«TEMİZ» AĞABEY’İN ARDINDAN

Mehmet MENCET

 

 

Şüphe yok ki;

 

“Her nefis ölümü tadacaktır.” (Âl-i İmrân, 185)

 

21 Eylül 2025 günü Mehmet TEMİZ ’i / Savcı Ağabeyimizi de rahmet-i Rahmân’a tevdî ettik.

 

Herkesin gönlünde, yeri bambaşka olan insanlar vardır.

 

Bundan elli yıl önce Şanlıurfa’nın Hilvan ilçesinde hâkim olarak vazife yaparken savcı bey vefat etti. Onun yerine, Mehmet TEMİZ Ağabeyimiz’in tayin olmasıyla Mevlâ’nın takdiri -elhamdülillâh- bizi bir araya getirdi.

 

O günlerde, cemaatle namaz kılan memur sayısı parmakla sayılacak kadar azken; beş vakit namazını cemaatle kılan, bölge halkının anlayacağı şekilde hem Arapça hem Kürtçe İslâm dîninin güzelliklerini ve tasavvufu anlatan Mehmet TEMİZ Ağabey’in bu hâllerinden, hem oradaki ideolojik saplantılı çevreler hem de o günlerde palazlanan örgütler rahatsız olmuştu.

 

“Adâlet Bakanlığı, buraya savcı yerine imam tayin etmiş.” diyerek sızlanan çevrelere inat, duruşundan hiç taviz vermeyen savcı Mehmet TEMİZ Ağabey ile iki yıla yakın bir mesai arkadaşlığımız oldu. Hilvan’dan sonra ben o dönem Ankara’nın ilçesi olan Sulakyurt’ta, o da Kırşehir’in Çiçekdağı ilçesinde vazifelerimize devam ettik. Ancak gönül beraberliğimiz hiçbir zaman kopmadı.

 

Hilvan’da iken, İstanbul’dan dönüşünde Mahmud Sâmi Efendi’yi ziyaret edememesinin hüznünü paylaşınca, fakir o dönem intisaplı olduğumu ifade ettim. Birlikte Urfa’daki rahmetli Hacı Esat PARMAKSIZ, Kemal YETKİN ve İbrahim ÖZGÖRDÜ Ağabeylere gittik. O mübârekler, Savcı Ağabey’i keşfettiler.

 

Rahmetli; istihâresinde birbirinden güzel cennet köşkleri gördüğünü ama, en zirvede, çok parlak bir makamda, göz alıcı bir köşk gördüğünü ve onun da Sâmi Efendi Hazretleri’ne ait olduğunu anlatmıştı. Sonra da elhamdülillâh ömür sermayesini ihlâsla ve yorulmak bilmeden Allah yolunda hizmete adayarak şimşek gibi yükseldi.

 

1976 yılında Sâmi Efendi Hazretleri’ni ziyarete gittiğimizde, tevâfuken Cemil Baba adlı Allah dostunu da ziyaret etmiştik. Kayserili olup kerâmetleri ve hikmetli sözleriyle tanınan Hazret, onu ilk defa görmesine rağmen, evinin yanında yeni yapılan camide müezzinlik yaptığını bildi ve o camiye sakal-ı şerif temin etmesini söyledi. Birlikte yaptığımız bu ziyaret de unutamadığımız hâtıralardandır.*

 

Cemil Baba vesilesiyle tanıştığımız, Yozgat’ta yaşayan nakşî şeyhi Şeyhzâde Ahmed Efendi vardı. 2002’de rahmetli oldu. Çok kerâmetleri vardı. Bahsettiğimiz sakal-ı şerif temini de bu zât aracılığıyla oldu.

 

Savcı Ağabeyimiz’den bu zâtın şu kerâmetini de dinlemiştik: Şeyhzâde Ahmed Efendi, rahmetli Muhsin YAZICIOĞLU’nun elini henüz delikanlı iken; «Şehidlerin eli öpülür.» diyerek öpmüş. Yani şehid olacağını genç yaşta ifade etmiş.

 

Mehmet Temiz Ağabeyin, meslektaşlarından daha fazla tayininin çıkarıldığına şâhit olduk. Yerköy, Elmalı, Zile, Artvin, Giresun, Karabük, Çarşamba, Kandıra, Adapazarı’nda vazifesine devam etti. Bir dönem savcılıktan alınıp noterliğe tayin edildi. Zaman zaman bir araya gelip; gönlümüzün güneşi, Musa Efendi’nin Sultantepe’deki devlethânelerine gidip duâsını alarak sohbetini dinlemek nasip oldu.

 

Edirne’nin Keşan ilçesindeki «esmer kardeşler» Savcı Bey’in âşıklarıydı. Yol parası buldukça, cuma günleri soluğu İstanbul’da onun yanında alırlardı.

 

Merhum Musa Efendimiz’le -yılda iki kere hizmet için- Van’a giderler, bazen de merhum Mehmet AYDIN Ağabey’le Karadeniz bölgesindeki illeri ziyaret ederlerdi. Dinlenmek için kendisine ayırması beklenen yıllık izinlerini, hep bu seyahatler için kullanırdı.

 

Her gittiği yerde; bu yolun güzelliğini, üstadlarımızın büyüklüğünü, eşsiz hayatlarını, kerâmetlerini anlatır, vazifeli olduğu yerlerde, camide imamlık da yapar ve sohbet ederdi.

 

Muhterem Savcı Ağabeyimiz’in hayatında; kitaplar oluşturacak hâtıralar, kerâmetler var. Biz burada bu kadarını zikredelim.

 

Yüce Allâh’ım rahmet eylesin!

 

Ne güzel, yüz akıyla, soy ismi gibi tertemiz, Rabbine kavuştu. Muhterem yengemize, oğlu Mustafa’ya, kızlarına ve torunlarına sabır ve başsağlığı diliyorum. Mevlâ’m cennette yine bir araya gelmeyi nasip eylesin. Âmîn

 

___________________

*Bu hâtırayı, Anadolu İrfanı adlı eserimizin 36-37. sayfalarında anlatmıştık.