MERHAMET

Hadi ÖNAL hadional@mynet.com

Rahmân ve Rahîm, yüce Allâh’ın Kur’ân-ı Kerim’de en fazla geçen adlarındandır. Rahmân, acıma ve şefkati fazla olan; Rahîm bütün yaratıkları esirgeyen, bağışlayan, şefkat ve merhamet edendir. Merhamet; her iki adın da dokusunda yer alan, Yaratan’ın yaratılana en büyük hediyesi, yaratılanın da başta gelen ihtiyacıdır.

Merhamet; sevgidir, şefkattir, acımadır, esirgemedir, korumadır. «Merhametlilerin en merhametlisi» olan Allah, ismi ile anılan bu özelliğini yarattığı ve eşref-i mahlûkat olarak nitelendirdiği insana da bahşetmiştir. İnsanoğlunu iyilik ve yardım etmeye yönlendiren bu yüce duygunun kaynağında Allah sevgisi vardır. Yûnus Emre;

Yaratılanı severim
Yaratan’dan ötürü

derken bu noktayı işaret etmiştir.

Yaratılmışlara sevgi ile yaklaşma, onları kötülüklerden koruma ve kurtarma, zor durumlarında onlara yardım etme, bağışta bulunma, affetme gibi iyi huy ve davranışları bir bütün olarak sarıp sarmalayan merhamet duygusu ve bu duyguya sahip insanların çokluğu, dünyamızı güzelleştirmekle kalmaz, ebedî hayatımızın da kurtuluşuna vesile olur.

Gurur, kibir, enâniyet gibi insanı bencilleştiren, bencilleştirdiği oranda da toplumdan soyutlayarak yalnızlaştıran duygulara; «Dur!» diyen; kine, kire, öfkeye, acımasızlığa ve katılığa set çeken merhamet duygusu ile bezeli insan, elbette ki her canlıya sevgi ile yaklaşır. Özellikle hemcinslerinin acısını, kederini, üzüntüsünü ve mutsuzluğunu yüreğinde hisseden kişi, kendi dışındaki insanlara olduğu kadar diğer bütün canlılara da; «şefkat kanatlarını gerer.» Bu durum onun hem kurtuluşu hem de yaratılışındaki gayeye yürümesidir. Merhametle bezeli bir insanın her şeyde bir güzellik ve hayır; her hayırda bir yücelik araması gayet tabiîdir.

Hayrın ve güzelliğin çok olduğu dünyada şüphesiz ki huzur vardır, mutluluk vardır, barış, dostluk ve kardeşlik vardır.

Şimdi sormak lâzım insana, insanlığa:

Bugün itibarıyla dünyada huzur, mutluluk ve onun tabiî sonucu olan barış ve kardeşlik var mı?

Acımasızlığın, katılığın ve gaddarlığın kol gezdiği; savaşın, terörün eksik olmadığı, kanın ve gözyaşının oluklaştığı, her geçen gün biraz daha ufkunun belirsizleştiği ve karardığı yeryüzü yuvarlağının bu gidişatından memnun musunuz?

Yaşatmak yerine yok etmeyi; sevmek yerine nefret ve kin tohumlarının boylanmasına zemin hazırlamayı büyük bir mârifetmiş gibi takdim ederek dünyamızı karartanlara; «Dur!» diyememenin getirdiği ve getireceği sonuçlar açık-seçik görülmüyor mu?

Yalnızca kendisini düşünen, kendi çıkarlarını ve nefsinin isteklerini herkesten ve her şeyden önde tutan, başkalarının ihtiyaçlarını, eksikliklerini hiç umursamayan, «ben rahat yaşayayım da başkaları ne olursa olsun» düşüncesinde olanların gün geçtikçe çoğaldığı dünyamızın nelere ve nerelere sürüklendiğinin farkında mısınız?

Bugün, hemcinslerini yok etmek amacı ile kurulan silâh ve savaş sanayiine sarf edilen milyarları insanların mutluluğu ve huzuru için ayırabilmeyi başarsak, dünya cennet olmaz mı?

