İKİ ZIT TABLO

M. Ali EŞMELİ seyri@seyri.com seyri@yuzaki.com

 

 

Bu fânî devranda;

 

İnsanlar için imtihan harmanı savrulmaya başladığı günden beri her şeyde iki tablo var:

 

Hayır ve şer.

 

Felâket ve selâmet.

 

Zulüm ve adâlet.

 

Vicdansızlık ve merhamet.

 

Sapıklık ve hidâyet.

 

Azap ve rahmet.

 

Kısaca;

 

Hak ve bâtıl.

 

Bu yüzden;

 

Bir tarafta kâbus, kan, gözyaşı ve soykırım, diğer tarafta iki cihan saâdeti, gönüllerin fethi.

 

Bu yüzden;

 

Şu fânî harmanın ebedî sonu, ya sonsuz bir cennet ya da cehennem.

 

Bu yüzden;

 

İçimizdeki ve dışımızdaki kavga:

 

Fücur ve takvâ

 

Bu mücadelenin neticesine göre:

 

“O gün bazı yüzler ağarır, bazı yüzler de kararır.” (Âl-i İmrân, 106)

 

İşte böyle bir hakikate mebnî olarak dünyadan âhirete her şey bir akış hâlinde:

 

Yağıyor karları, yağmurları; gökler akıyor,

Ve filizler uzanıp toprağa kökler akıyor!

 

Dilde dünyâ denilen bir kısacık rü’yâdan,

İki omzumda benim, mahşere yükler akıyor!

 

Yedi deryâya kadar hıçkırıyor ırmaklar,

Yolda taştan taşa vurdukça köpükler akıyor!

 

İki gözden, iki sözden, iki yüzden dolayı,

İki koldan iyilikler, kötülükler akıyor!

 

Binmişiz bir kere devran denilen bir tekere,

Altımızdan ne virajlar, viyadükler akıyor!

 

Gece-gündüz yüce ferman bu, ezelden ebede,

Hem büyükler akıyor hem de küçükler akıyor!

 

Aşkı sağlam kişiler göklere pervâne yine,

Daracık kuytuya, sevdâsı çürükler akıyor!

 

Goncalar cennete bülbülle uçarken buradan,

Ateşin bağrına taşlar ve kütükler akıyor!

 

İyi baktın mı a Seyrî ölenin çehresine,

Kirliden salya, temizden gülücükler akıyor!

 

İki koldan akışın yansımaları çok.

 

Bilhassa;

 

Hak kanadında ve bâtıl kanadında yaşananlar, tüm tarihlerin merkez noktası.

 

Çünkü;

 

Dünyanın da onun bağrındaki her şeyin de, her meselenin de, her gayretin de, hattâ her ilmin ve ibâdetin de tam içinde ötelerin ötesine açılan iki koridor var, iki pencere var, iki kutup var. Her birinde iki taraflı engeller var, çatallar var, çengeller var.

 

Dikkatli yol almak şart:

 

Yollarda virajdan kötü çengellere dikkat!

Dostun, bilerek koyduğu engellere dikkat!

 

Ey yolcu, cehennem yolu kaymak otobandır,

Cennet yolu tam tersi, tuzak tellere dikkat!

 

Her türlü mekik, yer ile gökler arasında,

«Git! Git!» dediren bir sürü; «Gel! Gellere dikkat!

 

Hak’tan o kadar şüphe eden akla derim ki,

Yontup da kulun taptığı heykellere dikkat!

 

En ince hesaptan yana ey usta, hüner çok,

Hiç merkezi yok, serseri pergellere dikkat!

 

Binlerce pınar fışkırıyor yerdeki gözden,

Hıçkırdı mı, tûfan koparan sellere dikkat!

 

Yol sırrı bu, Seyrî, seçeceksin yüce hayrı,

Çelmez basitin şerri, mükemmellere dikkat!

 

Çünkü insanlık;

 

Adım attığı koridora ve baktığı pencereye göre hak ve bâtılı ya olduğu gibi anlıyor ya da karıştırıp da;

 

•Hakkı bâtıl,

 

•Bâtılı hak zannediyor.

 

Bu bulanıklık;

 

İnançlara, ibâdetlere hattâ namazlara dahî sızabiliyor. Onun için ciddiyetsiz bir namazın durumu;

 

‒Yazıklar olsun! dedirirken, hâlis ve takvâlı bir namazın durumu da;

 

‒Müjdeler olsun! dedirmektedir.

 

Buna göre;

 

Öz durumu çerçevesinde her şeyde ya cennetlik ya cehennemlik mührü vardır.

