i Ömer, haykırdı:
–Elçi olarak geliyorum!
Hazret-i Ömer; elçi olduğunu söyleyince, müşrik liderleri yaklaşmasına müsaade ettiler. O da sesini net duyuracağı mesafeye kadar yaklaştıktan sonra, yine tok sesi ile haykırdı:
–Rasûlullâh’ın elçisi olarak geldim. Rasûlullâh’ın size buyrukları var!
–Nedir onlar ey Ömer?
–Rasûlullah buyuruyor ki:
“Sizinle çarpışmak istemiyoruz. Geri dönüp gidin de aramızda kan dökülmesin! Sizden başkasıyla çarpışmak, bana, sizinle çarpışmaktan daha yeğdir!”5
Mekke müşrik ordusu içinde ve en insaflılarından biri olan Hakîm bin Hizâm;6 bu teklif karşısında çok sevinerek, kendisi gibi lider arkadaşlarına döndü:
–Bu, gerçekten çok insaflı bir davranıştır! O’nun bu güzel teklifini hemen kabul edelim ve geri dönelim! Vallâhi, bu insaflı davranıştan sonra, kalkıp karşı koyarsak, bir daha böyle bir teklif alamayız!
Hakîm böyle söyleyince, Ebû Cehil kâfiri öfkeyle bağırdı:
–Hayır, asla! Onlardan öç almak fırsatını yakaladıktan sonra, öcümüzü almadıkça, andolsun ki, geri dönmeyeceğiz! Onlara hadlerini bildireceğiz ki, bundan sonra ne gözcü çıkarılabilsin ve ne de kervanımızın önüne geçilebilsin!
Hazret-i Ömer, bozuk atar gibi haykırdı:
–Son sözünüzü söyleyin, savaş mı, barış mı?
–Savaş tabiî ki ey Ömer, savaş!
–Bu iş bana bırakılsaydı, ben de; «savaş» derdim ve hepinizin hesabını da savaş meydanında görürdüm. Ama ben elçiyim ve son sorumu da sordum!
–Çekil git ey Ömer, ilk oku sana atarız yoksa!
–Öyleyse savaş meydanında görüşürüz ey Ebû Cehil!
–Görüşeceğiz ey Ömer!
Hazret-i Ömer; müşriklerin barışa ya da Mekke’ye geri dönmeye hiç yanaşmadıklarını görünce, son sözünü söyleyip, İslâm karargâhına dönerek, durumu Rasûlullah –aleyhisselâm-’a arz etti.7
Peygamber Efendimiz, yeniden durum değerlendirmesi yaptı.
–Sallâllâhu aleyhi ve sellem…-
________________
1 Taberî, Câmiu’l-Beyân an Te’vîli’l-Kur’ân, c. 9, s. 194-197; Fahreddin er-Râzî, Tefsîr-i Kebîr, c. 15, s. 133.
2 el-Enfâl Sûresi, 8/11.
3 Ahmed bin Hanbel, el-Müsned, c. 1, s. 117-118; Taberî, Târîhu’l-Ümem ve’l-Mülûk.
4 Ebu’l-Fidâ İbn-i Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, c. 3, s. 278.
5 Belâzürî, Ensâbu’l-Eşrâf, c. 1, s. 343.
6 Taberî, Târîhu’l-Ümem ve’l-Mülûk, c. 3, s. 20.
7 Vâkıdî, el-Megāzî, c. 1, s. 61; Mustafa Âsım KÖKSAL, İslâm Târihi, c. 3, s. 317.