ADAM OLMAYA DAİR…

YAZAR : İlyas KAYAOKAY okaykaya_1991@mynet.com

Söylesem te’sîri yok, sussam gönül râzî değil… (Fuzûlî)

On yedinci asrın şeyhülislâm şairi Yahya, bir beyitte felekten ve zamâneden şöyle şikâyet etmektedir:

Kanda bir ehl-i kerem varsa yaşatmaz rüzgâr,
Yeryüzünde şimdi bir âdem mi var âdem gibi…

Şair diyor ki:

“Nerede cömert, kerem ehli bir insan var ise, felek onu sağ bırakmaz. Perişan eder. Bu dünyada şimdi adam gibi bir adam kaldı mı?”

Aynı kelimenin iki farklı okunuşundan ibaret olsa da; «âdem» ve «adam» olmak arasında uzun ve derin bir hendek vardır. Ancak birtakım meziyetlere sahip olabilenler, bu hendeği aşıp «adam» tarafına geçebilmişlerdir. Hendeği geçemeyenler, birtakım vasıfları bünyesinde eritemeyenler, Âdem oğludur, âdemîdir, insandır; fakat adam değildir.

Bağdatlı Rûhî, dünyanın harap olmasının sebebini şu iki mısrada açıklar:

Âlemin âhir harâb olmasına budur sebeb:
Gitti hayfâ kalmadı ehl-i kemâlin rağbeti…

“Dünyada olgun insanların değeri kalmadı.” diyor. Peki, bu olgun insanların değerini kimler düşürdü? Kimler itibarsızlaştırdı? İşte bunun tek müsebbibi «adam olma» şerefine nâil olamayan cehâlet sevdalılarıdır. Belki şair Fâzıl, bu hususta bize dîvânından kopyalar verebilir:

Ehl-i iffet mûteber olmaz cihanda bir zaman,
Müfsid u gammâz olan mümtâz olur, âlem bu ya!

“Temiz ve düzgün kişiler cihanda bir an olsun itibar görmezler. Fesatçı ve iftiracı olanlar daima üstün olur, âlem bu ya…”

Hasan Âkif de kâmil insanların kadrinin kıymetinin bilinmediğinden şikâyet edenler kervanındandır. Âhh şu Lidyalılar olmayaydı:

Sâhib-i ilm ü hüner, ehl-i kemâl olsa bile,
Yeri yoktur bu cihanda yok ise beş parası…

“Olgun insanlar; ne kadar ilim ve mârifet sahibi olsalar da, beş parasız iseler, onların bu dünyada yeri yoktur, bir hatırları, mevkileri bulunmaz!..”

On dördüncü asır Arap şairlerinden İbnü’l-Verdî de Türk meslektaşları gibi zamanının tek kıymet ve itibar ölçüsünün zenginlik oluşundan yakınmaktadır:

Fakat ben öyle bir devrandayım ki,
«Nakit» derler, suâl etsen «kemal»den…
Senin hakkın, eğer zenginsen; ikram,
Fakirsen sonrasın, yetmiş kat elden…

(Türkçe söyleyiş: Tâlî)

Hâlbuki, mal ve servet, insanın kıymet ölçüsü olmaz. Nasıl ki, sırtına altın işlemeli bir çul serilmekle, bir hayvan insan olmazsa, bâtınını, iç dünyasını tezyin edecek mânevî kemâli tahsil etmedikçe, sûreti süsleyecek mal, mevki, servet, etiket, unvan, titr gibi şeyler de kişiyi, adam gibi bir insan yapmaz:

Sûret-ârâ olma tahsîl-i kemâl-i mâni et,
Kim behâyim nev‘in etmez âdemî, zer-beft çul… (Fuzûlî)

Ziya Paşa’nın o meşhur beytinin, ilhamını nereden aldığı da âşikâr oldu. Ne diyordu Ziya Paşa:

Bed-asla necâbet mi verir hiç üniforma,
Zer-dûz palan ursan eşek yine eşektir…

“Aslı bozuk, mayası çürük kişiye, giyeceği yüksek bir makamın üniforması, yükseklik ve asalet vermez. Eşek, sırtına altın semer de koysanız yine eşektir.”

Aslında şairlerin kıyafetle, üniformayla, mal-mülkle bir alıp veremedikleri yok. Asıl mesele, insanın bunlarla adam olacağını, yükseleceğini, büyüyeceğini zannetmesi…

Yani kibir…

Hâlbuki, büyüklük, yükseklik kibirle değil tam tersine tevâzu ile elde edilebilir. Hattatlarımızın da çok sevip levhalarda yaşattığı berceste mısraında; lâ-edrî üstadımız günümüz Türkçesiyle ifade edersek şöyle söylüyor:

“Bitki, toprağa düşmeyince asla büyüyüp gelişemez. Çünkü mütevâzı olup başını yere indireni Allâh’ın rahmeti büyütür.”

Mazhar-ı feyz olamaz düşmeyicek hâke nebât,
Mütevâzı olanı rahmet-i Rahmân büyütür…

Tabiî ki tevâzuun da, tabiî olanı lâzım. Sadece görüntüde kalan bir tevâzu değil insandan istenen. Bunun için asıl tevâzu, kalbin içinde olacak. İç ve dış, zâhir ve bâtın birliği, adamlığın en önemli unsuru… Zaten, kâmil bir insan ile kof bir kişinin dış görünüşleri birdir, amma içleri çok farklıdır. Onların farkı; içlerindedir, kalplerindedir.

Said Paşa, hayıflanarak insanın iç dünyasını, ahlâkını, karakterini de gösteren bir aynanın yokluğundan dert yanıyor:

Sûret-i endâmı rü’yet ettirir âyîne var;
Hayf kim ahvâl-i hulku gösterir âyîne yok!..

“İnsanın fiziğini, boyunu-posunu gösteren ayna mevcut. Fakat ne yazık ki insanın içini gösteren bir huy aynası mevcut değildir.”

Ne kadar da doğru söylemiş…

Ayna demişken, şunu da unutmamalı ki, aynaya bakan insanın kendisini gördüğü gibi, adamlık mevzuunda da; insan, her şeyden evvel, aranması gereken özellikleri kendisinde aramalıdır.

Kendimizi inşa ettikçe, kendimiz adamlık yolunda mesafe katettikçe, başka insanların kemaline de katkımız olmaya başlar.

Eğer kendimizi «olmuş» sanıp, başkalarının kusurlarına dil uzatmaya koyulursak, gün gelir Ziya Paşa gibiler karşımıza çıkar ve şu darb-ı mesele benzer bir tokatı yüzümüze aşk ediverir:

Onlar ki verir lâf ile dünyâya nizâmât;
Bin türlü teseyyüb bulunur hânelerinde!..

Mânâ şudur ki, bazı insanlar laf ile dünyaya düzen verirler. Ama kendi evlerinde bin türlü düzensizlik ve bozukluk bulunur.

Önce kendi hanemize çekidüzen vereceğiz…

Ammâ evvelâ gönül hanemize…