Gözüne, Kulağına, Diline ve PARMAK UCUNA SAHİP OLMAK

Raif KOÇAK raifkocak@gmail.com

 

Göz, kulak, ağız ve el, insanın bu dört uzvu, onun iç dünyasının, dış dünyayla irtibatının ve kurduğu köprünün en temel araçlarıdır. Bu uzuvların her biri, kendi içinde ayrı bir âlem ve ayrı bir hikâye barındırır.

 

El: Allah Teâlâ’nın insanoğluna verdiği en büyük nimetlerden birisidir. Üretmenin, emeğin baş aktörü olarak dokunduğu her şeye bir mânâ katar. Yerine göre, en nâdîde bir çiçeği incitmeden okşamaya da yarar; yerine göre, en sert çeliği bile şekillendirip, gözün zor gördüğü mamuller meydana getirmeye de yarar. El, bir yandan, her türlü sanatı icrâ edebilecek hassâsiyetteyken; diğer yandan, insanın sahip olduğu en güçlü silâhlardan biri hâline de gelebilir. Bir tokat ile veya bir yumruk ile karşısındakine zarar verecek bir potansiyele sahip olabilir.

 

Dil: Allah Teâlâ’nın insana bahşettiği ilim ve irfan ile meydana gelen düşüncelerin, duyguların, bilginin, diğer insanlara aktarılması için büyük bir nimettir. Bugün; gönül dünyamızı inşâ ettiğimiz kelimeler, cümleler, şiirler ve her türlü bilginin çoğu, bu dil sayesinde zuhûr etmiş, yazıya geçerek nesilden nesile ulaşmış ve bizim istifade etmemiz sağlanmıştır. Dil, insan için en büyük imtihanlardan biri olması açısından da mühim bir yer teşkil ediyor. Zira, ondan sâdır olan her şey, artık kayda geçiyor ve karşılık buluyor. Yalanın, iftiranın, gıybetin ve küfrün kaynağı hâline geliyor. Lâkin, yine her türlü âzâmız ile işlediğimiz günahların affı için onunla yaptığımız samimî bir tövbe, tertemiz olma imkânı ile de bizi kurtarabiliyor.

 

Kulak: Kâinâtın seslerini, fısıltılarını, çığlıklarını bize ulaştıran bir pencere. Bir taraftan gönlümüze hitap eden güzel sesleri duyabilirken, diğer taraftan dedikodunun, yalanın, iftiranın da yuvası olabiliyor.

 

Parmak ucu: Dokunuşun, hissin, hissiyâtın en uç noktası. Bir kelebeğin kanadının nârinliğini de bir buzun soğukluğunu da bir madenin sertliğini de ayırt etmeye yarıyor. Parmak ucu; aynı zamanda şefkatin, merhametin ve şifânın da dokunuşu olabiliyor.

 

Göz, kulak, dil ve el insanın bu dört uzvu, onun hem en büyük gücü hem de en büyük zaafı olabiliyor. Nasıl ki bir âleti ne için kullanırsak, o maksada hizmet ediyorsa; bu uzuvları da iyiliğe, güzelliğe ve hayra kullanırsak, hem kendimizi hem başkalarını memnun edip, rızâ-yı İlâhî’ye erişebilme imkânı varken; bunun tam tersi maksatla kullanmamız hâlinde ise aksi ile muhatap olabiliyoruz.

 

Teknolojinin gelişimi ile birlikte bu uzuvların kabiliyeti de değişti ve sorumlulukları arttı. Bu uzuvların muhatap olduğu veya olacağı kötülüklerin sayısı evvelce azken, şimdilerde bu uzuvların mahiyeti değişti ve listesine yeni günahlar eklendi. Rasûlullahsallâllâhu aleyhi ve sellem– Efendimiz bir hadîs-i şerîfinde şöyle buyuruyor:

 

