UHUD

Bekir İsmet ÇİÇEK bekirismetcicek@gmail.com

 

Selâm sana ey Uhud, gönülden selâm sana,
Allâh’ın Habîbi’nin sevgili nazlı dağı!
Yaşadığın destanı bize de anlatsana;
Hak yoluna baş koyan aslanların yatağı!

O bildirdi biliriz, tanırsın ve seversin,
O aziz Sevgili’den alıp muhabbet dersin,
Taşların ve toprağın aşka kestiği yersin;
Dokununca bağrına Sevgili’nin ayağı.

Kader bizi düşürdü, uzun çağlar ardına,
Hasret ile katlandık, ayrılığın derdine,
Nasip olup varmadan Sevgili’nin yurduna;
Âhirete göçmüştü Sevgililer Oymağı.

Söyle bize, nasıldı o gün güzel Medine?
Kavuşunca sevdiği es-Sâdık el-Emîn’e,
Hasreti bittiğinde, erip vuslat demine;
Çehresi al al mıydı pembe miydi duvağı?

Talihli deve Kasvâ aynı yere çökünce,
O gün nasıl bayramdı Neccârlı iki gence?
Nasip olunca dostu ağırlamak ilk önce,
Sevince mi gark oldu mihmandârın ocağı?

O büyük vuslat günü, söyle neydi gördüğün?
Seniyyetü’l-Vedâ’dan dolunay doğduğu gün,
Medineli yıldızlar kurup vuslata düğün;
Doldurdu mu coşkuyla her köşeyi, bucağı?

O kardeşlik asrında herkes kardeş olurken,
Siz de kardeş miydiniz inleyen kütükle sen?
Sevgili’nin elleri dokunup desen desen,
Her gönlü dokudu mu muhabbetin yumağı?

Gelip Sirâc-ı Münîr şehre şeref verince,
Her yer aydınlandı mı gül cemâli görünce?
Mekân başka yer oldu, mânâ buldu derince;
Yesrib Medineleşti söktü nurlu şafağı.

Geçen uzun zamanlar, aziz izleri sildi,
Yerler mermere döndü, hâtıralar eksildi,
Onu görmeyen eşya; sağır, dilsiz kesildi;
Söyle sende kaldı mı ayağının toprağı?

O mübârek beldede vahiy gelirken Hak’tan,
Gönüllere işlerken söylenilen dudaktan,
Sen de duyar mı idin şöyle biraz uzaktan,
Cebrâil’den dinlerken vahyi hayrın kulağı?

Uhud günü meydanda nerde idi karargâh?
Sol cenah ne taraftı, neresiydi sağ cenah?
Ortada mı dururdu, O Raûf ve Rahîm Şah?
Nereye kurulmuştu ol Server’in otağı?

Cihad ânı ovada er meydanı nerdeydi?
Allâh’ın aslanları, acep hangi yerdeydi?
Câhiliyye kalplerde, nasıl kesif perdeydi?
Hamza’yı nerde vurdu, cehâletin mızrağı?

Şu görünen tümsek mi okçuların tepesi?
Orada mı verdiler hepsi de son nefesi?
Fânî tenler vuruldu, dağıldı can kafesi,
Canlar cennete uçtu, yere düştü sadağı.

Nasıl pervâne oldu o gün Ümmü Umâre?
Zarar gelmesin diye Varlık Nûru o yâre,
Bayrağı yükseltmeye kaldığında son çare;
Melekler mi taşıdı o şerefli bayrağı?

Elbette hatırlarsın genç muallim Mus‘ab’ı,
Enes bin Nadr ile diğer bütün ashâbı,
O gün asil yiğitler yapmadı can hesabı;
Talha Gül’ün uğruna oka verdi parmağı!

Sence mahşer günü mü bitişi bu hasretin?
Civarında bulunmak âlemlere rahmetin,
Ortasına dikilip onca farklı ümmetin;
Açılınca meydana Allâh’a hamd sancağı.

Eğrimize istiğfar, doğrumuza hamd eder,
Her dem bizi yâd edip, şefkat dolu o Rehber,
Kabrinde tâ Sûr’a dek dâim; «Ümmetim!» mi der?
Yanar durur Sûr’a dek, hiç sönmeden çerağı.

Rabbimiz bizi affet, bize eyle merhamet!
O’nun gibi yaşatıp edip de bize rahmet,
Hepimizi Habîb’e sonra gelen kardeş et!
Ta elinden içelim Kevser dolu bardağı…