ÖLECEK ve DİRİLECEĞİZ

YAZAR : Âdem SARAÇ ademsarac@yyu.edu.tr

Bütün insanlığın kurtuluşu için çırpınan Peygamberimiz -aleyhisselâm- ve İslâm ile şereflenen sahâbe-i kiram, gece-gündüz çalışıyorlardı. Nasipsiz müşrikler de aynı şekilde gece-gündüz çalışıyordu. Bir tarafta İslâm güneşinin her tarafı aydınlatması için hayatını ortaya koyanlar varken, diğer tarafta da İslâm güneşine karşı çıkıp putlarına yükledikleri kendi hâkimiyetleri için hayatlarını ortaya koyanlar vardı. Hak ile bâtılın savaşıydı bu! Yani herkes temsil ettiği şey için mücadele veriyordu.

İslâm, hem dünya ve hem de âhireti îmar ederken; müşrikler her ikisine de karşı çıkıyorlardı. Özellikle âhiret âlemi ile ilgili çok ağır sözler sarf ediyorlardı.

Bunların başlarında müşrik liderlerinden Ümeyye bin Halef ve kardeşi Übeyy bin Halef, Âs bin Vâil ve Velîd bin Muğîre geliyordu. Ve tabiî bu nasipsiz liderleri takip eden onca nasipsiz de, aynı çıkmazda bocalayıp duruyorlardı. Kendi aralarında çok özel yerlerde görüştükleri gibi, herkese duyurmak için toplum içinde de ileri geri konuşuyorlardı:

­–Kendisini kurtarıcı Rasûl olarak gören adam ne diyor, biliyor musunuz?

–Öldükten sonra dirilecekmişiz!

–Dirilip dünyada yaptıklarımızın hesabını verecekmişiz!

–Bunca şeyleri nereden bulup söylüyor peki?

–O’na sorduğumuz üç soruyu ve ondan sonra yaşadıklarımızı unuttunuz mu?

–O soruların cevaplarını kendiliğinden uydursaydı, hemen cevap verirdi!

–Ama tam 15 gün sonra ancak cevap verebildi!

–Vahiy 15 gün sonra gelmiş de ondan!

–Öyleyse vahyin dışında bir şey konuşmuyor demektir!

–Susun! Sakın bir daha böyle söylemeyin!

–Niye kızdın ki Übeyy?

–Siz böyle söylerseniz başkaları ne yapmaz, hiç düşündünüz mü?

–Übeyy bin Halef doğru söylüyor, konuştuklarınıza dikkat edin!

–Sen de mi aynı görüştesin Âs bin Vâil?

–Tabiî ki aynı görüşteyim!

–Ya sen Velîd bin Muğîre?

–Biz hepimiz, her konuda olduğu gibi bu konuda da aynı fikirdeyiz!

–Öyleyse bu işi bitirelim!

–Nasıl?

–O’nu çağırıp soralım, bakalım ne diyormuş!

–İyi fikir!

İslâm şerefi ile şereflenmek varken, şirk zilletini kendilerine şiâr edinen bu nasipsiz müşrikler; kendileri gibi nasipsizleri toplayıp, öldükten sonra dirilmenin imkânsızlığını aralarında konuştular. En sonunda öfkelenen Übeyy bin Halef, çok sert çıkıştı:

–Lât ve Uzzâ’ya andolsun ki, O’nunla tartışacak ve O’nu yeneceğim!

–Nasıl yapacaksın peki?

–Şimdi görürsünüz!

Nasipsiz müşrikler, nasipsiz liderlerinin arkasında, nasipsizliğin uçurumuna yuvarlanırken, her geçen gün daha da batıyorlardı. Bunlardan biri olan Übeyy bin Halef, eline aldığı çürümüş bir kemikle Peygamberimiz -aleyhisselâm-’ın yanına vardı. Gelişinde, duruşunda, bakışında, konuşmasında kin ve öfke kusan hâin müşrik, artan bir kin ve öfke ile homurdandı:

–Ey Muhammed! Duyduklarımız doğru mu?

–Ne duydunuz?

–Sen, bizim ölüp çürüdükten sonra, dirileceğimizi söylüyormuşsun!

–Doğrudur!

–Ne yani, şu çürümüş kemik mi dirilecek?

–Evet!

–Bunu Sen mi söylüyorsun yoksa Sen’in ilâhın yani Allâh’ın mı?

–Allah Teâlâ bana böyle vahyediyor ve ben de bunu söylüyorum!

–Yani Sen, Allâh’ın bu çürümüş kemikleri de dirilteceğini söylüyorsun ha?

–Evet! Bunu ben söylüyorum!1

–İyi bak öyle ise!

