GÜNDELİK ve ASIRLIK SİYASET

Mustafa Asım KÜÇÜKAŞCI tali@yuzaki.com

 

 

«Siyaset»in bir gündelik bir de geniş ufuklu, âdeta zaman üstü iki şekli vardır.

 

Gündelik siyasete bulaşmak ve bulanmak, insanı olmadık bir tarafı seçmeye zorlayabilir.

 

Ülkemizde din, aslında siyaset üstü bir konumda olması gerekirken; maalesef, dîni yaşamak isteyenleri baskı altına almaya çalışanlar ve onların haklarını müdafaa etmeye çalışanların siyasetteki mevcudiyeti, buna imkân vermiyor.

 

Hepimiz, 28 Şubat döneminde dindarlara yapılan baskıları biliyoruz. Müslümanların haklarını geri almak kolay olmadı. Bunu başaran iktidarı da, muârızları hatalı bir şekilde din ile eşitlediler. Şimdi Diyanet İşleri Başkanlığı bir hutbe yayınladığında, iktidar muârızları sanki bir siyâsî bildiri yayınlanmış gibi davranabiliyorlar. O sığ siyaset sularında, bazen îmanlarını bile kaybedecek sözler sarf edebiliyorlar. Fiten hadislerinden birinde şöyle bir durum zikredilir:

 

“İnsan; mü’min olarak sabah güne başlayacak, akşam kâfir olarak geceleyecek; yine mü’min olarak geceleyecek, kâfir olarak sabaha çıkıp dînini küçük bir dünyalığa satacak.” (Müslim, Îmân, 186)

 

Bu kişiler, kendilerini bu tehlikeden koruyacak bir dînî eğitim veya kültürden de mahrumlar. Hem dînî eğitimin azlığı sebebiyle, hem de din adına yarım asırdır, farklı farklı modernist propagandaların ortaya atılmasından dolayı…

 

Yani bir iktidar muârızı; hutbedeki karşı çıktığı ifadenin, dînin katı bir yorumuna ait olduğunu sanabiliyor!.. Aslında dinde böyle bir yasak yok ama ah birtakım hocalar!..

 

Bütün bunları zikretmemizin bir sebebi var:

 

Müslümanlar da o gündelik siyasetin atmosferi içerisinde, bu tür sözleri sarf edenler hakkında ağır hükümlerde bulunabiliyorlar. Hattâ öldükten sonra, onların cenazelerinin camiden kaldırılmamasını vs. teklif edebiliyorlar.

 

Lâkin geniş zamanlı bir siyaset aklı, bunun ne kadar tehlikeli bir teklif olduğunu görebilir.

 

Zaman zaman ülkemizde anketler yayınlanıyor. O anketlere göre, halkın şu kadarı artık ateist olmuş, artık dîni tamamen hayatından da kalbinden de çıkarmış… Uzmanlar bu anketlerin ardında bir art niyetin olduğuna dikkatimizi çekiyor.

 

“Zamaneden şikâyet” kalıp bir davranıştır.1 Evet yukarıda zikrettiğimiz hadîs-i şerîfin yaşandığı devirlerdeyiz. Lâkin, bir asma bitkisi gibi, bazı dalları sararıp kururken, bazı dallarının da yeşerip meyveye durduğunu görmekten âciz kalmamalıyız.

 

Dahası, dînî durum, gerek inanç, gerek davranış boyutunda olsun, daima değişikliklere açık bir sahadır. Ateizm derekesinde bir savruluş çoğunlukla nâdir iken, gaflet oldukça yaygındır. Bilhassa gençlik, bekârlık gibi dönemlerde.

 

Ayrıca, merhum Kadir MISIROĞLU’nun Sava Paşa’dan naklettiği bir hakikat üzerinde düşünülmesi gerekir:

 

Sava Paşa; müslüman beldeleri işgal edecek Avrupalılar için yazdığı raporda, İslâm toplumunda ne türlü din dışı değişikler yaşanırsa yaşansın, fertlerin şuur altında Müslümanlıklarını bir şekilde koruyacaklarını ve o din duygusunun fırsatını bulduğu anda yeniden zuhur edeceğini dile getirir. Yani müslüman bir toplumda bir fert kolay kolay dinden çıkmaz, çıkamaz. Yaşayış bakımından ne kadar savrulmuş olursa olsun!..2

 

Evet biz onu aforoz edercesine, tekfir edercesine hazırlanmış suallerle köşeye sıkıştırırsak, ağzından küfür-âlûd sözler alabiliriz. Ama almalı mıyız? Hazret-i Ali uyarıyor:

 

“İnsanlara anladıkları şeyleri söyleyin, anlamadıklarını da bırakın. Siz, Allah ve Rasûlü’nün yalanlanmasını ister misiniz?” (Buhârî, İlim, 49)

 

Nice âyetteki; «Câhillerden yüz çevir!» emrini de bu muhtevâda anlayabiliriz.

