GÜNEŞTE GÖLGE, SOĞUKTA KAFTAN, AÇLIKTA EKMEK OLMAK
Raif KOÇAK raifkocak@gmail.com

İnsanoğlunun dünyadaki imtihanı çeşit çeşit tezâhür edebiliyor. Kimi zaman hem rûhu hem bedeni kasıp kavuracak derecede sıcaklıklarla, kimi zaman elindeki bütün imkânları kullanılamaz hâle getiren soğuklarla, kimi zaman da hem maddî hem mânevî açlığın dayanılmaz sancılarıyla sınanabiliyoruz. İnsanoğlunun ihtiyaçları, talepleri ve şikâyetleri bitmiyor. Bazen sıcak olmasını isteyip sonra sıcaktan şikâyet edip gölge olmasını istiyor; «Soğuklar gelse de rahatlasak…» diye temennî edip soğuklar gelince yine şikâyet ediyor ve ısınacağı bir ortamı isteyebiliyor. Bazen elindeki imkânlara ulaşamayacak bir hâlde olabiliyor; öyle bir zamanda bir kuru ekmek, sahip olduğu bütün servetinden daha kıymetli hâle gelebiliyor.
Bu imtihan çeşitleri, hem insanın ne kadar âciz bir varlık olduğunu hem de Allah Teâlâ’nın nimetlerinin her birine ne kadar muhtaç olduğumuzu idrâk etmek açısından güzel bir fırsattır.
İnsanoğlu; elinde olanların kıymetini, maalesef onları kaybedince anlıyor. Her nimet, her varlık eksik olduğunda değer kazanıyor. İşte insan için de asıl değer, ihtiyaç ânında yanında olandır. İnsanın kıymeti ise, kardeşine ihtiyaç ânında nasıl fayda sağladığıyla belli olur.
Kur’ân-ı Kerim’de Haşr Sûresi’nin 9. âyet-i kerîmesinde Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
“…Onlar, kendileri ihtiyaç içinde olsalar bile kardeşlerini kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.”
Bu âyet, bir mü’minin sahip olması gereken en üstün vasfı anlatıyor: Kendisi muhtaç olsa bile kardeşini gözetmek, onun yanında olmak, onun yükünü hafifletmek; yani îsâr hâlinde olmak. Bu meziyete sahip olmak, insanın kemal derecesinde olgunlaştığını gösterir.
Müslüman sadece kendi ihtiyaçlarını karşılayıp, karnını doyurup, rahatına bakamaz. Eğer İslâm’ın özünü, Rasûlullah –sallâllâhu aleyhi ve sellem– Efendimiz’in getirdiği kardeşlik ölçüsünü tam mânâsıyla benimsemiş ve gönlüne oturtmuşsa; çevresindekilerin açlığını, üşümesini ve başlarına gelen sıkıntıları da yüreğinde hisseder. İslâm ahlâkı, paylaşmayı ve merhameti temel alır. Sadece varlığı değil; yokluğu, acıyı, belâyı ve musîbeti de paylaşarak onun hafiflemesini sağlar.
Ehl-i irfan bu hakikati;
“Hakikî dost, insanın dar gününde gölgesidir.” sözüyle özetlemiştir. Güneşli bir günde kavurucu sıcakta gölge ne kadar kıymetliyse, insanın sıkıntılı ânında yanında duran dostu da o kadar kıymetlidir. Soğukta kaftan olmak ise yalnız bedenin değil, gönlün de ısınmasına vesile olmaktır. Çünkü insan yalnız soğukla değil, ümitsizlikle de üşür. O hâlde mü’minin vazifesi; hem sıcaktan muhafaza etmek, hem soğuğu hafifletmek, hem de kalplere umut aşılamaktır. Açlıkta ekmek olmak ise, insanın hayatına doğrudan dokunmaktır. Bir lokma ekmek, açlıkla kıvranan birisi için âdeta can suyu demektir.
İmam Gazâlî Hazretleri diyor ki:
“Kâmil bir mü’min; kendi ihtiyacını gidermekten ziyade, kardeşinin ihtiyacını gidermekten lezzet duyar.” Çünkü başkasının açlığını gidermek, onun karnını doyurmak; aslında kalbin açlığını doyurmaktır. Başkasının üşümesine engel olmak, rûhu ısıtmaktır. Başkasının yükünü hafifletmek, Allah Teâlâ’nın katında kendi yükünün hafiflemesine vesile olmaktır.
