RÂYETE MEYLEDERİZ -7-
Harun ÖĞMÜŞ harunogmus@gmail.com
İki yıldır tarihin en vahşî saldırılarına göğüs geren Hamas ve diğer direnişçilerle, medenî (!) dünyanın gözü önünde iğrenç bir soykırıma tâbî tutulan Gazze’nin asil insanlarına…
SEKİZİNCİ SAHNE (geçen sayıdan devam)
ŞAHISLAR:
Gāzî Giray (961-2/1554-1016/1607): Osmanlılara gönülden bağlı Kırım hanı. Onlarla birlikte birçok savaşa girmiş bir cengâver olup; aynı zamanda şair, münşî, mûsıkîşinas ve hattat bir hükümdardır.
Peçevî/Peçûyî İbrahim Efendi (982/1574-1059/1649): Nemçelilerle yapılan savaşlara katılıp, birçok hâdiseye bizzat şâhit olmuş Osmanlı tarihçisi. Memleketi olan Macaristan sınırları içerisindeki Peçuy şehrinde, Gāzî Giray’ın Osmanlılara yardım etmek üzere gelip hududu beklemek için kaldığı 1602-3 kışında onunla görüşüp dostluk etmiştir.
PEÇEVÎ:
Baba “bî-âr” olarak nam saldı,
Oğla “nâmerd, muhannes” kaldı!
Ama oğlunda da var arsızlık!
Bir ay imdat diyerek yalvardık!
Bize göstermedi bir kez bile baş,
Geç çıkıp etmeyi meydanda savaş!
GĀZÎ GİRAY:
N’ettiniz ya?
PEÇEVÎ:
Dile gelmez o çile!
Bir dilim ekmeği geç, yok su bile!
Tek susuzluk gideren şey mermer!
Yere yatmış yalıyor askerler…
Öteden başladı isyâna çeri,
“Bu direncin” dedi “yoktur geçeri!”
Şehri teslîm için ısrâr ile hep,
Ettiler bizlere çok sû-i edep!
Attılar şahsımı en son taşra,
Dediler “Git de konuş, çâre ara!”
GĀZÎ GİRAY: (Güler)
E, Macarca’n iyidir, hakkını ver!
PEÇEVÎ: (Gülümser)
Sorma, çektim onu bilmekle neler!
Neyse, gördük ki durulmaz artık;
Verip Estergon’u ordan çıktık!
GĀZÎ GİRAY:
Hiç hesap sormadılar anlaşılan?
PEÇEVÎ: (Gülerek)
Sordular, aksini kim derse yalan!
Geçmeden Eğri’ye Sultan Mehmet,
Attılar hapse tutup bir müddet.
Aldılar hem o vezir rütbesini,
Sonra zannım görerek tevbesini.
Ettiler hepsini tekrar ihsan!
Sağlamış affı Cağaloğlu Sinan!
GĀZÎ GİRAY: (hayıflanarak)
Şıracıysan tutar elbet bozacı!
Devletin düştüğü haller ne acı!
PEÇEVÎ: (kızgın)
Satılık oldu mu mansıp ve makam,
Edemez devlet o hâletle devam!
Bir de kin, hırs, rekâbet varsa,
Benlik öndeyse, ufuklar darsa,
Başlamıştır o cemâatte maraz,
En kavî bünye dahî kurtulamaz!
GĀZÎ GİRAY:
Böyle oldukça vezirler, paşalar,
Erde, zâbitte disiplin ne arar?
Yanık’ın düşmesi gösterdi açık,
Çeriler hayli bozulmuş artık!
Çoğu sarhoş gezinirmiş o zaman…
PEÇEVÎ:
Haber almış bunu elbet düşman,
Bir gün akşam iyi bir Türkçeyle,
Kapıdan çağrı yapılmış şöyle:
(Sahnenin önünde yanan lokal ışıkta bu çağrıyı yapanlar ve kaleden ona karşılık veren muhafız canlandırılır)
“Açınız, düşman önünden kaçarız,
Bizi tutsak edecek, nâçârız!
Geçecek eldeki erzak da ona,
Durmayın, engel olun şimdi buna!”
Saf muhafız der: “Anahtar alayım,
Sonra zâbitlere bir ün salayım!”
(Sahnenin önündeki lokal ışık sönüp hâdiseyi canlandıranlar çıkarlar.)
O giderken kırılır hızla kapı,
Yutar elbette Yanık şehri hapı!
Nicedir mes’ele olmakta çeri,
Kalmaz ondan vüzerâ amma geri!
Önce bunlardan arınmak gerekir,
Çürütür bünyeyi gittikçe o kir!
GĀZÎ GİRAY: (Acırcasına)
Şüphesiz çok şeye vâkıf oldun,
Hadi paylaş, neye vâkıf oldun?
