KARDEŞLİK MES’ÛLİYETİ
M. Ali EŞMELİ seyri@seyri.com seyri@yuzaki.com

Bu mes’ûliyet;
Her vakit çok mühim. Ancak zor zamanlarda ve elzem olduğu demlerde çok daha mühim.
Maalesef;
Dünyanın kâh İslâm beldelerini kahreden zulümleri karşısında, kâh gönülleri ve îmanları yok eden azgınlıkları karşısında, şuurlu ve hissiyatlı mü’minler, dünkünden daha büyük bir mes’ûliyet çırpınışı içinde olmaya mecburdurlar.
Dinmeyen mazlum ahları imdat beklerken, mendilsiz gözler azıcık yüz güldürecek bir umut beklerken, yıkılan harâbeler mâmur edecek çareler beklerken, dengeleri bozulan akıllar ve gönüller şifâ beklerken, kısaca bütün cihan adâlet ve hidâyet beklerken ne acıdır ki, âhirzamanın en acı karakteri; umursamazlık ve şuursuzluk, düşüncesizlik ve duygusuzluk, insafsızlık ve merhametsizlik, vicdansızlık ve vahşîlik…
Bu yüzden;
Her birini Allâh’ın kardeş kıldığı ehl-i îmanda, kardeşlik mes’ûliyeti her zamankinden daha üst seviyede lâzım. Fikren değil fiilen lâzım.
Şu hadîs-i kudsî ne kadar mânidar:
“Allah Teâlâ kıyâmet gününde şöyle buyurur:
‒Ey Âdemoğlu! Hastalandım, Ben’i ziyaret etmedin.
Âdemoğlu da;
‒Sen Âlemlerin Rabbi iken ben Sen’i nasıl ziyaret edebilirdim? der.
Allah Teâlâ buyurur:
‒Falan kulum hastalandı, ziyaretine gitmedin.
•Onu ziyaret etseydin,
•Ben’i onun yanında bulurdun.
•Bunu bilmiyor musun?
‒Ey Âdemoğlu! Ben’i doyurmanı istedim, doyurmadın.
Âdemoğlu;
‒Sen Âlemlerin Rabbi iken ben Sen’i nasıl doyurabilirdim? der.
Allah Teâlâ buyurur:
‒Falan kulum senden yiyecek istedi, vermedin.
•Eğer ona yiyecek verseydin,
•Verdiğini Ben’im katımda mutlaka bulacağını bilmez misin?
‒Ey Âdemoğlu! Senden su istedim, vermedin!
Âdemoğlu;
‒Ey Rabbim! Sen Âlemlerin Rabbi iken ben Sana nasıl su verebilirdim? der.
Allah Teâlâ buyurur:
‒Falan kulum senden su istedi, vermedin.
•Eğer ona istediğini verseydin,
•Verdiğinin sevâbını katımda bulurdun.
•Bunu bilmez misin?” (Müslim, Birr, 43)
Muhteşem bir mânâ ve incelik.
Allâh’ın kullarına ihtiyaç durumunda aşk ile yardımcı olmak, hem yüce bir mes’ûliyet hem de bambaşka bir fazîlet. Yine hadîs-i şerifte buyurulduğu üzere:
“Müslümanın, müslüman üzerindeki hakkı beştir:
•Selâm almak,
•Hasta ziyaret etmek,
•Cenâzenin arkasından yürümek,
•Davete icâbet etmek ve
•Aksırana «yerhamükellah» demek.” (Buhârî, Cenâiz, 2; Müslim, Selâm, 4)
“(Ey mü’minler)
‒Canım kudret elinde olan Allâh’a yemin ederim ki,
•Sizler îmân etmedikçe cennete giremezsiniz.
•Birbirinizi sevmedikçe de îmân etmiş olmazsınız.
‒Yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi?
Aranızda selâmı yayınız!” (Müslim, Îmân, 93-94)
Cennete girmenin şartı îman.
Îmânın şartı, birbirini sevmek.
