HAKK’A DOSTLUK SIRRI

Z. Özlem ABAY o.abay@hotmail.com

 

Peygamber Efendimiz –sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in zirve temsilcileri olan ashab, Efendimiz –sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in yüce terbiyesi altında ve sırâtmüstakîm üzere olan mübârek yolunu takip ederek yetiştiler. Hayatlarında İslâm’ın hükümlerini yaşamaya gayret ederek, Allah ile dostluk makamına yükseldiler. Allah ile beraberliğin idrâkinde bir ömür sürdüler. Îmandan ihsâna bir kulluk şuurunda, kalbî ve amelî hayatları ile müstesnâ şahsiyetler oldular.

 

Bu Allah dostlarının izini takip eden velî kullar da, Allah ile dostluğun önemini idrâk ederek has kullar oldular. Bu has kullar, Efendimiz –sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in geçmişten geleceğe, zamana yayılmış vârisleridir. Efendimiz –sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in hayatını ve ahlâkını örnek alan bu has kullar, bizlere de eserlerini bıraktılar.

 

Takvâ ile yoğrulmuş hayatlarında, «mârifetullah»ta derinleştiler. Cenâb-ı Hakk’ın kulluğumuzun kemâli için lutfettiği; Kur’ân-ı Kerim, Efendimiz –sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in hayatı ve «Kâinat Mektebi»ni okumayı öğrettiler. Bunlardan gereği gibi istifade edenin; şuurlu bir kulluk yapacağını, hayatları ile örnek olarak bize sundular. Allâh’ın bir kulunu sevmesinin, takvâ sırrında olduğunu öğrettiler. Takvâya sarılan bir kulun yeryüzünde de sevileceğini, asırlar geçse de takipçilerinin sevgileriyle gözler önüne serdiler. Muhabbetle kendilerini takip edenlere önder oldular. Zâtları mânen diri olan bu has kullar, eserleri ile de aramızda yaşamaya devam etmektedirler.

 

BU GÜNDE;

Aşkı, feryâdı, ilâhî muhabbetle kavruluşuyla; Mevlânâ Hazretleri’ne olan sevda, ilâhî bir sevgidir. Her fıtratta ilâhî aşk farklı farklı tecellî eder. Kiminde şiir olur, kiminde edebî eser olur, kiminde yaratılmışlara hizmet olarak tezâhür eder. Usûller farklı olsa da gaye tektir. Allâh’ın hizmetine koşmak. Âyet-i kerîmede şöyle buyurulur:

 

Allâh’a koşun!” (ezZâriyât, 50)

 

Küfrü, şirki terk edip tevhîde; dünya ile oyalanmayı bırakıp Allâh’a kulluğa, îmâna, hidâyete koşmuşlardır. Nefsin; kulluktan vazgeçirmesine izin vermeden, Allâh’ın zikri ile bir ömür sürmüşlerdir.

 

Yoksa Fuzûlî’nin dediği gibi;

 

Kim ki Allâh’tan ibâ eyler,

Başka dergâha ilticâ eyler.

 

Yaratılmışlar bir gün ölür ve aslı olan toprağa rücû eder. İnsanın rûhu ise aslî vatanına dönmek ister. Hâl böyleyken; Allah’tan yüz çevirenlerin, Allâh’ın dergâhını bırakıp başka kapılara koşanların sonu hüsrandır, ebedî cehennemdir. Bu hakikatten kaçış yoktur. Hâsılı ne bu kâinattan başka bir yere, ne de Allâh’ın kapısından başka bir kapıya gitmek bize kurtuluşu sağlamaz.

 

Hazret-i Mevlânâ şöyle buyurur:

 

“Kimden kaçıyoruz? Kendimizden mi? Bu hayâlî bir şey… Kimden kaçıp kurtarıyoruz?.. Allah’tan mı? Ne boş hayal! Ne vahim dalâlet!..”

