HAMD ve ŞÜKÜR ÜZERE BİR KULLUK HAYATI

Z. Özlem ABAY o.abay@hotmail.com

 

 

Allâh’a duyulan sevgi, tâzim ve hürmeti en güzel anlatan kelime «hamd»dir.

 

“Kişinin kendisine yapılan bir iyiliği bilip, sahibine övgü ile mukabelede bulunması ve bunu diğer insanlara duyurmasına «şükür» denir.

 

«Hamd» ise; söz konusu iyiliğin, kendisine yönelik olma şartı aranmadan, bir kimsenin mutlak mânâda lütufkârlığının ve iyilikseverliğinin dile getirilmesidir.” (TDV İslâm Ansiklopedisi) Bu yüzden hamd, şükürden daha geniş bir anlama sahiptir.

 

Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı Kerim de;

 

Allâh’a hamdolsun, de!” buyurmuştur. (elİsrâ, 111)

 

Rivâyete göre, Allah Rasûlüsallâl­lâhu aleyhi ve sellem– Efendimiz; Abdülmuttalib çocuklarından, konuşmaya başlayan her erkek çocuğa, İsrâ Sûresi’nin bu son âyetini belletirdi. (Süyûtî, ed-Dürrü’l-Mensûr, V, 353)

 

Dünya ve âhirette Allâh’a en çok hamd eden kişi Peygamber Efendimiz –sallâllâhu aleyhi ve sellem-’dir. Bu yüzden bir ismi «Ahmed»dir. Efendimiz –sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in kıyâmet günündeki sancağının ismi «Livâü’l-Hamd»dir. Hazret-i Âdem’den itibaren bütün peygamberler, bu sancağın altında toplanacaktır. Yine âhirette en yüksek şefaat makamı Efendimiz –sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e ait olan «MakāmMahmud»dur. Yüce Mevlâmız hamd sûresi olan Fâtiha-i şerîfeyi, Ümmet-i Muhammed’e ikrâm etmiştir.

 

Rabbimiz; nimetlerini lutfuyla, merhametiyle, bütün varlıklara her an cömertçe ikrâm etmektedir. Sadece insanoğlu değil, tüm varlıklar sahip olduklarını Allâh’a borçludur. Bütün varlıklar Cenâb-ı Hakk’ı kendi lisânı ile tesbih ederken; bizim de hamd ve şükürle dolu bir ömür sürmemiz, kulluğumuzun îcâbıdır.

 

Peygamber Efendimiz –sallâllâhu aleyhi ve sellem-;

 

“En fazîletli zikir; «Lâ İlâhe İllâllah», en fazîletli duâ da; «Elhamdülillâh»tır.” buyuruyor. (Tirmizî, Deavât, 9/3383)

 

Yine her işimize hamd ile başlanması husûsunda da;

 

Allâh’a hamd ederek başlanmayan her mühim iş, bereketsiz olur.” buyurmuştur. (Ebû Dâvûd, Edeb, 18/4840)

 

Şakîk bin İbrahim şöyle der:

 

Allâh’ın verdiği nimetler karşısında, kemal derecesinde bir hamdde bulunabilmenin şartı üçtür:

 

1. Allah sana bir şey lutfettiğinde, bunun kimden geldiğini bilmen.

 

2. Allâh’ın sana ihsân ettiği şeye, az çok demeden rızâ göstermen.

 

3. Allâh’ın verdiği nimetten elde ettiğin kuvvet bedeninde bulunduğu müddetçe, O’na âsî olmamandır.

 

Günlük yaşantımızda, özellikle yeme-içme sonrası alışkanlık hâline getirdiğimiz hamdin, aslında bütün bir hayatımızı kaplaması gerekmektedir. Kulluk terbiyemizde, bu çok önemli bir özelliktir. Yeme-içme gibi zarurî ihtiyaçlarına bile şükretmeyen kişi ise, üzerindeki diğer nimetlerin farkında olmayacaktır. Nimeti vereni tanımak, gereken tâzim -hürmet göstermek ve nimeti veriliş gayesine uygun olarak kullanmak-, kul olarak bizim Rabbimiz’e vefâ borcumuzdur.

