ÖMÜRLÜK KAZANÇ

Fatih GARCAN fatihgarcan@hotmail.com

Bir ikindi sonrasıydı…

Namaz bitmiş, cemaati ile musafaha etmiş ve odasına geçmişti. İçinde bir sıkıntı vardı. Fakat hemen temizlik hazırlıklarına başlamalıydı. Yarın Cumaydı. Her zamanki gibi akşamdan temizliği bitirmeliydi. Yoksa içi rahat etmezdi. Hazırlanırken telefon çaldı. İçindeki sıkıntı bir daha alevlendi. Arayan bir meslektaşıydı:

–Selâmün aleyküm Muhsin Hocam, başımız sağ olsun. Seyfeddin Hocamız… rahmet-i Rahmân’a kavuştu…

Cevabı ancak bir âyet-i kerîme olabildi:

–İnnâ lillâh…

–Cenaze, yarın ikindi namazından sonra Yeni Cami’den kaldırılacak. Talebeleri olarak hatimlere başladık; namazdan önce bir duâsını yapalım, diyoruz. Bir, bir buçuk saat öncesinden camide olacağız.

–Allah ganî ganî rahmet eylesin. Zaten sevenleri akın edecektir. Hocamızın ömrü Kur’ân idi, onu Kur’ân ile uğurlayalım inşâallah…

–Hocam bir de, geçen günkü programda çok güzel Kur’ân okuyan bir hâfız kardeşimiz vardı, siz getirmiştiniz… Müsaitse onu da getirin. Aramıza karışsın.

–Ersin Hoca’dan bahsediyorsunuz herhâlde. Biz de yeni tanıştık. Bizim buraya yeni tayin oldu. Arar, davet ederim.

–Tamam hocam. Yarın görüşmek üzere. Duâlarla inşâallah.

Muhsin Hoca; telefonu kapadıktan sonra, kendini müezzin mahfiline bıraktı. Gözleri iplik iplik olmuştu. Seyfeddin Hocasıyla olan hâtıraları bir film şeridi gibi aktı gitti gözlerinden.

Dünya, müstesnâ bir çınarını daha yitirmişti…

Seyfeddin Hoca; yanık kadife sesi, hıfzına yaraşır edebi ve yardım severliğiyle talebelerinin yanı sıra kendisini tanıyan herkesin gönlüne taht kurmuş örnek bir şahsiyetti. Ömrü Kur’ân hizmetinde geçmiş, yüzlerce talebe yetiştirmiş olan Seyfeddin Hoca; ömrünün son demlerinde ağır bir hastalığa yakalanmış olmasına rağmen, talebelerinin hizmetinden hiç geri kalmamıştı. Kendisine akranlarının emekliliği hatırlatılınca:

“–Emeklilik kabirde efendiler! Biz işimize bakalım! Hem âhirette, bu hizmetlerden başka tutunacak dal olacak mı bakalım!” derdi.

Sabah namazlarına kadar çalıştıkları olurdu da vaktin nasıl geçtiğini anlamazlardı bile. İlmini muhabbetle ikram ederdi. Özellikle babasının vefatı üzerine, gösterdiği sıcak alâka, her türlü takdirin üstündeydi.

Şimdi bir daha yetim kalmıştı.

O derya gönüllü hocası, artık yoktu.

Kendisini ziyaret edeli daha üç gün olmamıştı. Çok da iyi görmüştü; ama o zindeliğin bir vefat öncesi hâl olabileceği ihtimalini, hiç aklına getirmemişti.

O gece hiç uyumadı. Sabaha kadar Kur’ân-ı Kerim okudu, duâlar etti.

Öğleden sonra Ersin Hoca ile buluşup Yeni Cami’nin yolunu tuttular. Vapurda Ersin Hoca, sevimsiz bir mevzu açtı:

–Ya Muhsin Hoca! Geçen gün beni bir programa davet etmiştin ya, hani hastalanıp gidemediğin…

–Evet…

–Hocam, beni bir daha öyle yerlere çağırma! Hani bugünkü, hocanmış; bu ayrı da…

–Hayırdır hocam, ne oldu o gün?

–Hocam! Ne çıkarıp beş kuruş veren oldu… Ne; “Hocam ne yer? Ne içersin?” soran oldu… Ben senin için programımı iptal etmiş gelmişim, bu hiç olmadı! Okuduğumuz Kur’ân’ın kıymeti bilinmeyecekse… Para için okumuyoruz tamam da, onca vaktimizi ayırıyoruz yani…

Ersin Hoca’nın bu yersiz lakırdıları, Muhsin Hoca’nın canını pek sıktı. Ömrünü Kur’ân’a vakfetmiş bir hocanın cenazesine gidilirken söylenecek şey miydi bunlar? Şöyle bir ağzının payını vermeyi düşündüyse de, o sırada hocasının sabır telkinleri geldi gözlerinin önüne. Sabretmeliydi… Sabretmeli ve bu hocaya tam yerinde bir ders vermeliydi. Sadece kısık bir sesle;

“–Demek benim için…” diyebildi.