Böyle çıkışan Übeyy, elindeki çürümüş kemiği iyice ufaladı. Hemen ardından, ufaladığı çürümüş kemiğin pis tozlarını da Rasûlullâh’ın mübârek yüzüne doğru üfürdü! Bununla da yetinmeyerek, artan bir ukalâlıkla çıkıştı:

–Ey Muhammed! Bunu, çürüdükten sonra, kim diriltecek? Biz, öldüğümüz ve şu çürümüş kemik olduğumuz zaman, iade mi olunacakmışız? Biz bunun gibi olunca, kimmiş diriltecek bizi?

Peygamberimiz -aleyhisselâm-, Übeyy bin Halef’i çıldırtan bir vakarla cevap verdi:

–Evet, bu çürümüş kemikleri Allah diriltecek! Allah, seni de öldürecek! Sen de böyle olduktan sonra, seni de yine Allah diriltecek, sonra da seni cehenneme sokacaktır!2

Übeyy bin Halef ve arkadaşları başta olmak üzere o an orada bulunanlar donup kaldılar. Bir tek kelime bile edemediler.

Bu ve buna benzer olaylardan sonra, yüce Allah -celle celâlühû- şu âyetleri inzal buyurdu:

“İnsan, kendini bir nutfeden yarattığımızı görmedi mi ki; o açıktan açığa aşırı bir mücadeleci, kavgacı kesilmektedir! O; kendi yaratılışını unutarak, Biz’e bir misal getirdi;

«Bu çürümüş kemiklere kim can verebilir?» dedi!

De ki:

«Onları, ilk defa yaratan, diriltecek! O, her yaratmayı hakkıyla bilendir. O, yemyeşil ağaçtan sizin için bir ateş çıkarandır. İşte bakınız, ateşi ondan çakıp alıyorsunuz. Gökleri ve yeri yaratan, kendileri gibisini yaratmaya kādir değil midir? Elbette kādirdir! O, bütün kâinâtı yaratandır. Her şeyi hakkıyla bilendir. O’nun emri, bir şeyi dilediği zaman, ona ancak; ‘Ol!’ demesinden ibarettir. O da, oluverir! Demek, her şeyin mülk ve tasarrufu kendi elinde bulunan Allâh’ın şânı ne kadar yücedir, münezzehtir!»” (Yâsîn, 36/77-83)

“Dediler ki:

«Biz bir sürü kemik, kırıntı ve döküntü (hâlinde bir toprak) olduğumuz vakit mi hakikaten yeni bir yaratılışla diriltileceğiz?»

De ki:

«–Gerek bir taş, gerek demir olunuz! Yahut, göğüslerinizde büyüyen herhangi bir halk (gözünüzde büyüyen herhangi bir mahlûk) olunuz! Muhakkak, diriltileceksiniz!»

«–Öyle ise, bizi kim (dirilterek) geri çevirebilecek?» diyeceklerdir!

Sen onlara de ki:

«–Sizi ilk defa yaratmış olan!»

O vakit Sana başlarını sallayacaklar da (alay ederek);

«–Ne vakit o?» diyecekler?

De ki:

«–Yakın olması umulur! (Allâh’ın) sizi çağıracağı gün, hemen (kabirlerinizden kalkıp) O’nun emrine icâbet edeceksiniz ve sanacaksınız ki (kabirlerinizde) pek az bir müddet kalmışsınız.»” (el-İsrâ, 17/49-52)

“Kāf! O çok şerefli Kur’ân’a andolsun ki: (Îmandan nasibi olmayanlar, Rasûlullâh’a, Rasûlullâh’ın bildirdiklerine inanamazlar!) Doğrusu, o kâfirler, kendilerine içlerinden âhiret azabıyla korkutucu (Rasûl) geldi diye, şaştılar da;

«Bu çok tuhaf bir şey! Biz öldüğümüz ve bir toprak olduğumuz vakit mi (tekrar hayata) dönecekmişiz? Bu, (ihtimalden) uzak bir dönüştür.» dediler!

Toprak onlardan neleri (yiyip) eksiltir, bizce malûmdur! Nezdimizde (her şeyi) hıfz (ve tespit) eden bir Kitâb vardır.” (Kāf, 50/1-4)

Peygamber Efendimiz; bir yandan müşriklere cevap verirken, diğer yandan da kıyâmete kadar sürecek bir hakikati ümmete tâlim ediyordu.

-Sallâllâhu aleyhi ve sellem…-

__________________

1 İbn-i Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye, c. 1, s. 387; Taberî, Tefsîr, c. 23, s. 30.

2 Vâhidî, Esbâbü’n-Nüzûl, s. 246; Fahreddîn er-Râzî, Tefsîr-i Kebîr, c. 26, s. 107.