PEÇEVÎ:
“Koca” ünvanlı Sinan işte misâl!
Uzun ömrünce biriktirdiği mal,
Kaç sefer eyledi sadrâzam onu!
Bilmeyen var mı şu alçak oyunu:
Mührü aldırmak için Ferhat’tan,
Verdi fit askere alttan alttan!
Anlayıp Ferhat işin iç yüzünü,
Sinan’ın istedi oymak gözünü.
Aldı ferman da bununçün, ancak,
Dediler: Hiç yakışık almayacak!
Bizde yok böyle bir âdet mâlûm,
Oldu sürgün yalınız el mahkûm!
İhtiyar durmadı lâkin yine de,
Gezdi pis elleri hep devlette!
Fit verip durdu her an sürgünden,
Etti sekbânı gazâdan bile men‘!
Tâ ki serhatte yenilsin Ferhâd;
Mührü alsın da tek, olsun âbâd!
GĀZÎ GİRAY: (Müessif)
Bu nasıl bir düşüş eyvâh, eyvâh!
Böyle bir yurda medet etsin İlâh!
Kendi geçsin diye ikbâle beşer,
Yurda mağlûbiyet isterse eğer,
Öyle bir memleket aslā kalamaz!
Bu benim hükmümü sen bir yere yaz!
Hemen Allāh acısın ülkemize!
Kısmet etsin iyi bir zümre bize!
PEÇEVÎ:
Âmin, Allah elimizden tutsun!
Hâlimiz yoksa perîşan, mahzun!
Erdi maksûda Sinan velhâsıl,
Oldu Leylâ’sına Mecnun vâsıl!
Sadr-ı a‘zam olarak aldı mühür,
Oldu her yerde onun hükmü yürür!
Artık azlettirerek Ferhâd’ı,
Bir de i‘dâmına fetvâ aldı!
GĀZÎ GİRAY:
Edilir bizde düşükler îdâm,
El konur mülküne hattâ bi-tamam!
Müslüman hûnu değil gerçi helâl,
Meğer olsun bilinen üç kötü hâl!
PEÇEVÎ:
Bizde mülkün çoğu dirlik ancak,
Ekserî harcanır asker tutarak.
Ama ayrılmalı dirlikle maâş,
Ki yesin azledilen kimse de aş!
Neyse, Ferhat bunu almakla haber,
Etti İstanbul’a derhâl sefer!
(Buradan itibaren telâşlı hâlde yolda giden Ferhat Paşa ve sonra karşılaştığı cellâtları, Gāzî Giray’la Peçevî İbrahim Efendi’nin oturdukları sedirlerin önünde canlandırılır.)
Tâ ki bir çâre bulup kurtulsun,
Bâri îdâmına engel olsun!
Rast geldiyse de cellâtlarına,
Bir avuç altın atıp katlarına,
Kapışırken onu onlar kaçtı,
Doğru Istranca’ya şehbâl açtı!
GĀZÎ GİRAY: (Güler)
Bir masal anlatıyorsun sanki!
PEÇEVÎ:
Doğrudur Allah inandırsın ki!
Valde Sultân’a salıp ordan ulak,
Nice kıymetli güher yollayarak.
Zor-kötek kendi için aldı emân,
Âkıbet tuttu Bakırköy’de mekân!
GĀZÎ GİRAY: (İnananamamış hâlde şaşkın)
Ne diyorsun? Bu büyük bir töhmet!
Saray almakta mı dersin rüşvet?
PEÇEVÎ: (Müessif)
Hani derler ya Han’ım, bir söz var:
Balık ilk önce başından mı kokar?
Neyse, iş öyledir ayniyle inan,
Gerçi dindar biridir Mehmed Han;
Ama söz dinletemez valdesine,
O kadın hükmediyor kendisine!
Rüşvetin çarkı onunçün dönüyor,
Onu kim görmese yükselmesi zor!
GĀZÎ GİRAY:
Câmi yaptırdığı söylendi?
PEÇEVÎ:
Evet,
Doğrudur, başka velâkin vaziyet:
Ettiler sâhili hep istimlâk,
Arsa sâhiplerinin sînesi çâk!
GĀZÎ GİRAY:
Hele bak sen şu İtalyan cadıya!
Anılır zulm ile, rüşvet ile…
PEÇEVÎ:
Ya,
Valdedir mansıp için şimdi kefîl!
Sadr-ı a‘zamları eyler tebdîl!
Böyle olmuştu Hadım, sadrâzam;
Oldu ifşâsı yüzünden îdâm!
Demiş etrâfa “ne alsam sizden,
Onu teslîm ederim Valde’ye ben!”
Buydu îdâmına âmil ancak!
GĀZÎ GİRAY: (Esefle gülerek)
Zor tabî Valde için fâş olmak!