İşte tam o esnada eşine az rastlanır bir fırtına koptu boğazda. Vapur, içindeki yolcuların âcizliklerini adamakıllı idrak ettirircesine bir beşik gibi sallanıyordu. Herkes telâşlı, bir Muhsin Hoca sakindi. O, gözlerini Ersin Hoca’ya dikmiş âdeta;

“Aldın mı cevabını?” diyordu.

Muhsin Hoca bir müddet sonra, sakin bir ses tonu ile etrafındaki telâşenin aksine;

–Ey hoca efendi! Bu Kur’ân için nice sahâbî kanıyla, canıyla hizmet etmedi mi? Şanlı ecdat bu uğurda gece-gündüz can siperâne gazâ eylemedi mi? Onlar, yüce kitabımız için üzerlerine düşen bedeli ödediler. Onlar sayesinde Kur’ân’ın o eşsiz sedası memleketimiz semâlarında yankılanmakta değil mi?

–Ben aslında…

Ersin Hoca’nın başı, göğsüne düştü. Derin bir sessizliğin ardından Muhsin Hoca, Ersin Hoca’nın hatasını anladığını görünce üslûbunu yumuşatarak;

–Hocam; biz bu mukaddes kitabın hâfızları, canlı Kur’ânlar olarak daha hassas davranmalıyız. Temsilcileri olarak yüce kitabımıza, yegâne sığınağımıza halel getirmemeliyiz! Hem bak cenazesine gittiğimiz hocamızı az çok tanıyorsun. O nasıl hizmet ederdi, biliyor musun? Değil okuduğundan para almak, birçok hizmetin bedelini kendi cebinden öderdi. Aldığı üç kuruşu da hep talebelerine harcardı.

–Haklısın hocam, nefsime uydum. Bir an için ağzımdan çıkıverdi. Mahcubum.

Muhsin Hoca fazla üstelemedi; ama sözlerinin devamı sükûtunda gizli idi.

Yeni Cami’ye varıldığında mahşerî bir kalabalık karşıladı onları. Özellikle Seyfeddin Hoca ile Muhsin Hoca’nın bir baba-oğul mesâbesindeki muhabbetini bilmeyen yoktu. Kalabalık arasında ânında oluşuveren koridor, Muhsin Hoca’ya yol veriyordu.

Yanık aşr-ı şeriflerden ve hatim duâsındaki içli âminlerden sonra, namaza geçildi. Bir ara cemaate şöyle bir bakan Ersin Hoca, şaşkınlığını gizleyemedi:

–Asıl zenginlik işte bu! Alınabilecek en güzel şeyi almışsın sen Seyfeddin Hoca. Şunca insanın gönlünü… Helâl sana!..

Muhsin Hoca, hocasının evlâtlarına tâziyede bulunurken, doktorlar söze karıştı:

–Biz böyle bir hasta görmedik. Ömrünün son demlerinde vücudunun her zerresi âdeta «Allah» diyordu.

–Peygamber Efendimiz’in;

“Kim Kur’ân’ı küçük yaşlarda öğrenirse, Kur’ân onun etine ve kanına işler.”* hadîs-i şerîfi hocamızda tecellî etmişti.

–Zaten onca ıstırabı olmasına rağmen hiç müştekî değildi. O eşine az rastlanacak bir hocaydı vesselâm…

Seyfeddin Hoca’nın cenazesi, duâ ve niyazlarla defnedildi.

Dönüş yolunda Muhsin Hoca düşünceli, Ersin Hoca mahzundu. Ayrılık vakti geldiğinde Ersin Hoca;

–Muhsin Hocam! Allah senden râzı olsun. Eğer bugün beni davet etmemiş olsaydın ben, ömrüme milât olan bu hâdiseyi yaşamamış olacaktım ve böylesi güzel bir insandan bî-haber kalacaktım. Sayende ömrüme yön verecek şeyler öğrendim. Hem bugün Kur’ân’a, lâyıkıyla bir hizmetin nasıl olacağını da görmüş oldum.

–Estağfirullah hocam. Biz vesile olduk, o kadar.

–Hakkınızı helâl edin hocam. Bu iyiliğinizi unutmayacağım.

–Estağfirullah hocam.

–Söylemeden edemeyeceğim! Daha önce aldığım zarfların hiç biri bugünkü kadar dolu değildi. Bugünkü mâşâallah gönül dünyamı doldurdu. Tekrar teşekkürler…

–Bugün hepimize hisseler vardı. Mevlâ’m lâyıkıyla idrak edenlerden eyleye…

__________________

* Kenzü’l-ummâl, I, 532.