 

“Şunu bilesin ki, dünya; para, pul, kadın, giyim-kuşam, ticaret değil, Allah’tan gafil olmaktır…”

 

İŞTE ALLÂH’IN BU HAS KULLARI;

 

Uçsuz bucaksız gönül iklimlerinde parlayan aşk kıvılcımları ile; bizi sonu hüsran olan bir yoldan, hakikat ve mârifetullah menziline çağırmışlardır. Hazret-i Mevlânâ da gönlündeki sevda yangını ve aşk dolu eserleriyle, bizi Rabbimiz’le buluşturmak için gayret sarf etmiştir.

 

“İnsanların çoğu, bedenlerinin ölümünden korkar. Asıl korkulması gereken husus, kalplerin ölümüdür.” (Mevlânâ Hazretleri)

 

Bunun için de Hak dostlarının hidâyet ve irşâda vesile sözlerine kulak vermeliyiz.

ÇÜNKÜ;

 

Ehlullâh’ın yüreklerinden taşan mübârek sesler ve sözler, İsrâfil’in sûru gibi dirilticidir. (Mevlânâ Hazretleri)

 

Hak sırrına tercüman olan bu müstesnâ gönüller, zahmeti rahmete dönüştürmeye vesile olmuşlardır. Her şeyi eşsiz sanatı ile yaratan Rabbimiz, bizim de sanattan Sanatkâr’a ulaşmamızı istemektedir. Hak dostları; Allâh’ın bu eşsiz sanatı karşısında hayret vadisine düşmüşler, bize de eserleri ile yol göstermişlerdir. Nice hikmetleri ise, sessizliklerinde hâlleri ile anlatmışlardır.

 

İbn-i Abbas şöyle buyurur:

 

“Allah Teâlâ’nın öyle belâgat sahibi kulları vardır ki; onları Hakk’a muhabbet ve tâzim, sükûta büründürmüştür.”

 

Allah dostları; hâlleri ve kelâmları, bizim ölü gönüllerimizi ihyâ eden eserleri ile, asırlar öncesinden seslenmeye devam etmektedirler.

 

Yûnus Emre Hazretleri’nin de işaret ettiği gibi;

 

Ölür ise ten ölür, canlar ölesi değil.

 

Gafil kalpler; dünya endişesi içinde kıvranırken, ebedî hayatını tehlikeye atmakta ve buna da hiç önem vermemektedir. Gaflet sarhoşluğu ile ruhlar kayıp gitmekte, ebedî hayat kaybedilmektedir.

 

HÂLİMİZ BÖYLEYKEN;

 

Gafletin bertaraf edilmesi ve Allah ile buluşmak için, ârif kulların feryâdına kulak vermeliyiz.

 

“Dostun diyarında (yani Cenâb-ı Hakk’ın mülkünde) bulunduğumuz hâlde, aklımızı kaybettiğimizden ötürü; «Dost nerede?.. Dost nerede?..» deyip dururuz.” (Mevlânâ Hazretleri)

 

Kâinattaki ilâhî nizam ve muhteşem âhengi göremeyenler, yaratılışın gayesini de îzah edememektedirler. Oysa ki gören gözler, hisseden kalpler için her zerre DOST’u zikretmektedir. Beşerî idrak; yaratılış gayesini çözemedikçe, ölüm sırrına da ulaşamamaktadır. Ârif gönüller; bu sırrı ve gayeyi bize ilâhî hikmet dolu sözleri ile anlatırken, bizim buna kör ve sağır kalmamız akıllı insan işi değildir. Bu hakikatleri lâyıkı ile idrâk eden, mülkün sahibini her an zikreden kullardan olmamız duâ ve niyâzı ile.

 

Yazımıza Aziz Mahmud Hüdâyî Hazretleri’nin sözleri ile son verelim:

 

Alan Sen’sin, veren Sen’sin, kılan Sen,

Ne verdinse odur, dahî nemiz var!

Hakikat üzere anlayıp bilen Sen,

Ne verdinse odur, dahî nemiz var!