PEÇEVÎ:
Hani Eşter denilen bir karı var!
Alarak gümrüğü hükmünde tutar
Ki çıfıt tâifesindendi?
GĀZÎ GİRAY:
Evet!
PEÇEVÎ:
Çark için oydu diğer bir âlet!
Sonra asker, tutarak parçaladı
Gitti hem kendisi hem evlâdı!
Zorba İsyânı da ondan çıktı.
Çünkü asker bu zulümden bıktı…
GĀZÎ GİRAY:
Her fesâdın başı zâten bu zulüm!
Bunu ben çok okuyup çok gördüm!
Ne denir: Küfr ile bir ülke olur,
Olamaz zulm ile lâkin ma‘mûr!
İşte Eflâk buna bir canlı misâl!
Zulmümüzden kaçıp ayrıldı Mihal.
PEÇEVÎ:
Doğrudur, istenilen peşkeş, baç,
Sonra fâizli olan borç-haraç…
Fazla olmuştu epey haddinden
Onu küffâra bu olmuştu yeden!
GĀZÎ GİRAY:
Bir de iş bilmeyen arsız vüzerâ!
Nedir “Eflâk seferim var bahara”?
Böyle dersen sen itersin adamı,
Seni tutmaz, tutar elbet hasmı!
PEÇEVÎ:
Söyleyen kim onu, tam bir ahmak!
GĀZÎ GİRAY:
“Koca” ünvanlı Sinan, kim olacak?
Aldı Ferhat da makamdan Aron’u,
Açtı Boğdan’da da isyan yolunu!
Bir sefer açtı nihâyet Papa da,
Hepsi birleşti hemen ardında!
Giderek böyle gâvur güç buldu,
Buna âmil vüzerâmız oldu!
PEÇEVÎ:
Oldu lâkin Mihal en son nâdim,
GĀZÎ GİRAY:
Çünkü dindaşları bizden zâlim!
Onu döndürmüş olan biz değiliz;
Adlimizdir, bilelim gerçeği biz!
Bize uysun diliyorsak dünyâ,
Saçmamız lâzım adâletle ziyâ!
Yoksa âlemde muhaldir kalmak!
Kötüdür güç ile mağrûr olmak!
Çok zayıf olsa dahî haklı olan,
Alt eder bir gün olup zulmü inan!
Bunu gözden hiç ırak etmemeli!
Zâti dînin de budur tek emeli!
Şu celâlîlere bak, âmil ne?
Göreceksin arasan zulmü yine!
PEÇEVÎ:
Ne kadar doğru Han’ım, insanlar,
Sanıyor fethi hemen ordu yapar!
Ordu fethetse de dünyâyı bütün,
Tutamaz hep, verir elbet bir gün!
Ama parlarsa adâlet güneşi,
Olup üstünde onun sanki eşi,
Duracaktır o zaman haşre kadar…
Buna şâhit nice bin hâdise var!
İşte İslâm fütûhâtına bak!
Geçti onlar hadi, târîhen uzak,
İşte Osmanlı fütûhâtı yakın!
Oldu elbette fetih, oldu akın,
Ama birlikte adâlet gitti;
Doğruluk, hak ona eşlik etti!
Yok, hayır, önce güzellikti giden,
O değerlerdi asıl fethi eden!
Bosna’nın fâtihi Îsâ Bey’e bak!
Ora mensûbu bir insan ancak!
Kurarak şehri geliştirmiş o!
Halkı îmanla biliştirmiş o!
Aslolan zâti gönül fethetmek!
O fetih feth-i mübindir gerçek!
Veririz can da Fetih Sûresi’ne,
Bilmeyiz kastedilen “feth” ile ne?
Hep “Hudeybiyye” der ashâb-ı kirâm,
Kalpler oldu o gün sulh ile râm!
Gönlü fethetmeyenin fethi heder!
GĀZÎ GİRAY: (Araya girer)
Ehl-i tahkîk ulemâ aynını der!
Neyse, Ferhâd’ın unuttuk sonunu
Niye katleylediler sâhi onu?
(Bu arada Bakırköy Litroz’daki çiftliğinde keyif çatmakta olan Ferhat Paşa, sahnenin önünde yanan lokal ışıkta yeniden görünür. Yan yatmış ayağını sallayarak meyve yemektedir.)
Ne yazarmış acabâ fetvâda?
PEÇEVÎ:
Gelerek birkaç adam Ferhâd’a,
Derd yanmış Tuna ahvâlinden,
Şöyle sözler konuşulmuş derken:
(Gāzî Giray ve Peçevî İbrahim Efendi’nin sedirleri yine karanlığa gömülüp lokal ışık, onların önünde oturur hâldeki Ferhat Paşa’yla ayaktaki iki adamı gösterir.)