MEVLİD-İ NEBÎ
Nurten Selma ÇEVİKOĞLU nurtencevikoglu@hotmail.com
Rasûl-i Zîşân Efendimiz –aleyhissalâtü vesselâm-; bütün insanlık için, yüreklere sevgi damıtan bir muhabbet pınarıdır
Son Peygamber Muhammed Mustafâ –aleyhissalâtü vesselâm-’a îmân etmek, O’na tâbî olmak, O’na muhabbet duymak; aslında kişinin kendini sevmesi, kendisine değer vermesi demektir. Çünkü O –aleyhisselâm-, bize ebedî saâdeti kazandıracak hazine değerindeki vahiy hakikatlerini ileten bir ışık şahsiyettir.
Mevlid-i Nebî hürmetine dileriz ki; yüreğimizde bir sevgi pıtırcığı olarak başlayan Rasûlullah muhabbeti, kalbimizde büyüsün büyüsün, öyle ki yüreğimizin tamamını kaplasın. Hani O –aleyhissalâtü vesselâm- buyururdu ya;
“Sizden biriniz beni anne-babasından, çocuğundan ve bütün insanlardan daha çok sevmedikçe tam anlamıyla îmân etmiş olmaz.” (Buhârî, Îmân, 8)
Şu güzel ayda; minik bir damla olarak yüreğimize düşen sevgilerimiz öyle çoğalsın, öyle çoğalsın tâ ki, bizi O kâinâtın en kâmil ahlâklı insanı olan Peygamberi’nin, hayatını yeniden keşfetmeye, O’nu daha iyi anlamaya götürsün. Hattâ bu muhabbet, bizi Peygamberimiz’in Rabbine muhabbetine de âşık etsin ve dahî Allah dostlarına sevdalı eylesin.
Yine duâmız odur ki; âhirette bütün müslümanlara, Rasûl-i Zîşân Efendimiz’in «Livâü’l-hamd» sancağı altında, Peygamberimiz’in muhabbetiyle bütünleşmiş yürekler olarak haşrolmak nasip olsun. Bu duygularla siz değerli okuyucularımızın ve ümmet-i Muhammed’in «Mevlid Kandili» mübârek olsun diyoruz, efendim.
Bilindiği gibi «Mevlid: Doğum» demektir. Gönüllerimizin biricik Sultânı Rasûl –aleyhisselâm-’ın doğumuyla, kâinatta farklı değişimler oldu. Bu değişimler; tarih kitaplarında, şiirlerde hattâ içli içli O’na yazılan na‘tlarda dile getirilmiştir. Âlemler; Kâinâtın Efendisi’ni bekliyordu. Nihayet 571 senesinde, neredeyse artık sînesi çatlayacak dereceye gelmiş olan çorak dünyayı, Peygamber –aleyhisselâm– teşrif edince, elbette yaşanan mekânlarda olağanüstü değişimler meydana geldi, zira; özlenen, aranan, istenen ve beklenen gelmişti.
Ancak asıl olan maddî değişimler değildi, önemli olan mânâ âlemindeki değişimlerdi. Son Peygamber –aleyhissalâtü vesselâm-’ın gelişiyle, dünya bambaşka bir sabaha uyandı. Sıkkın yürekler, O’nun rahmet esintileriyle rahatladı. Belâ ve musîbetlerle bunalmış insanların ruh dünyalarına, ayrı bir ferahlık geldi. Çünkü Peygamber-i Zîşân Efendimiz –aleyhisselâm–’ın getirdiği prensipler, her derde devâ niteliğindeydi. O –aleyhissalâtü vesselâm-; kendi pratik hayatıyla bizzat bizlere gösterdiği, devrindeki sıkıntı ve problemlere en ideal çözüm yollarını bize sunmuştur. Ve Yüce Allah şerefli kitâbında buyurdu ki:
“Eğer Allâh’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizleri sevsin ve günahlarınızı bağışlasın…” (Âl-i İmrân, 31)
Cenâb-ı Hak; tarih boyunca insanlığa birçok peygamberler yollamış, emir ve yasaklarını belirten vahiyleri, kimi peygamberlere sahifeler, kimilerine kitaplar olarak göndermiştir. Rabbimiz bizim Peygamberimiz Hazret-i Muhammed Mustafâ –aleyhissalâtü vesselâm-’a en büyük mûcize olan Kur’ân-ı Kerîm’i vermiş. Yanında, bir de «hikmet»i vermiştir. (Bkz. en-Nisâ, 113)
Rasûlullah –aleyhissalâtü vesselâm-’ın tebliğ çalışmalarında; topluma uyguladığı her bir kaide, doğrudan vahye dayanıyordu ya da aziz Kur’ân’da belirtildiği üzere, kendisine bahşedilmiş hikmet gereği idi. Eğer hata olsa Allah Teâlâ tarafından îkaz edilirdi. Şu âyet-i kerîmeye bir bakalım:
“Yanlarındaki Tevrat ve İncil’de yazılı buldukları o elçiye, o ümmî Peygamber’e uyanlar (var ya); işte o Peygamber;
•Onlara iyiliği emreder,
•Onları kötülükten men eder,
•Onlara temiz şeyleri helâl,
•Pis şeyleri haram kılar.
•Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir.
O Peygamber’e inanıp O’na hürmet gösteren, O’na yardım eden ve O’nunla birlikte gönderilen «nûr»a (Kur’ân’a) uyanlar var ya, işte kurtuluşa erenler onlardır.” (el–A‘râf, 157)
Bu âyet-i kerîme, yukarıda belirttiklerimizi açık ve net bir biçimde anlatmaktadır.
Meselâ; namazları kaç rekât kılmamız gerektiği şerefli Kur’ân’da yoktur. Bu hususta kaynak, Rasûlullah –aleyhisselâm-’dır.
Yine vitir namazı, cenâze ve bayram namazları ve dahî diğer sünnet namazlarını şerefli Kur’ân’da göremeyiz. Bu namazların kılınış şekilleri de yine Rasûlullah tarafından bizzat kılınarak gösterilmiştir.
Bu hususta şu misallere de bakmak îcap eder:
Cenâb-ı Hak; mü’minlere zekâtı emreder, ama zekâtın hangi mallardan, ne kadar verileceğini, hayvanların ve diğer ürünlerin zekâtlarının ne kadar olacağını, malların üzerinden ne kadar süre geçince zekâtlarının verileceğini yine Peygamber –aleyhisselâm-’ın bizzat uygulamalarından öğreniyoruz.
Âlemlere sönmeyen bir ışık olarak bahşedilen Peygamberimiz’in gayesi büyüktü. O’nun hedefi yüce dîn-i İslâm’ı bütün dünyaya hâkim kılmaktı. Bunu yaparken; vasıtaları hep hak olduğundan, neticenin azameti herkesi imrendirecek şekildeydi. Dolayısıyla bu Hak din yani İslâm, kısa zamanda çevreye yayıldı. O güzel Peygamber; devrindeki câhiliyyenin zehirli nefesleriyle kokuşmuş sosyal çöküntüyü, tekrardan îmar etmeye büyük gayret sarf etti. Hizmetlerini îfâ ederken; en âdil, en kâmil davranışları icrâ etti. İcraatlarıyla, herkesi kendine hayran bıraktı. Hiç şüphesiz, Rasûl-i Ekrem Efendimiz –aleyhissalâtü vesselâm-, insanlığın yüz akıdır.
Peygamber Efendimiz; etrafını âdeta yaşanması kolay bir huzur iklimine çevirdi. O’nun devrinde insanlar arası dargınlık, küskünlük, düşmanlık son bulmuş, yerini İslâm ve îmân kardeşliği almıştı. Herkes; O’nun gelişinden sonra, birbirine tebessümle, selâmla, duâyla davranır olmuştu. Çünkü artık onlar kardeştiler. Rasûlullah –aleyhissalâtü vesselâm-’ın getirdiği prensipler ışığında; insanlar tek tek iken, bir ve beraber oldular, hep birlikte kardeşlik potasında eridiler. Yüce Kur’ân’da şöyle buyurulur:
“Mü’minler ancak kardeştirler…” (el-Hucurât, 10)
Bir de şimdiki anlayışa bakalım. Gazze’de aylardır zulüm gören Filistinli kardeşlerimiz; aç ve susuzlar, yatacak yer, uyuyacak mekân, hastalıklarını tedavi edecek ilâç bulamıyorlar. Müslümanlar sessiz ve duyarsız, kardeşlik anlayışıyla hareket edemiyorlar. Ne üzücü!
Hâlbuki Peygamber –aleyhissalâtü vesselâm-’ın bütün insanlığa takdim ettiği prensipler; sadra şifâ, her derde devâ olacak, kardeşliği tesis edecek kıvamdaydı. Müslümanlar olarak bir bütün hâlinde, toptan Allâh’ın ipine sarılmak prensibi esas alınmalıydı. (bkz. Âl-i İmrân, 103)
Ancak bugün var olan sosyal gerçeklerde, bazı davranışları sergileyebilmek hakikaten cesaret istiyor. Filistin dâvâsında; bilhassa dış güçlerin baskısıyla, bazı Arap devletleri gereken erdemli davranışları maalesef sergileyemediler.