Sevginin şartı da, selâm.
Cennetin bir adı da;
Dâru’s-selâm / selâm yurdu…
Selâm;
Öyle bir îmân alâmeti ki, Allah emrediyor:
“…
•Size selâm veren kimseye;
‒Sen mü’min değilsin, demeyin! …” (en-Nisâ, 94)
“Bir adam, Rasûlullah –sallâllâhu aleyhi ve sellem–’e;
– İslâm’ın hangi özelliği daha hayırlıdır? diye sordu.
Rasûl-i Ekrem buyurdu:
‒Yemek yedirmen ve
‒Tanıdığın, tanımadığın herkese selâm vermendir.” (Buhârî, Îmân, 20; İsti‘zân, 9, 19; Müslim, Îmân, 63)
Âyette buyurulur:
“(Ey îmân edenler!)
•Bir selâm ile selâmlandığınız zaman,
•Siz de ondan daha güzeliyle selâm verin,
•Ya da verilen selâmı aynen iade edin!” (en-Nisâ, 86)
Mü’min kişiliğini kardeşlik mes’ûliyeti ile inşâ eden Hazret-i Peygamber –sallâllâhu aleyhi ve sellem–’in şu tembihleri de, başlı başına şahsiyet eğitiminde emsalsiz tâlimatlar:
“Sakın;
•Birbirinize kin tutmayınız,
•Haset etmeyiniz,
•Sırt dönmeyiniz ve
•Alâkanızı kesmeyiniz!
‒Ey Allâh’ın kulları,
•KARDEŞ olunuz!
Bir müslümanın,
Din kardeşini üç günden fazla terk etmesi, helâl değildir.” (Buhârî, Edeb, 57, 58, 62; Müslim, Birr, 23, 24, 28, 30–32)
İşte;
Kıyâmete kadar bütün devirlerin mutlaka anlamaya ve uygulamaya, yeme-içmeden daha çok muhtaç olduğu eşsiz ölçüler:
“(Ey mü’minler)
•Zandan sakınınız.
Çünkü zan,
Sözlerin en yalan olanıdır.
•Başkalarının konuştuklarını dinlemeyin!
•Ayıplarını araştırmayın!
•Birbirinize karşı övünüp böbürlenmeyin!
•Birbirinizi kıskanmayın!
•Kin tutmayın!
•Yüz çevirmeyin!
‒Ey Allâh’ın kulları!
•Allâh’ın size emrettiği gibi kardeş olun!
◆Müslüman müslümanın kardeşidir:
•Ona haksızlık etmez,
•Onu yardımsız bırakmaz,
•Onu küçük görmez.
(Göğsüne işaret ederek)
‒Takvâ işte buradadır, takvâ buradadır!
Kişiye;
•Müslüman kardeşini hor görmesi,
•Kötülük olarak yeter.
◆Müslümanın her şeyi,
•Kanı,
•Namusu ve
•Malı
Müslümana haramdır.
Şüphesiz ki Allah,
•Sizin bedenlerinize,
•Görünüşünüze ve
•Mallarınıza değil,
•Kalplerinize kıymet verir.” (Müslim, Birr, 28-34)
Bu düsturlar, müthiş bir kardeşliği tesis etmekte. Çünkü:
“Mü’minler ancak kardeştirler.
Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah’tan korkun ki, size merhamet edilsin.
‒Ey mü’minler!
➢Bir topluluk diğer bir topluluğu alaya almasın!
•Belki onlar,
•Kendilerinden daha iyidirler.
➢Kadınlar da kadınları alaya almasınlar!
•Belki onlar,
•Kendilerinden daha iyidirler.
Bu itibarla;
•Kişiliklerinizi karalamayın, ayıplamayın!
•Birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın!
Kezâ;
•Îmandan sonra fâsıklık,
Ne kötü bir namdır!