Hâbil’i yok eden Kābil’in huzurlu yaşayabileceğini, mutlu olacağını kim iddia edebilir?

Hangi darağacının dibinde gül bitmiş ki sizin kurduğunuz darağaçlarının dibinde de gül bitsin?

İnsan adına insanlık adına her akıllının cevap bulması gereken sorulardır bunlar. Sorularımızı daha da uzatabiliriz; ama ben tek bir soruda toplamak istiyorum bütün bunları:

“Yaşadığımız dünyadan memnun muyuz?”

“Hani o günler!” diyen cevaplarınızı duyar gibiyim. İşte bu noktada Rahmân ve Rahîm olan yüce Allâh’ın insanoğluna bahşettiği «merhamet» duygusunun büyüklüğünün, yüceliğinin boyutları ve önemi çıkıyor karşımıza.

Duâların özü, yakarışların temel sözü olan o merhametteki hikmetle, rahmet kapıları ardına kadar açılır. Çölleşen kalpler onun yağmuru ile yeniden hayat bulur. Onun nûru ile gelecek aydınlanır.

O merhamettir ki zulme ve zalime geçit vermez.

O merhamettir ki; acımasızlığın gaddarlığın ve katılığın karşısına dikilir. Zayıflar onunla korunur, fakirler onunla kollanır, ihtiyaç sahipleri ihtiyaçlarını onun sahiplenmesi ile giderir.

O merhamettir ki; hoşgörünün, özverinin, yardımlaşmanın ve huzurlu yaşamanın ilâcıdır. Dertler onunla devâ, acılar onunla şifâ bulur.

O merhamettir ki; kinin, kirin, şiddetin ve öfkenin panzehiri olur. Onu yüreğinde hissedenler başkalarının hakkına tecavüz edemezler. Onun hâkim olduğu toplumlarda adaletsizlik, baskı, zulüm kendisine zemin bulamaz.

O merhamettir ki; onunla bakan göz, her yerde ve her şeyde bir güzellik ve hayır görür. Merhametin çok olduğu toplumlarda kargaşa olmaz. Muhabbetin semâlaştığı yerlerde olsa olsa iyilikte ve güzellikte yarış olur. Kalp sızısı ile beyin sancısı çeken; sevginin, şefkatin ve onların tabiî uzantısı olan merhametin yoğurarak şekillendirdiği insanlarla dünya ancak huzur bulur, umutlar yeşerir, dünya cennetleşir.

O merhamettir ki;

“Merhamet edenlere, Allah da merhamet eder. Siz yeryüzündekilere merhamet edin ki, göktekiler de size merhamet etsin.” hadîsi ile merhamet edene mükâfatının Allah katında verileceği müjdelenir.

Allâh’ın özenle yarattığı, akıl ile donanımlı kıldığı ve bütün canlılardan üstün tuttuğu insanoğulları, Allah sevgisi ile donanıp, âlemlere rahmet olarak gönderilen Hazret-i Peygamber’in izinden yürüyerek kendilerini merhametin nimetleri ile bezemek zorundadırlar. Merhameti sadece belirli zamanlarda ve şok olaylar karşısında hissedilen bir duygu olmaktan kurtarmalıdırlar.

Merhamet, Kur’ân-ı Kerim’de zikredildiği biçimde her zaman ve durumda bir ahlâk düsturu olarak seçilmeli ve o düstur çerçevesinde yaşanmalıdır. Böyle seçilmediği ve yaşanmadığı sürece huzur ve mutluluk hem dünyamızdan hem de onun akıllı varlığı insanlardan uzaklaşacaktır. Milyonlarca canlıyı barındıran dünyamızın en donanımlısı, akılla mücehhezi ve kıymetlisi olan insanoğlu, merhametten uzaklaştığı oranda acı çekecek ve o acılarla yaşamak zorunda kalacaktır.