ARZ-I HÂL

Z. Özlem ABAY o.abay@hotmail.com

Dağlar ile taşlar ile
Çağırayım Mevlâ’m Sen’i!
Seherlerde kuşlar ile
Çağırayım Mevlâ’m Sen’i!  (Yûnus Emre)

Yûnusça bir yakarış ile; içinden çıkılması zor bir imtihanda, bütün benliğimiz ile Sana yöneldik Rabbim. İşlediğimiz bunca kusurdan pişman olarak özür diliyoruz Mevlâ’m! Dağlar, taşlar «Hay» esmâ-i şerîfi ile hayat bulmuş iken; kereminle belâlardan kurtulmak için, yardım talep ediyoruz Rabbim! İhtiyacımız büyük, muhtaç ve çaresiz bir hâldeyiz. Yüz bin niyaz ile kuşlar gibi çırpınarak kapına geldik Allâh’ım! Her türlü övgü, hamd ve senâ Sana’dır.

Sen bizim Mevlâ’mızsın. Kulların, kapında duran âcizler. Hazret-i İmam Zeyne’l-Âbidîn gibi yalvarıyoruz:

“Yâ Rabbî! Ufak bir kulun kapına geldi. Bir zavallı kul Sana sığındı. Muhtaç bir kulun kapındadır. Sen’den lütuf ve inâyet dileniyor.”

Dünya hayatımızda seyr ü seferdeyiz. Bu sefer; kötü huylarımızı, günahlarımızı ortaya döktü. Huyumuz pek fena imiş. Yolculuğumuzda gizli hâllerimiz ayân oldu. Çok çirkin kaldık ortada.

“Yâ Rabbî! Bende ayıplanacak huy bırakma! Varsa ıslah et! Güzelleştir! Bir iyiliğim varsa, bunu tamamla, olgunlaştır.” (Hazret-i Zeynel Âbidîn)

“«Ey îmân edenler!» diye seslenen Rabbim. «Ey sevgili kullarım!», sevdiklerim; kadın ve erkekler; «Siz Ben’im yeryüzündeki şâhitlerim, meleklere secde emrini verdiğimde secde edilen halîfelerim!» diyen Rabbim.

Kulların, kulluğunun şerefinin farkına varamadı! Seyr ü seferimizde; «Ey îmân edenler!» hitâbından sonra gelen emirlerine gereği gibi uyamadık. Kendimizi ayıplıyoruz şimdi.”

Kur’ân-ı Kerim ile gelen, kulluğa davet mesajını işittik. Peygamber Efendimiz’den tevhid hitâbını duyduk. Emirlerine göre yaşamamız yönündeki âyetlerini okuduk. Sen bizim için hayırlı olanı istersin, kötü olandan sakındırırsın. «Kullarım!» hitâbı ile bizleri muhatap aldın. Yaratılış sebebimizi anlattın. Îmânımızın gereğini yapmamız yönündeki bütün tekliflere karşı kulağımıza gaflet pamuğu tıkadık.

“Yâ Rabbî! Lutfunla niyetimi tam bir hâle ilet! Katında olan şeylere karşı îmânımı düzelt! Bende bir kötülük, bir yanlışlık olursa bunu kudretinle ıslah et!” (Hazret-i Zeynel Âbidîn)

Islah et kötü hâllerimizi yâ Rabbî! Kötü tabiatımızla baş başa bırakma bizi Allâh’ım! Bizi niçin yarattı isen o işte istihdam eyle! Emr-i ilâhinde emrettiğin üzere tevbe ediyoruz yâ Rabbî!

“Ey îmân edenler!

Samimiyetle ve kararlılık içinde Allâh’a tövbe edin!

Umulur ki Rabbiniz kötülüklerinizi örter ve sizi altından ırmaklar akan cennetlerine koyar.

O gün Allah, Peygamber’i ve O’nunla aynı îmânı paylaşanları utandırmaz. Onların nûru önlerinde ve sağ yanlarında ilerleyerek yollarını aydınlatırken şöyle derler:

«Rabbimiz! Nûrumuzu artır, eksiltme ve bizi bağışla!

Şüphesiz Sen’in her şeye gücün yeter!»” (et-Tahrim, 8)

Habîbin, göz nûru Efendimiz; en zorlu anlarda Sen’den duâ ve namaz ile yardım dilemiştir. Sana yalvarıp yakarmaktan başka yol denememiştir. Biz de Efendimiz’in Sünnet-i Seniyyesi’ne uyarak, zor ve sıkıntılı hâlimizde Sana yalvarıyoruz yâ Rabbî!

Hani Bedir Harbi’nde Kureyş sayıca çok; mü’minler sayıca az lâkin îmân olarak pek güçlü iken Efendimiz Allâh’ın yardımını talep için duâ ettiğinde…

“(Hazret-i Ali -radıyallâhu anh-’ın bildirdiğine göre); Müslümanlar Bedir’de geceleyin ince ince yağan bir yağmura tutulmuş, kalkan ve ağaçların altlarına siperlenmiş, hepsi de tatlı bir uykuya dalmışlardır. Yalnız Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- geceyi ağacın altında hep namaz kılmak ve ağlamakla geçirmiştir. Diğer taraftan da şu şekilde duâ etmeyi sürdürmüştür:

«Yâ Rabbî, işte Kureyş! Kibir ve gurur ile geldi. Sana meydan okuyor, Peygamberini de yalanlıyor.» deyip sonra ellerini kaldırarak duâsını şöyle tamamlamıştır:

«Yâ Rab! Peygamberlere nusret ahdini, bana da hususî olarak zafer va‘dini yerine getirmeni Sen’den isterim. Allâh’ım! Eğer Sen şu bir avuç müslümanın helâk olmasını diliyorsan, sonra Sana ibâdet eden bulunmayacaktır.»

Bu duâsını arkasından ridâsı düşünceye kadar ellerini kaldırarak tekrarladı.” Ardından zafer muştusunu veren âyet nâzil olmuştu.

Âyetlerine savaş açan câhiller; verdiğin nimetlere şükretmeyen, hastalık, musîbet ve sıkıntı günlerinde sabretmeyen kulların var diye bizlerden rahmetini yine de esirgemeyen Sen’sin Allâh’ım! Ridâsı omuzlarından düşen Habîbin, Efendimiz Hazret-i Muhammed Mustafâ -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in arkasında saf tuttuk, duâ ediyoruz. Biz de emr-i ilâhin ile ferahlıyoruz Rabbim!

“Kullarım Sana Ben’i sorduklarında bilsinler ki şüphesiz Ben yakınım. Bana duâ ettiğinde duâcının dileğine karşılık veririm. Şu hâlde Ben’im davetime gelsinler ve Bana îmân etsinler ki doğru yolu bulalar.” (el-Bakara, 186)

Yûnusça bir yakarış ile; çağrımız, tevbemiz, her dem taze kalsın Mevlâ’m!

Yûnus okur diller ile,
Ol kumru bülbüller ile,
Hakk’ı seven kullar ile;
Çağırayım Mevlâ’m Sen’i! (Yûnus Emre)