Bu durumda;
•Kim ki tevbe etmezse,
Onlar,
İşte onlar, zâlimlerdir!” (el–Hucurât, 10-11)
Mü’minlerin mü’minler hakkındaki değerlendirme ve yorumları, kardeşliğe zıt aşırılıklar ve menfîlik / olumsuzluk doğuran sû-i zanlar, ithamlar, gıybetler ve kötü tahminler olamaz. Bunlar kardeşlik mes’ûliyetini ve İslâm şuurunu yaralar. Böyle bir gafletin Allah katındaki yansıması, çok kötü bir vaziyettir:
“Bir kişi;
‒Vallâhi, Allah falan adamı bağışlamaz, diye yemin etmişti.
Azîz ve celîl olan Allah da (ona) şöyle buyurdu:
‒Falanı bağışlamayacağıma dair Ben’im adıma kim (yemin edip) hüküm verebilir?
•Ben onu bağışladım,
•Senin amelini de boşa çıkardım!” (Müslim, Birr, 137)
Bundan dolayı Hazret-i Peygamber –sallâllâhu aleyhi ve sellem– açıkça îkaz etmekte:
“Kardeşinin uğradığı felâketi sevinçle karşılama!
•Allah,
•Onu rahmetiyle o felâketten kurtarır da
•Seni derde uğratır.” (Tirmizî, Kıyâmet, 54)
“(Kezâ)
•Nesebe dil uzatmak ve
•Yüksek sesle ölüye ağlamak,
➢Halk arasında yerleşmiş,
➢Küfür niteliği taşıyan iki huydur.” (Buhârî, Menâkıbü’l-ensâr, 23; Müslim, Îmân, 121, Cenâiz, 29)
Rasûlullah –sallâllâhu aleyhi ve sellem– pazarda bir buğday sergisine uğradı. Elini buğday yığınının içine daldırdı, parmakları ıslandı. Bunun üzerine satıcıya dedi ki:
‒Ey zahîreci! Bu ıslaklık nedir?
Adam:
‒Ey Allâh’ın Rasûlü! Yağmur ıslattı, dedi.
Rasûl-i Ekrem de şöyle buyurdu:
‒İnsanların görüp aldanmaması için
•O ıslak kısmı,
•Ekinin üstüne çıkarsaydın ya!
➢Kim bizi aldatırsa,
•Bizden değildir!” (Müslim, Îmân, 164)
Yine buyurdu ki:
“Dört (kötü) huy var.
Eğer bunların hepsi kimde bulunursa, o kişi tam münafık olur. Kimde bu huylardan biri bulunursa, onu terk edinceye kadar o kişide münafıklıktan bir sıfat bulunmuş olur:
•Kendisine bir şey emânet edildiği zaman ona ihânet eder.
•Konuştuğunda yalan söyler.
•Söz verince sözünden döner.
•Düşmanlıkta haddi aşar, haksızlık yapar.” (Buhârî, Îmân, 24, Mezâlim, 17, Cizye, 17; Müslim, Îmân, 106)
Yani,
“Mü’min;
•İnsanları kötüleyen,
•Lânetleyen,
•Kötü söz ve çirkin davranış sergileyen kimse değildir.” (Tirmizî, Birr, 48. Ayrıca bkz. Ahmed, I, 405, 416)
Ne yapmalı?
Allah ne yapılacağını söylüyor:
“Dünya ve âhiret hakkında…
(Lehinize olan davranışları düşünün ve ona göre hareket edin!)
•Sana yetimler hakkında soruyorlar.
De ki:
‒Onları iyi yetiştirmek (yüzüstü bırakmaktan) daha hayırlıdır.
‒Eğer onlarla birlikte yaşarsanız, (unutmayın ki) onlar sizin kardeşlerinizdir.
Allah,
•İşleri bozanla düzelteni bilir / ıslah edenden ifsâd edeni ayırt eder.
Eğer;
•Allah dileseydi,
•Sizi de zora düşürür, zahmet ve meşakkate sokardı.