Mevlid kandilinin güzel Nebîsi; sadece içinde yaşadığı sosyal dokuyu değil, asırlar boyunca bütün insanlığın model alacağı örnek davranış modellerini bizlere mîras olarak bırakmıştır.
Meselâ; sıla-ı rahim yapmanın, akraba ve komşulara karşı güzel davranışlar sergilemenin, insanlara cennet yolunu açacağını müjdelemiştir. Rasûl –aleyhisselâm– sözlerini bizzat pratik hayatına aktarmıştır. Hasta ziyaretlerine önem vermiş, yetimlere sahip çıkmış, muhtaçlara yardım etmiştir.
Yani O güzel Peygamber; insanların iyi ve kötü günlerinde hep yanlarında olmuş, onlara karşı hiçbir şekilde bugün insanların birbirlerine yaptığı gibi bencilce davranmamış, daima insanlara yapıcı ve yardımcı olabilecek biçimde, birbirini tamamlayan tarzda, ölçülerin İslâm’da tavsiye edildiği şekliyle, en mükemmel hâllerini sergilemiştir. Burada önemli olan, bilgiden çok ameldir. Dolayısıyla Rasûlullah –aleyhissalâtü vesselâm-’ın örnek davranışları; toplumda yaşayan fazîlet dinamikleri olarak, önce ashâbına sonra da arkasından gelen bizlere en güzel nümûneler olmuştur.
Rasûl-i Zîşân Efendimiz’in hangi davranışını hatırlasak, dudaklarımızdan tebessüm eksik olmuyor. O –aleyhisselâm-; insanlarla öylesine sıcak irtibat kurmuştu ki, yolda karşılaştığı insanlara verdiği selâmlar, bizzat görüştüğünde yaptığı izzet ve ikramlar, hâl hatır sormalar, sevgiyle kucaklaşmalar, o zamanki câhil ve kaba bir toplumu nasıl da ince, hassas ve zarif bir toplum hâline getirdi. Kendi zarifliği, çevresine de yansıdı. Latif davranışlarını, yeri gelir latif şakalar süslerdi, böylece insanların gönlünü fethederdi.
Erdemli ve fazîletli davranışların aydınlattığı hayatıyla; toplum içinde yaşarken, ashâbını madde ve mânâ yönüyle nurlandırıyor, etkiliyor ve şekillendiriyordu. O güzel Peygamber; dengeli bir İslâm toplumunun oluşması, âhenkli ve titizlikle yaşanan bir sosyal hayatın tesis edilmesi için ortam hazırlıyordu.
Hâsılı Rasûl-i Ekrem Efendimiz –aleyhissalâtü vesselâm-; bazen cesur bir komutan, bazen zâlimler karşısında hakperest bir devlet adamı, bazen asil bir hâkim, şerefli bir baba, muhabbetli bir eş, emîn ve en güvenilir bir sırdaş idi. O’nun vasıflarını saymaya, anlatmaya satırlar yetmez.
Yine belirtelim ki; O, göklerin öğrencisiyken, Âlemlerin Rabbinden aldığı kudsî emir ve nehiylerle yerdekilerin de öğretmeniydi. Hakk’ın vahiylerini; büyük bir azim ve gayretle, sarsılmaz bir îmanla, yılmadan, bıkmadan ashâbına öğretmiş en büyük bir başöğretmendi. O –aleyhissalâtü vesselâm-; zamanların, mekânların, insanların şâhıydı. Bizim için en güzel davranış modelleri O’ndaydı…
Hiç şüphesiz bu âciz sözler, Sen’in şânını anlatmaya yetmez, mânâ derinliğini kimseler kavrayamaz.
Sen’in muhabbet ve aşkınla yanmak arzusunda olan yürekler ne bahtiyar! Sen’den bahseden şu sözler, yetersiz olsa da ne bahtiyar!.. İsmin, cismin bizleri mest eder. Sen’i tanıyamayanlar ne ziyandadır! Sen’i tanıtmayan dillere de ne yazık!
Nebîler, Rasûller; aşkına yandı. Bütün mahlûkat, şahsınla nûra kandı. Rahmet-merhamet-muhabbet kaynağı Sen’din, ölü ruhlar Sen’inle canlandı ve yine canlanacak.
Canımızın özü Sen’sin ey varlığın tâcı! Her derde derman Sen’sin! Ruhlara şifâ Sen’sin! Şu güzel ayda Sen’inle şifâlanmamız niyaz ve duâsıyla…
Şefaat yâ Rasûlâllah!..