 

İşte imtihan âleminde bu iki mührü doğru okuyup da gece-gündüz doğru bir çırpınış içinde olmak, her şeyden daha mühimdir. Yoksa hakka hiç bakmaksızın sadece «haklı» olmanın kavgasını vermek, boş yaygara. Heyhat, bugün, dünya çapında çıldırmış bir zulmün oluşturduğu acı manzaralara rağmen kötülüğün en kahredici bataklığına saplananlar bile «haklılık» masalları okuyor. En kahpe zâlimler bile «haklılık» masalları okuyor. Dünyayı vîran eden hâinler, zorbalar, vicdansızlar bile «haklılık» masalları okuyor.

 

Masalların devamında;

 

•Gazze vîrâne.

 

•Nice İslâm beldeleri harâbe.

 

Çünkü hak ile bâtıl mücadelesinde bâtıl tarafın bütün özelliği:

 

•Yok etmek.

 

•Henüz yeşermekte olan küçücük bir tomurcuğu bile kömür hâline getirmek.

 

•Hak cephesinde nefes alan bir bebek bile bırakmamak.

 

Tarih şâhit:

 

Kimler «haklılık» masallarını tutturursa; işte onlar, daha körkütük bir şekilde her türlü günahtan günaha, suçtan suça, vahşetten vahşete, şiddetten şiddete, şeytanlıktan şeytanlığa, hâinlikten hâinliğe, kātillikten kātilliğe, rezâletten rezâlete, ne kadar azgınlık varsa hepsine doludizgin dalıyorlar. Bunların «haklılık» masalına aldananlar da hem elleriyle hem dilleriyle hiç durmaksızın onları alkışlıyorlar.

 

Düşünmüyorlar ki;

 

İnsanlara haklılık masalı değil hakkın kendisi lâzım. Kendini haklı görmekle haklı zannettirmek ekseninde yapılan zâlimlikler, kahpelikler, kötülükler, katliâmlar ve vahşetler, hiçbir zaman hak değil. Olamaz da. Hayâlî bir haklılık iddiası, uslanmaz mel‘unların simsiyah defterlerini aklayabilecek hakikî bir ispat sağlamaz. Her türlü yanlışa «haklılık» masalını dayanak yapmak ve bundan mendeburluklara dahî cevaz üretmek, nasıl bir hak?

 

Onca acı tablo soruyor:

 

‒Hangi zulüm hak?

 

‒Hiçbiri.

 

Öyleyse;

 

‒Ama ben haklıyım! diyen zâlimin gerçeği nedir?

 

Dünyada lânet,

 

Âhirette cehennem!

 

Yığınla dert diyor ki:

 

Onca mazlumlar ölür, bâri bu mâtem yaşasın,

Kahpe zâlimler için nâr-ı cehennem yaşasın! (Seyrî)

 

Fakat fânî safhada;

 

Ehl-i bâtıl, ebedî gerçeğe gözlerini kapatmış bir vaziyette her zulmü ve haksızlığı kendisine vazife edinmiş, durmadan mazlumlara saldırıyor, zayıflara kan kusturuyor, bîçârelere bombalar yağdırıyor.

 

Ya ehl-i hakkın vazifesi?

 

Söylenecek çok şey var. Fakat hem gönülleri hem beldeleri feth-i mübîn müjdeleriyle donatan Fatih Sultan Mehmed Han’ın niyet ve azmi ne güzel:

 

İmtisâl-i «câhidû fillâh» oluptur niyyetüm,

Dîn-i İslâm’ın mücerred gayretidür gayretüm.

 

“Niyetim;

 

«‒Allah yolunda cihâd ediniz!» emrine uymaktır.

 

Gayretim de,

 

İslâm dîninin şerefli, saf ve hâlis gayretidir.”

 

Enbiyâ evliyâya istinâdım var benim,

Lutf-i Hak’tandır hemân ümmîd-i feth u nusretüm.

 

“Benim, peygamberlere ve Allah dostlarına itimadım var, sırtımı onlara dayadım. Kesin bir şekilde fetih ve zafer ümidim de, yüce Allâh’ın lutfundandır daima.”

 

İşte bu;

 

Cihan çapında gönülleri fethetmek. Mânevî bakımdan en kurak ve çorak dimağları da beldeleri de yeşertmek. Çölleri gülistana dönüştürmek.

 

Mazlumlara kol kanat germek.

 

Adâlet ve hidâyet hilâlini, devrin kalbine dikmek.

 

Çağ kapatıp çağ açmak.

 

Demek ki;

 

Nesle lâzım olan güç, Fâtihlerin bileği,

O bileğe gereken, Akşemseddin yüreği. (Seyrî)

 

Rab,

 

Nasîb et!

 

Âmîn