 

Eğer dindarlar toplumda nüfus ve nüfuz bakımından kuvvetli olsa idi, o teklif edilen dışlama tedbirleri işe yarayabilirdi.3 Yani; «Din-diyanet hakkında, ezan veya hutbe hakkında, ileri geri konuşmayayım ki, toplumdan dışlanmayayım, cenazem ortada kalmasın!» diye düşünenler olabilirdi. Hâlbuki bugün müslümanların toplumdaki gücü, böyle bir kaygıya yol açmadığı gibi, aksine; «Cenazemi camiden değil, tiyatro salonundan kaldırın!» diye vasiyet eden nasipsizlerin varlığı da duyuluyor.

 

Bir incelik daha:

 

İdaresi altına aldığı, gayr-i müslim unsurları zimmî statüsünde huzurla yaşatan İslâm idaresi, müslümanın döneğine bu hakkı vermez. Bu; «Ona gafleti yaşatmaz, onu zorla dindar taklidi yapmaya zorlar.» demek değildir. İslâm idaresi, onu görmezden gelir.

 

Kur’ân-ı Kerim’de Medine’de münafıkların varlığını ifade eden çok sayıda âyet-i kerîme vardır. Onların itirazları, dedikoduları, çıkardıkları kargaşalar Kur’ân’da ifade edilip reddedildiği gibi, sebeb-i nüzul eserleri onlardan bir kısmını isim isim de serdeder. Ama Siyer-i Nebî’de bunların İslâm toplumundan; cenazesi kılınmayıp, ayrı bir mezarlığa gömülecek derecede dışlandıklarına dair bilgiler bulmuyoruz. Münafıkların elebaşı İbn-i Übeyy bin Selûl’un cenaze namazını kıldıran Peygamberimiz’e itâb âyeti gelip;

 

“Onların namazını kıldırma!”4 buyurulduğu hâlde, Medine’de ayrı bir münafık mezarlığı bilmiyoruz.

 

Peygamberimiz, zaman zaman borçlu bir şekilde ölüp, borcu ortada kalan kimsenin de cenaze namazını kıldırmamış;

 

“Siz kılın!” buyurmuştu. Böylece, geride kalanların, mevtâlarına ve borçlarına sahip çıkmalarını sağlamak istemişti.5 Demek ki, Rasûlullah Efendimiz’in bir kişinin cenaze namazını kıldırmaması, onu bütünüyle dışlamak mânâsında değildir.

 

Yine Peygamberimiz, sırdaşı Huzeyfe –radıyallâhu anh’a, Tebük dönüşü sûikaste karışan münafıkların bir listesini vermişti. Hazret-i Huzeyfe, o kişilerin cenazelerine katılmazdı. Hazret-i Ömer de onu takip edip, onun katılmadığı cenazelere katılmazdı.6 Ama görüyoruz ki; “Onun namazını kimse kılmasın, o münafıktır.” dememişlerdir.

 

Çünkü geniş ufuklu siyaset, münafığı ve muârızı yok sayarak toplumun içinde eritir. Kendileri değilse bile onların evlâtları kazanılır. Nitekim İbn-i Übeyy’in oğlu Abdullah samimî bir müslümandı ve Peygamberimiz, babasının cenaze namazını da onun hatırına kıldırmıştı.

 

Biz; “Bunların cenazesi camimize gelmesin!” dediğimizde, kendi elimizle, ateist cenaze işleri, ateist mezarlığı, yani ateizme toplumda sosyal bir varlık alanı açtığımızın farkında mıyız?

 

Ateizm dernekleşmeye çalışsa da, sosyal medya mecrâlarında bazı ateistler meşhur olsa da, bunlar toplumda ciddiye alınacak bir kesim olamayacak kadar marjinal ve azdırlar.

 

Hattâ çoğalsalar bile, bizim onların böyle bir sosyal temsil aramalarına karşı durmamız gerekir. Birçoğunun cehâlet mahsulü ve gafil bir gençlik hezeyanı olduğunu söyleyip, ileriki yaşlarda ıslah olacaklarını temennî etmeliyiz. Vâkıa böyle değil midir? Sonradan toparlayan, tevbe edip dindarlaşan, hâlini düzelten sayısız örnek vardır. En azından ileri yaşlarda, dinginleşerek mûtedil duygulara yönelme de toplumda çok görülür.

 

Evet, elinde rakı veya viski bardağıyla ölen, siyâsî sâikle de olsa zamanında müslümanlar hakkında verip veriştiren birinin cenazesine ferdî olarak katılmayabiliriz.

 

Lâkin böyle kimselerin namazını kimse kılmayacak, kimse kılmasın, şeklinde bir siyâsî / idârî tavır almak, hem firâsete uygun değildir, hem de Rasûlullah Efendimiz’in usûlüne muvâfık değildir.

 

Yani karşı tarafa akıl vermenin de âlemi yoktur. Böyle bir kapı açıldığında;

 

O dışladığımız kişi, mektepte çocuğunu senin din dersinden çıkarır.

 

Din dersinin seçmeli olmasını sağlamaya çalışır.

 

Böylece din dersi hocasının her mektepte olması mecburiyeti ortadan kalkar.

 

Çocuğunun imtihanında din sahasından sual çıkmasına mâni olur.