“Âdemoğluna zinâdan nasibi takdir olunmuştur. O buna mutlaka erişir. Gözlerin zinâsı bakmak, kulakların zinâsı dinlemek, dilin zinâsı konuşmak, elin zinâsı tutmak, ayakların zinâsı yürümektir. Kalbe gelince o, arzu eder, ister. Üreme organı ise, bunu ya gerçekleştirir ya da boşa çıkarır.” (Buhârî, Kader, 9; Müslim, Kader, 20-21; Ebû Dâvûd, Nikâh, 43)

 

Dikkat ederseniz; bir günaha meylederken veya işlerken, bütün âzâların organize çalışması gerekiyor. Yukarıdaki hadîs-i şerîfe göre ilk müsebbip göz olmasına, her şey görme ile başlamasına rağmen, bugün sıralamaya bir de parmak uçlarımız eklendi. Zira; elimizdeki teknolojik âletleri, artık parmak uçlarımız kontrol ediyor. Onunla tıkladığımız bir tuş sayesinde; gözümüzün, kulağımızın ve diğer uzuvlarımızın ittifakı ile her türlü mel‘anete bulaşabiliyoruz. Aynı parmak ucuyla; İslâm’ın bize emrettiği ilmin, fennin ve güzelliklerin bahçesine de girebiliyoruz.

 

Nasıl ki, bir bıçakla vasıtasıyla kasap veya aşçı leziz yemekler yapıyor, aynı bıçakla başka birisi cinayet işleyebiliyorsa, her aracın kullanıldığı maksada göre karşılığı oluyor. Gözümüz, kulağımız ve ağzımız bedenimizin giriş kapıları olarak yaratılmış. O kapılardan her geçenin, bizim hem gönül dünyamızda hem de zihnimizde müsbet veya menfî tesirleri meydana geliyor. En kıymetli sermayemiz olan gönül dünyamızı ve zihnimizi; dışarıdan gelen her türlü tesirden muhafaza etmek için, kapılara sağlam kilitler takmak zorundayız. Dikkat ederseniz; gelişen teknolojide artık eski klâsik kilitler yerine, yine parmak uçlarımızı okuyan ve onları tanıyan kilitler geliştiriliyor. Biz de bu üç kapıya, mahşer günü eski hâline getirilecek olan parmak uçlarımızdan (Bkz: el-Kıyâme, 4) sağlam kilitler takmak zorundayız.

 

Aksi hâlde; Rûh’un ve meleklerin saf saf duracakları ve herkesin susacağı, sadece Rahmân’ın izin verdiklerinin konuşacağı ve doğru söyleyecekleri bir günde (en-Nebe, 36-38) nerelerde gezdiğimizin, kimleri beğendiğimizin, kime ne yazdığımızın ortaya döküleceği o günde hâlimiz nice olur.

 

Âyet-i kerîmede yüce Rabbimiz;

 

“İnsan hiçbir söz söylemez ki, yanında gözetleyen yazmaya hazır bir melek bulunmasın.” (Kāf, 18) buyuruyor. Artık söylemenin mahiyeti değişti, yazmaya veya tıklamaya dönüştü. Dolayısıyla, eskiler;

 

“Ağzından çıkanı kulağın duysun!” derlerdi. Şimdi;

 

“Tıkladığın yeri gözün/gönlün görsün!” demek lâzım.

 

Artık birçok kilit, parmak uçlarıyla açılır oldu. O hâlde parmak uçlarımıza bizi kirli sokaklara ve bataklıklara götürememesi için kilit vurma sırası gelmiştir. Bu kilidi vurmayı başarırsak, modern dönemin fitnesi olan bu imtihanı da muvaffakiyetle geçmiş oluruz.

 

Rabbimiz; gözlerimizin şerrinden, kulaklarımızın şerrinden, dilimizin şerrinden ve parmak uçlarımızın şerrinden bizleri muhafaza eylesin. Önümüze, arkamıza, sağımıza, solumuza, üstümüze ve altımıza nur versin de buralardan gelecek bütün tehlikelerden bizleri muhafaza eylesin. Âmîn