VESVESEYLE NASIL MÜCADELE ETMELİ?

YAZAR : İrfan ÖZTÜRK

İnsanları yönlendiren «irade» gücüdür. Ancak, irade gücü hür olmayıp; aklın, hayalin, vehmin, nefsânî duyguların ve gönlün tesiri altındadır.

İrade gücü üzerinde bütün duyguların tesiri vardır. Ama en güçlüsü «gönül»dür. Gönülden gelen kesin ve güçlü sinyaller karşısında, diğer duygulardan gelen sinyaller tesirsiz kalır.

Anlatırlar:

Çadırda yaşayan bir yörük kızı, kendisini seven sultanın oğlu ile evlenmeyi kabul etmemiş de kendisi gibi bir yörükle evlenmiş. Kendisini kınayanlara da;

“Gönül kimi severse sultan odur.” demiş.

Emr-i Rabbânî olan gönül, insanın özü ve gerçeğidir. İnsan oradan yönlendirilir.

Ancak, gönül de melekle şeytanın arasındadır. Her ikisi de bütün güçleri ile gönül üzerinde müessir olmaya çalışırlar.

Nurdan yaratılan melek; gönlü kendi âlemine, yani nurlar âlemine çekmeye çalışır. Meleğin tesiri altına giren gönül, nurlanır ve melek gibi tertemiz ahlâka erişir. Gönlünde ve ahvâlinde genişlik, huzur ve rahatlama olur. Elinden ve dilinden kimseye zarar gelmez, haramlardan tiksinip her türlü günahlardan ve kötü arkadaşlarından kopar. Gönlünde ve ahvâlinde darlık, sıkıntı ve gerilim olmadığı için, şuurlu olarak ibâdetlere yönelir. Mânevî feyizlerle, rûhî zevklerle ve güçlü îmânın nûru ile genişleyen gönlü cennet bahçesine dönüşür.

Ateşten yaratılan şeytan da gönlü kendi âlemine çekmeye çalışır. Şeytanın tesirine giren gönüllerde darlık, huzursuzluk ve bunalım başlar. Îmânı zayıflar, ibâdetlerden kopar ve harama yönelir. Aceleci olur, çabuk kızar, merhameti azalır ve elinden, dilinden her türlü kötülük gelebilir. Günahlarla kararan gönlü cehennem çukuruna dönüşür.

Bütün insanlar, İslâm fıtratı üzere doğarlar. Gönülleri tertemiz, pırıl pırıl ve nur gibi şeffaftır.

Aslî fıtratını koruyan bu gibi gönüllerin, nurdan yaratılmış olan meleklerle uyum içinde olmaları fıtratın îcâbıdır. Tabiîdir ve eşyanın tabiatına uygundur.

Melekle bütünleşen gönüllerin, şeytanlardan nefret edip kaçınmaları da fıtrîdir, tabiîdir ve eşyanın tabiatına uygundur.

Gönüllerinin fıtratını koruyan; îmanlı, ihlâslı ve İslâm’ı şuurlu bir şekilde yaşayan müslümanları, ne içlerindeki şeytanlar ve ne de dışarıdaki şeytan vasıflı sapık ajanlar kesinlikle yanıltamaz ve aldatamazlar.

Mecnûn’u Leylâ’sından kimse ayıramadığı gibi, gerçek mü’minleri de Mevlâ’dan ve Mevlâ’nın yolu olan «sırât-ı müs­takîm»den kimse ayıramaz.

Peygamberlerden başka hiç kimse masum (günahlardan korunmuş) değildir. Bir günahı ilk defa işlemeye yeltenen kişinin gönlü daralır ve eli, ayağı titrer. Pişmanlık duyarak hemen tevbe ederse, günah işlememiş gibi olur. Gönlü, pırıl pırıl nûrunu ve melekle âhenkli bir şekilde münasebetini devam ettirir.

Aksi hâlde; yani günah işlemeye ve namaz gibi farz olan ibâdetleri terk etmeye devam ederse, gönlü kararmaya başlar. Kararan gönül, tabiî olarak melekten uzaklaşır ve şeytana yaklaşır.