 

Son yıllarda sıklıkla yaptıkları gibi, Diyanet bütçesini devamlı gündeme getirip, kendi vergilerinden oraya para aktarılmasına hukuken mâni olmaya çalışır. Bunun sonu bazı batı ülkelerinde olduğu gibi din vergisidir.

 

Din vergisi diye bir şey ortaya çıkarsa, dinle bağı pamuk ipliği seviyesinde olan kişiler tamamen kopar.

 

İşte o zaman birçok kimsenin cenazesi camiye gelmez! Sen de içinin yağını eritmiş olarak murâdına ermiş olursun. Ama murâdımız bu mudur?7

 

Hıristiyanlığın tarihinde, geleneğinde ölü yakma hâdisesi yoktu. Bugün Batıda niçin bu kadar ölü yakma yeri var? Cenaze işlerini ucuzlatmak için!..

 

Evet sığ ve gündelik siyasette, cenaze üzerinden içimizin yağını eritmek kolay!..

 

Mekkî onca âyet;

 

Câhillerle çekişme!

 

«Selâmâ!» deyip geç,

 

Yüz çevir!

 

Dinle bir yerde alay ediliyorsa oradan kalk, sonra yeniden tebliğ fırsatı bulunca tekrar anlat!

 

Af yolunu tut!

 

Kötülüğe iyilikle mukabelede bulun!” derken, bizim, sanki Mekke fethinden, Tebük’ten dönmüşüz gibi, toplumda muhteşem bir nüfus ve nüfuz gücüne sahipmişiz gibi, üstten davranmamız akıl alır gibi değildir.

 

Bu sert mücadele dilini, siyasetle uğraşanların, müslümanları o mecrâlarda savunan isimsiz hesapların kullanmasına da bir şey demeyebiliriz. Bu bir yere kadar ihtiyaçtır da…8 Ama vazifesi, toplumu eğitmek olanlar, bunu bir kere daha düşünmeliler.

 

“Biz bu toplumda kapı kapı dolaşıp hak ve hakikati anlattık mı?” diye sormalılar.

 

Dînimizin hakikatlerini, halkımızın siyaset üstü bir kabul ile benimsemesinin yolu, dışlayıcı siyâsî cedel üslûbu değildir. Hakaretleri sîneye çekmek de değildir. Daha selâmetli bir yolu inşâallah bulabiliriz!..

 

Selâm hidâyete tâbî olanlaradır!..

 

____________________________

 

1 Zihnimizde İslâm’ın altın çağı diyebileceğimiz zamanlarda yaşayan nice zâtlar, devirlerinin artık çok bozulduğundan şikâyet etmişlerdir. https://www.yuzaki.com/2007/01/zaman-mi-suclu-insan-mi/

 

2 Kadir MISIROĞLU, İslâm Dünya Görüşü, s. 88, 89, Dipnot. (Sava Paşa, «İslâm Hukûku Nazariyâtı Hakkında Bir Etüd», c. 1, Ankara, 1955, s. 14-15)

 

3 Meselâ Abdullah İbn-i Ömer –radıyallâhu anhümâ-; ümmette ilk defa kaderi reddedenler ortaya çıkınca, etrafındakilere; “Onların cenazelerine katılmayın, hastalarını ziyaret etmeyin!” gibi protestolar öğütlemişti. Ama bu dışlama yine devlet çapında değildir, ferdîdir ve o gün ehl-i sünnet müslümanlar, nüfus ve nüfuz bakımından çok güçlüdür. Bu tavsiyelerin hadis olarak nakli için zayıf denilmiştir.

 

4 etTevbe, 84.

 

5 Tirmizî, Cenâiz, 69; Nesâî, Cenâiz, 67. Bir başka örnekte, Peygamberimiz, ganîmet malından çalan bir kişinin namazını kıldırmamış ama ashâbına siz kılın buyurmuştur. (Ebû Dâvûd, Cihâd, 133; İbn-i Mâce, Cihâd, 34) Bir başka zayıf rivâyette, ashâbına buğzeden bir kişinin namazını kıldırmadığı bildirilmiştir. (Tirmizî, Menâkıb, 18)

 

6 Selman BAŞARAN, «Huzeyfe», TDVİA.

 

7 Radikal, tekfirci gruplar hemen herkesi İslâm dışına atıp, kendi hücrelerinden ibaret bir tebliğ anlayışıyla yaşarlar. Hâlbuki ehl-i sünnet ve’l-cemaat İslâm’ın siyâset-i şer‘iyyesi, müşterekleri her zaman korumuştur. https://www.yuzaki.com/2016/02/musterekler/

 

8 Münafıklara galiz / katı cevaplar verilmesine dair âyetler de vardır. (Bkz. et-Tevbe, 73, et-Tahrîm, 9) Ama bunu, yazımızda şikâyet ettiğimiz üzere, isme, adrese yönelik mi, yoksa Kur’ân’ın üslûbuyla fiile, davranışa yönelik mi yapmak lâzımdır? Kur’ân ilimleri arasında, Mübhemâtü’l-Kur’ân bahsi bu hususa dairdir.