 

Kul Allâh’ın kendine lutfettiği nimetlerin, hamdini ve şükrünü edâ ettiğinde yüce Mevlâmız;

 

“Eğer şükrederseniz, nimetlerimi muhakkak artırırım.” buyurmaktadır. (İbrâhîm, 7)

 

Ebû Ali Cürcânî şöyle tefsir eder:

 

“İslâm nimetine şükrederseniz, buna ilâve olarak îmânı veririm.

 

Îmân üzere Bana hamd ederseniz, buna ilâveten ihsânı veririm.

 

Buna şükrederseniz, mârifeti veririm.

 

Mârifete şükrederseniz, sizi vuslat makamına eriştiririm.

 

Buna şükrederseniz, sizi kurbiyet derecesine eriştiririm.

 

Bu nimete de şükretmeniz sebebiyle, sizi üns ve müşâhede halvetgâhına ulaştırırım.

 

Bu ifadelerden anlaşılmaktadır ki şükür, terakkînin merdiveni ve mânevî derecelere yükselmenin vasıtasıdır.” (Bursevî, Rûhu’l-Beyân, IV, 512)

 

Bu yüzden Allâh’ın üzerimizdeki nimetlerinin farkına vararak yapacağımız bir kulluk, çok önemlidir. Böyle olduğumuz takdirde, Cenâb-ı Hak nimetlerini artıracağının müjdesini bize âyet-i kerîmelerde haber vermektedir. Kur’ân-ı Kerim, bu yüce hakikate binâen;

 

Hamd, Âlemlerin Rabbi olan Allâh’a mahsustur.” (el-Fâtiha, 1) âyet-i kerîmesi ile başlamıştır. Tâzim ve övgü ile de tamam olmuştur. Âyet-i kerîmede buyurulduğu üzere, cennet ehlinin duâsının da şöyle olacağı haber veriliyor:

 

“Onlar cennette;

 

«–Allâh’ım! Sen her türlü kusurdan ve ortaktan uzaksın!» diye duâ edecek; birbirlerine olan iyilik ve afiyet dileklerini ise;

 

«–Selâm!» sözüyle sunacaklardır. Duâlarının sonunda da;

 

«–Âlemlerin Rabbi Allâh’a hamdolsun!» diyeceklerdir.” (Yûnus, 10)

 

Dünya hayatımızda bizde bulunan her imkân ve nimetin, Allah’tan olduğunu hatırımızdan çıkarmamalıyız. Allâh’ı en iyi bilen ve tanıyan kul olan Peygamber Efendimiz –sallâllâhu aleyhi ve sellem-’dir. Hazret-i Âişeradıyallâhu anhâVâlidemiz’den şöyle rivâyet edilmiştir:

 

Nebiyy-i Ekrem –sallâllâhu aleyhi ve sellem-, geceleri ayakları şişip çatlayıncaya kadar namaz kılardı.”

 

Sordum:

 

“–Niçin böyle yapıyorsunuz (neden bu kadar meşakkate katlanıyorsunuz) ey Allâh’ın Rasûlü? Oysa Allah, sizin geçmiş ve gelecek hatalarınızı bağışlamıştır.”

 

Rasûlullahsallâllâhu aleyhi ve sellem-;

 

“–Çok şükreden bir kul olmayı istemeyeyim mi?” buyurdu. (Buhârî, Teheccüd, 6; Rikāk, 20)

 

Hamd ve şükür; muhabbete dayalı bir kulluğun en güzel örneği; Efendimiz –sallâllâhu aleyhi ve sellem-’de görülmektedir. Ayrıca Efendimiz –sallâllâhu aleyhi ve sellem– sadece çok şükretmekle kalmıyor bu şükrünün de artmasını talep ediyordu. Bizler de hamdimizi ve şükrümüzü artırması duâ ve niyâzıyla sözlerimize Efendimiz –sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in duâsı ile son verelim:

 

Allâh’ım! Sen’den din ve istikamet üzere sebat isterim. Rüşd üzere kararlı olmayı isterim, nimetlerine şükredebilmeyi ve Sana güzelce kulluk yapabilmeyi isterim. Kalb-i selîm ve sâdık bir lisan isterim. Sen’in bilip (de benim bilmediğim) hatalarım için affını talep ederim. Sen’in bilgin dâhilinde olup (benim bilmediğim) her hayrı ister ve böyle olan bütün şerlerden de Sana sığınırım.” (Ahmed IV, 125)