Çok tehlikeli düşmanımız olan şeytan, çok akıllı ve şuurludur. İnsanların hayatına, şuuruna, bedenî ve rûhî hususiyetlerine göre hareket eder.

İhlâs ve takvâ üzere İslâm’ı yaşamaya çalışan kişiyi, sapık bir yola çekemez ve haram işlemeye sevk edemez ise, dînin direği olan namazdan koparmaya çalışır. Îmâna eş değere yakın olan ve bütün ibâdetlerin başı olan namazı, ikinci plâna atabilmek için; abdest, gusül ve temizlik gibi mevzuları titizlikle ve aşırılıkla gündeme getirir.

Özellikle rûhî açıdan aşırı hassas olanları, beyin yorgunluğu olan kişileri; abdest, gusül ve temizlikle oyalayıp huzurlu ve feyizli namaz kılmaktan alıkoymaya çalışır. Musluktan kopamayan ve banyodan çıkamayan kişilere, hem vakitlerini hem de sularını israf ettirir.

Namazda da aynı plânı uygulamaya başlayan şeytan, zavallı kişiyi namazdan soğutur.

Bu durumda olan kişiler; çok şuurlu davranmalı, banyoda ve musluğun başında kesinlikle oyalanmamalıdır. Usûl-i fıkhın;

«Şek (şüphe) ile yakîn zâil olmaz (bozulmaz!)» hükmünü uygulamalıdır. Abdest aldığı ve gusül yaptığı kesin iken;

«Acaba şurasını yıkadım mı?» veya;

«Kaç sefer yıkadım?» gibi zanlarla ve faraziyelere dayalı vehimlerle kesinlikle musluğa veya banyoya geri dönmemelidir.

Şuurlu ve kasıtlı olarak eksiklik yapılmayınca; hata ve unutkanlığın affedileceğine dair Bakara Sûresi’nin son âyetindeki fermana ve Peygamberimiz’in hadîsine kesinlikle inanmalıdır.

Beyinde evham ile başlayan gerilim; gönülde sıkıntı, dalgınlık, unutkanlık, baş ağrısı, uykusuzluk, hâlsizlik ve sinir bunalımına dönüşür. Kararsızlıktan ve karamsarlıktan dolayı irade gücü sarsılır. Bu duruma gelen kişi, bütün ibâdetlerden kopar ve yalnızlığa itilir.

Şeytan bu faaliyetinde muvaffak olursa, bunalan ve irade gücünü kaybeden kişinin îmânını soru işaretleri ile sarsmaya çalışır.

Şeytanın inkârcı, şirk ve küfür ile ilgili sözlerini, açık ve net bir şekilde duyan kişi; kâfir olduğu zannı ile korkuya kapılır ve karamsarlığa düşer.

Eğer şeytan bu faaliyetinde de muvaffak olursa, son safhaya geçer. Aşırı bunalıma düşen kişiyi; «Öl de kurtul!» diye intihara teşvik eder.

Diğer yandan, gönlüne gelen soru işaretleri ve vehimlerle ilgilenmemeli ve onların üzerinde durup, cevap vermeye uğraşmamalıdır. Atalarımızın;

“İt ürür, kervan yürür.” sözünü uygulamalı ve kesinlikle şeytanla muhatap olmamalıdır.

Yalnızlığını ve sessizliğini bozmalı ve dış duygularını çalıştırmalıdır. Sesli Kur’ân okumalı, zikir yapmalı, ilâhî söylemeli ve cemiyete karışıp günah olmaması kaydıyla boş şeylerle bile oyalanmalıdır.

Allah cümlemizi sırât-ı müstakîmden ayırmasın. (Kaynak: Kur’ân’dan Bir Nûr, Fâtiha Sûresi, Ahmet TOMOR)

Bizleri eyle yâ Rab;
«Zümre-i müttakîn»den.
Ayırma bizi yâ Rab;
«Sırât-ı müstakîm»den. (Gülzâr-ı İrfan)