GÜL AİLE GÜLİSTANI

Gül Bahçesi

Âdem SARAÇ ademsarac@yyu.edu.tr

Gül Aile Gülistanı’ndan gül devşirmek…

Yani sadece tarihî bir vâkıayı, hikâyeyi, olayı okumak-yazmak, anlatmak-dinlemek değil; her bakımdan erdem sahibi insanlarla beslenmek ve beslemek asıl hedefimiz olmalı. Gül devşirmek bu olsa gerek…

Sadece Mekke ve çevresinin değil, bütün dünyanın gelmiş geçmiş en büyük, en şerefli ve en önde gelen şahsiyeti olan Gönüller Sultanı Peygamber Efendimiz ile Hanımlar Sultanı Hazret-i Hatice Annemiz’in evliliği mükemmel bir evlilikti…

Peygamberler ve Gönüller Sultanı -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Hazret-i Hatice Annemiz için şöyle buyurmuştu:

“Mekke’de onun gibisi var mı?” Gerçekten de onun gibisi yoktu.

Hazret-i Hatice Annemiz’in evi çok geniş ve büyüktü. Odaları çoktu. Geniş bir avlusu vardı. Ayrıca hayvanların rahatça barınacağı geniş bir ağılı ve ticarî malların konduğu büyükçe bir de deposu vardı. Kutlu evlilik ile bu kutlu eve yerleşmişler, yepyeni hayata bu evde başlamışlardı.

Gönüller Sultanı -sallâllâhu aleyhi ve sellem- her şeyi ile ideal bir bey olup; Hazret-i Hatîce-i Tâhire-i Tâcire -radıyallâhu anhâ- ideal bir hanım idi. İki ideal insan bir araya gelince, ideal bir çift oluşturmuşlardı tabiî. Öyle ki, onlar gibi muhteşem ve muhterem bir ailenin eşi ve benzeri bulunamazdı. Çok güzel ikili oluşturmuş, çok güzel uyum sağlamış, birliktelik sırrına ermişlerdi.

Sadece yaşadıkları toplumda ve çevresinde değil, bütün dünyada hiç kimsenin yapamadığını yapmışlar, kimsenin başaramadığını başarmışlardı. Yaşamak değil, hayal bile edilemeyen bütün güzelliklerin kaynağı olmuşlardı. Örnek bir aile olarak, örnekliği en üst seviyede ortaya koymuş, örnekler örneği bir hayatın örneği olmuşlardı…

Karşılıklı sevgi, saygı, bağlılık ve muhabbet üzerine kurulan bu örnek aile hayatı, her ikisini de son derece mutlu etmişti.

Hazret-i Hatice Annemiz, varlık sahibi, çok zengin ve hizmetçileri olduğu hâlde, Gönüller Sultanı’nın bütün hizmetlerini bizzat kendisi görüyordu. Sevgili’ye hizmet etmek, sevgili için ayrı bir muhabbet kaynağı oluyordu. Böylece, bütün hizmetleri sonsuz bir muhabbet ve sevgi ile yapıyordu.

Evdeki huzur dışarıya da yansıyordu. Yüzlerine, özlerine, sözlerine, her şeylerine yansıyordu bu huzur. İçte huzur oldu mu, dışta da olurdu çünkü. İç huzuru, bütün huzurların kaynağı idi.

Oysa bizim en büyük huzursuzluğumuz, iç huzursuzluğudur. En büyük boşluk içimizde var bizim. İç boşluğu yaşıyoruz. Oysa iç boşluğu hiçbir zaman boşluk kabul etmez.

Sebep ne olursa olsun oluşan iç boşluk, bir başka şekilde dolmaya başlıyor. Bu da başka huzursuzluk ve boşlukların kaynağı oluyor maalesef.

İç boşluğumuzun sebeplerini araştırıp, çözüm bulmaya ve bu boşluğu doldurmaya çalışacağımıza, boşluk suçlusunu arıyoruz. Erkeksek, hanımımızı suçluyoruz. Hanımsak, erkeğimizi suçluyoruz. Veya çocuklardan biliyoruz. Ya da çocuklar bizden biliyor. Boşluk suçlusu buluyor ve hemen bütün gücümüzle yükleniyoruz ona.

Bir boşluk söz konusu… Bazı boşluklar, boşluk kabul etmiyor. Başka bir şekilde doluyor boşluklar. Dolarken de başka boşlukların kapılarını aralıyor. Ve bu böyle sürüp gidiyor. Başka şekilde dolmaması için dolması gereken yerde dolması, olması gereken yerde olması gerekiyor.

Genelde sevgi ve muhabbetler, meşhur deyimiyle karşılıklı aşk, evlilikten önce başlardı. Fakat gül ailedeki bu sonsuz aşk ve muhabbet, evlilik ile başlıyordu. Gül Aile’nin asıl farkı da buradaydı işte.