Modern zamanlar bizleri ferdiyetçiliğe sürüklese de İslâm’ın çağrısı değişmez: Yanındaki kardeşin açsa sen tok olamazsın; soğukta titriyorsa, üşüyorsa sen de ısınamazsın. Sıkıntılar içinde kıvranıyorsa, belâ ve musîbetlerin hararetinden kavruluyorsa sen de gölgelenemezsin. Bu şekilde düşünmek ve buna göre davranmak; insanı insan kılar, toplumu da diri tutar. Çünkü merhamet ve paylaşma olmadan huzur olmaz.
Bazen bir bardak su, bir kucak odun veya bir somun ekmek, büyük miktardaki paradan daha kıymetli olur. Çünkü ihtiyaç ânında verilen şeye paha biçilemez. Onun için «az» veya «çok» diye düşünmeden; bizden bir şey talep edilmişse, muhtaç insanın talebine muhatap olmuşsak, elimizdeki imkân nisbetinde fedâkârlık yapmamız ve onun ihtiyacını gidermeye gayret etmemiz gerekir. İsteyenin hâline ve durumunun ne olduğuna bakmadan, niyetimizi samimî bir şekilde muhafaza edip, Allâh’ın rızâsı için vermek gerekir. Zira;
“Sadaka, sâilin eline geçmeden evvel Allah Teâlâ’nın eline geçer.” (Heysemî, III, 111; krş. Ebû Nuaym, Hilye, IV, 81) buyurulmuştur.
Tabiî burada vermeyi, sadece maddî olarak düşünmemek lâzım. Bazen tatlı bir söz, bazen kısa bir hatır sorma, bazen küçük bir tebessüm; karşımızdaki insanın gönül dünyasında biriken dumanları dağıtmaya vesile olabilir.
Şu hakikatleri unutmamak gerekir ki; güneşte gölge olmak demek, varlığıyla çevremizdeki insanlara huzur vermek demektir. Soğukta kaftan olmak, Allah Teâlâ’nın verdiği sevgi ve muhabbet ile gönüllere dokunmak ve sevgiyle ısıtmak demektir. Açlıkta ekmek olmak, mahlûkatın tamamına şefkat ve merhamet ile muamele etmek ve onları merhamet ile doyurmak demektir. Bunlar sadece dünyevî faydalar değildir, aynı zamanda âhirette mîzâna konulacak hasenâtımızdır.
Kimi insanlar vardır, varlıkları rahmet gibidir. Onların varlığı bile insana bir sekînet ve huzur verir. Onlar gölge gibidir, serinlik verir. Kaftan gibidir, güven verir. Ekmek gibidir, hayat verir. Kendilerinden çok etraflarına ışık verirler. Hem maddî hem mânevî olarak cemiyetin içinde bulunduğu olumsuzlukları izâle edip, o kötülüklerin yayılmasına Allâh’ın ikram ve lutfu ile engel olurlar. Böyle insanlar gibi olmak çok zor veya ulaşılmaz değildir. Biraz gayret, sadâkat ve samimiyet ile aşılmayacak engel ve mesafe yoktur.
İslâm’ı hassâsiyet ile yaşamaya azmetmiş ve gönül kıvâmını buna göre ayarlamış hakikî mü’min; elinde olan bütün nimetlerin şükrünü, kardeşlerine merhamet ederek gösterir. Zira Allah Teâlâ’ya giden yol, insanın kalbinden geçer.
Sonuç olarak; güneşte gölge, soğukta kaftan, açlıkta ekmek olmak sadece maddî imkânların paylaşımı değil, aynı zamanda mânevî bir durumdur. Mü’min, kardeşinin derdini, kendi derdi gibi bilir. Rasûlullah –sallâllâhu aleyhi ve sellem– Efendimiz buyurmuştur ki:
“Mü’minler; birbirini sevmekte, birbirine merhamet etmekte ve birbirini korumakta bir beden gibidir. Bedenin bir uzvu hasta olduğunda diğer uzuvlar da uykusuzluk ve ateşle ona katılır.” (Buhârî, Edeb, 27)
O hâlde çevremize bakıp; güneşte kavrulan, soğukta üşüyen, açlıkla pençeleşen kardeşlerimize el uzatmak için vakit kaybetmeyelim. İmkânlar gelip geçicidir; onları önden göndermek en güzel yatırımdır.
Rabbimiz; kalbimizi merhamet ve şefkat ile doldursun, elimizdeki imkânları kardeşlerimize vermekten lezzet aldırsın, vermeyi sevdirsin. Âmîn…