Hiç şüphesiz ki Allah;
•Mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (el-Bakara, 220)
“Takvâya erenler var ya,
•Onlar,
•Kendilerine şeytan tarafından bir vesvese dokunduğu anda
•Derhâl Allâh’ı hatırlamakta / iyice düşünmektedirler,
Böylece;
•Hemen gerçeği görmekte / gözlerini açmaktadırlar.” (el–A‘râf, 201)
“(Fakat)
•Şeytanlara kardeş olanlara gelince,
•Şeytanlar,
•Onları azgınlığın içine çekiyorlar,
Sonra da;
•Yakalarını bırakmıyorlar.” (el–A‘râf, 202)
Bu yüzden;
Hazret-i Allah, şeytanın tuzaklarına düşülmemesi için Rahmânî gayretleri ve bu yolda geceyi gündüze katıp fedâkârlıklar için hidâyetlere vesile olmayı farz kıldı. Bir kardeşlik mes’ûliyeti eyledi.
Kavmine gönderdiği peygamberleri de isimleriyle o kavmin kardeşi olan filân peygamber diye ifade buyurdu. Onlar da bu mânâda son nefeslerine kadar hidâyetin bayraktarlığını yaptılar.
Nitekim;
Kavminin kardeşi olan Hazret-i Hûd, büyük bir mes’ûliyet içinde şöyle çırpındı:
“‒Ey kavmim!
•Allâh’a kulluk edin;
•Sizin için O’ndan başka bir ilâh yoktur.
•Siz, sadece iftira ediyorsunuz.
‒Ey kavmim!
•Ben buna karşı (yaptığım tebliğ vazifeme karşılık) sizden bir ücret istemiyorum.
•Benim ücretim, ancak beni yaratana aittir.
•Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız?
‒Ey kavmim!
•Rabbinizden bağış dileyin;
Sonra da;
•O’na tevbe edin ki,
•Üzerinize bol bol yağmur göndersin ve kuvvetinize kuvvet katsın.
Sakın;
•Günah işleyerek (Allah’tan) yüz çevirmeyin!” (Hûd, 50-52)
Kavminin kardeşi olan Hazret-i Sâlih de, aynı yüce mes’ûliyet içinde çırpındı:
“‒Ey kavmim!
•Allâh’a kulluk edin;
•Sizin için O’ndan başka bir ilâh yoktur.
•Sizi yeryüzünde yerleştirdi:
•Yerin ovalarında köşkler kuruyor, dağları oyup evler yapıyorsunuz.
•Artık Allâh’ın nimetlerini hatırlayın ve
•Yeryüzünde fesatçılar olarak karışıklık çıkarmayın!” (bkz. el-A‘râf, 73-74)
Kavminin kardeşi olan Hazret-i Şuayb da, aynı mes’ûliyet içinde çırpındı:
“‒Ey kavmim!
•Allâh’a kulluk edin;
•Sizin için O’ndan başka bir ilâh yoktur.
•Rabbinizden size açık bir delil gelmiştir.
Artık;
•Ölçüyü ve tartıyı tam yapın!
•İnsanların mallarını eksiltmeyin!
•Düzene sokulduktan sonra yeryüzünde bozgunculuk etmeyin!
Siz mü’min iseniz,
◆Bunlar sizin için daha hayırlıdır.
Bir de;
•Tehdit ederek;
•Allâh’ın yolundan O’na îmân edenleri çevirmek,
•Allâh’ın yolunu eğri ve çelişkili göstermek üzere her yol üstüne oturmayın.
Hatırlayın ki,
•Siz az (ve güçsüz) idiniz de O sizi çoğalttı.
•Bakın, bozguncuların sonu nasıl oldu!?.” (el–A‘râf, 85-86)
Kezâ;
“Kardeşleri Nuh, onlara şöyle dedi:
‒Allâh’a karşı gelmekten sakınmaz mısınız?
‒Şüphesiz ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim.
İmdi;
‒Allâh’a karşı gelmekten sakının ve
‒Bana itaat edin!
•Buna karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum.