Emsalsiz bir şefkat, üstün bir idrak, engin bir duygu, inceler incesi bir ahlâk ve rûhî sezişte de, birer âbide idiler…

Hazret-i Hatice Annemiz kıymet bildiği için, kıymeti biliniyordu. Her şey karşılıklıydı öyle ya. Kıymet bilenin, kıymeti bilinirdi. Değer veren, değer görürdü. Seven sevilirdi. Sayan sayılırdı…

Bundan dolayı bütün hizmetlere bizzat koşuyor, her hizmetten de büyük bir zevk alıyor, O’na hizmet ile mutluluk kapılarını bir başka aralıyordu.

Hazret-i Hatice Annemiz’in içten gelen hizmeti, Gönüller Sultanı’nın dilinde ölümsüz ifadesini buldu ve böylece ona ait özel bir Sünnet tecellî etti.

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştu;

“Kadınların kocalarına karşı hizmet, muhabbet, izzet ve samimiyet göstermeleri (Hazret-i) Hatice’nin sünnetidir!”

Böylesine bir güzelliğin, en güzelliği içindeydiler işte. Aile huzurunun en temelinde bu dört unsur vardı; hizmet, muhabbet, izzet ve samimiyet.

Hazret-i Hatice Annemiz öyle içten ve öyle samimî sevdi ki, onun bu eşsiz sevgisi; «Rızık» kavramına yeni, yepyeni bir anlam daha yükledi.

Gönüller Sultanı onun için şöyle buyurmuştu:

“Hiç şüphe yok ki, ben, onun (Hazret-i Hatice’nin) sevgisi ile rızıklandırıldım!” (Müslim, Bâb-u Fedâîl-i Hatîce’te Ümmi’l-Mü’minîn Radıyallâhu Teâlâ Anhâ, 75)

Bu hadîs-i şerif; sevgi kelimesine, aşk kelimesine, muhabbet kelimesine, kavramına veya olayına rızık boyutu getiren en önemli bir hadis olarak kaynaklara geçti.

Bizim, aile hayatımızda kaybettiğimiz en önemli değerin resmidir bu. Aile içindeki sevgi; ekmek gibi, su gibi, hava gibi çok önemli bir rızık olarak, en yetkili zat tarafından ifade edilmişti…

İşte bu rızkı kaybettik biz. Sevgiye acıktığımız için kavga ediyoruz. Sevgimiz kalmadı birbirimize. Saygımız kalmadı karşılıklı.

Sevgi ve muhabbeti kaybettiğimiz için, sevgi ve muhabbet kaynağından da uzaklaştık. Birbirimize girdik ve hayatı çekilmez bir hâle getirdik. Oysa anlaşılmak için anlayacaktık. Sevilmek için sevecektik.

Gerçek sevgi buydu işte. Gerçek aşk buydu…

Mutlu bir aile hayatı nasıl yaşanır, bu «Gül Aile»nin örnek hayatlarında görünür ve bilinir oldu. Bu muhabbet, bu sevgi ve bu aşk, bütün hayatlarını kuşatmıştı onların. Günler, haftalar, aylar ve yıllar, karşılıklı bu sevgi ve muhabbetle akıp geçmişti…

Her şeyi ile mükemmel bir birliktelik oluşturmuşlar, mükemmel bir hayat yaşıyorlardı.

Birbirlerine katlanan bir çift değil; birbirlerini benimseyen ideal bir aile idiler. Davranış, söz, hâl ve hareketleri mecburiyetten değil, büyük bir muhabbettendi.

Çünkü Hazret-i Hatice Annemiz, her şeyi kocasında bulan çok özel bir hanımdı.

Çünkü Peygamber Efendimiz, her şeyi hanımında bulan çok özel ve eşsiz bir zat idi.

Bunun için de karşılıklı davranışları muhabbettendi, mecburiyetten değil…

Karşılıklı bütün görevlerini muhabbete dönüştürüp yaparken, bu arada büyük bir incelikle göz ve gönüllerini de dolduruyorlardı. Göz ve gönül, boşluk kabul etmezdi çünkü.

Bu boşluk ile sarsılıp yıkılan nice aileler vardı…

Muhabbetten yapılanlar, yepyeni muhabbete kapı açarlardı. Mecburiyetten yapılanlar, sıkıntı üzerine sıkıntı getirirlerdi. İşte bunu kaybettik biz. Muhabbet nimetine sırt çevirince, mecburiyet yükü bindi omuzlarımıza. Oysa muhabbetle yaşayıp, muhabbetle iş yapsaydık, bir başka muhabbet iklimi açılacaktı önümüzde.

Öyleyse yeniden çekidüzen vermeliyiz kendimize. Mecburiyet dalgalarıyla boğuşmak yerine, muhabbet okyanusuna dalışa geçmeliyiz. Bunu da ancak «Gül Aile»yi örnek alarak başarabiliriz…

Peygamber Efendimiz bizden bunu istiyor çünkü…

-Sallâllâhu aleyhi ve sellem…-