•Benim ecrimi verecek olan, ancak Âlemlerin Rabbi’dir.
O hâlde;
‒Allâh’a karşı gelmekten sakının ve
‒Bana itaat edin!” (eş–Şuarâ, 106-110)
Kezâ;
“Kardeşleri Hud, onlara şöyle dedi:
‒Allâh’a karşı gelmekten sakınmaz mısınız?
‒Şüphesiz ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim.
İmdi;
‒Allâh’a karşı gelmekten sakının ve
‒Bana itaat edin!
•Buna karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum.
•Benim ecrimi verecek olan, ancak Âlemlerin Rabbi’dir.
‒Siz,
•Her yüksek yere bir alâmet bina dikiyor da
•Boş şeylerle eğleniyor musunuz?
‒İçlerinde ebedî kalacağınızı umarak
•Sağlam yapılar mı ediniyorsunuz?
‒Tutup yakaladığınız zaman,
•Zorbalar gibi mi yakalıyorsunuz?
Mutlaka;
‒Allâh’a karşı gelmekten sakının ve
‒Bana itaat edin!
‒Bildiğiniz her şeyi size veren,
•Size;
•Hayvanlar, oğullar, bahçeler ve pınarlar veren
•Allâh’a karşı gelmekten sakının!
‒Ben gerçekten;
•Sizin hakkınızda
•Büyük bir günün azâbından endişe ediyorum / korkuyorum.” (eş–Şuarâ, 124-135)
“O gün…
Zâlim kimse, (pişmanlıktan ve çaresizlik içinde) ellerini ısırıp şöyle diyecektir ki:
–Ne olurdu ben de Peygamber’le beraber aynı yolu tutsaydım / Keşke O Peygamber’le birlikte bir yol tutsaydım!” (Furkān, 27)
–Yazık bana!
–Yazıklar olsun bana!
–Keşke falanı / falancayı (bâtıl yolcusunu) dost edinmeseydim! (Furkān, 28)
–Andolsun,
•Kur’ân bana geldikten sonra
•Beni ondan o (kötü arkadaş) saptırdı.
Zaten şeytan,
•İnsanı (uçuruma sürükleyip sonra) yüzüstü bırakıp rezil rüsvay etmekte.” (Furkān, 29)
“Kulakları sağır eden o ses geldiğinde…
İşte o gün…
Kişi;
•Kardeşinden,
•Annesinden,
•Babasından,
•Eşinden ve
•Çocuklarından kaçar.
O gün;
Herkesin kendine yetip artacak bir derdi vardır.
O gün;
•Birtakım yüzler, pırıl pırıl parıldar.
•Güleç ve sevinçlidir.
O gün;
•Nice yüzler de, toz-toprak içindedir,
•Keder ve hüzünden kapkara kesilmiştir.
Onlar,
İşte onlar;
•Kâfirlerdir, günahlara dalmış kimselerdir! (Abese, 33-42)
“Günahkâr kimse ister ki,
❖O günün azâbından (kurtuluş için),
•Oğullarını,
•Karısını,
•Kardeşini,
•Kendisini koruyup barındıran tüm ailesini ve
•Yeryüzünde kim varsa hepsini fidye olarak versin de,
❖Tek kendini kurtarsın! (el–Meâric, 14)
İşte;
“O gün…
•Tüm dostlar,
•Birbirine mutlaka düşman kesilirler…
Ancak;
•Müttakîler / takvâlı dostlar müstesnâ…” (ez-Zuhruf, 67)
O müttakî / takvâlı dostlara ise Allah diyecek ki:
“–Ey âyetlerimize inanan ve müslüman olan kullarım!
‒Bugün size korku yoktur.
‒Sizler üzülmeyeceksiniz de.” (ez–Zuhruf, 68)
‒Siz ve eşleriniz,
‒Ağırlanmış olarak / sevinç ve mutluluk içinde cennete giriniz!” (ez–Zuhruf, 70)
Yâ Rab,
Nasîb et!
Âmîn!..