SEVGİ BÜYÜK BİR NİMETTİR
Prof. Dr. Mustafa CANLI canli20@hotmail.com
BİR HADİS:
عَنْ عَبْدِ اللّٰهِ بْنِ يَزِيدَ الْخَطْمِيِّ الأَنْصَارِيِّ ، عَنْ رَسُولِ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَنَّهُ كَانَ يَقُولُ ف۪ي دُعَائِه۪
« اَللّٰهُمَّ ارْزُقْن۪ي حُبَّكَ وَحُبَّ مَنْ يَنْفَعُن۪ي حُبُّهُ عِنْدَكَ »
Abdullah bin Yezîd el-Hatmî el-Ensârî Hazretleri’nden nakledildiğine göre, Allah Rasûlü –sallâllâhu aleyhi ve sellem– Efendimiz şöyle duâ ederdi:
“Allâh’ım! Beni sevginle ve Sen’in katında sevgisi bana fayda verecek kimsenin sevgisiyle rızıklandır!” (Tirmizî, Deavât, 73)
BİR MESAJ:
“Sevgi büyük bir nimettir. Sevelim, sevilelim…”
“Sevmek için Allah, arkadaş olmak için Kur’ân, nasihat için ölüm yeter.” (Fudayl bin İyâz –rahmetullâhi aleyh-)
Cenâb-ı Hakk’ın üzerimizde bulunan nimetlerinin en nâdîde olanlarından biri de sevgi nimetidir. İnsan, bu sevgi duygusuyla, sevgisini gösterir, bu duygu ile başkaları tarafından sevilir.
Evet, sevmek hakikaten büyük bir nimettir, sevilmek de büyük bir nimettir…
Sevgi, Rabbimiz’in gönlümüze ilkā ettiği büyük bir lutfudur.
Sevgi; serlevhâ hadîs-i şerîfimizde de ifade edildiği gibi, Cenâb-ı Hak tarafından bahşedilen bir rızıktır. Dolayısıyla sevgi bir rızıktır. Nasıl ki Rabbimiz; çeşit çeşit nimetlerle biz kullarını rızıklandırıyorsa, sevgi nimetiyle de gönüllerimizi rızıklandırmaktadır.
Bu mânâda sevgi, kalbin bir fiilidir. Sevgi dediğimiz husus, gönülde olup biten bir vâkıadır. Onun için, sevdiğimizi gönülden sevmek gerek. Kalbin tasdiki olmadan, kuru kuruya dil ile söylenen sevgi cümleciklerinin hiçbir mânâsı yoktur.
Kuru kuruya sevgi olmaz, sevgi fedâkârlık ister, sevgi bedel ister. Yeri gelir; sevdiğinin uğruna, maldan, candan geçersin. Bu, sevginin gücüdür. Bu gücün önünde, ne teknoloji ne de başka bir güç durabilir.
Onun için sevginin tezâhürü olması gerekir, kalpte yeşeren sevgi tohumları; dal, yaprak vermeli. Bir başka ifadeyle sevgi, aksiyona dönüşmeli.
Allah sevgisinin tezâhürü, yalnız O’na kulluk etmek ve gerektiğinde uğrunda can vermektir. Hakikatte bu can, çok tatlıdır. Nasıl oluyor da candan geçilebiliyor, nasıl oluyor da ölüm tebessümle karşılanabiliyor? Şanlı medeniyet tarihimiz, bu sevgi tezâhürleriyle doludur.
Mevlânâ Hazretleri ölümü şeb-i arûs olarak görmüştür. Şeb-i arûs, düğün gecesi demektir, yani sevgiliye kavuşma gecesi…
Sevgi ile îmân arasında bir bağ vardır. Kâmil bir îmân için sevgi şarttır. Sevgili Peygamberimiz –sallâllâhu aleyhi ve sellem-; gönle hakikî sevgileri yerleştirince, îmânın tadına varılabileceğini şu şekilde ifade buyurmaktadır:
“Şu üç özellik kimde bulunursa o kişi îmânın tadına erer:
•Allah ve Rasûlü’nü herkesten çok sevmek,
•Sevdiği kişiyi sadece Allah için sevmek,
•Îmandan sonra küfre dönmekten, ateşe atılmaktan çekindiği gibi çekinmek.” (Buhârî, Îmân, 9)
Sevgi, Allah için olursa bir mânâsı vardır. el–hubbu lillâh el-buğzu lillâh (Allah için sevmek, Allah için buğzetmek)…
Sevgi ertelenemez. Kişi, sevdiğine sevdiğini söylemekten kaçınmamalıdır. Asr-ı saâdette cereyan eden şu vâkıa, bu hakikati açık bir şekilde ortaya koymaktadır:
Bir seferinde ashâb-ı kiramdan biri, kendisine uğrayıp daha sonra da oradan ayrılan bir arkadaşının arkasından;
“–Ey Allâh’ın Rasûlü, ben bu kişiyi gerçekten seviyorum.” der.
Bunun üzerine Sevgili Peygamberimiz –sallâllâhu aleyhi ve sellem-;
“–Peki, sevdiğini ona bildirdin mi?” buyurur.
Adam;
“–Hayır.” deyince Peygamber Efendimiz;
“–Sevgini ona bildir!” buyurur.
Bunun üzerine o zât, derhâl kalkıp adamın arkasından yetişir ve;
“–Ben seni Allah için seviyorum.” der.
O da;
“–Beni kendisi için sevdiğin Allah da seni sevsin.” karşılığını verir. (Ebû Dâvûd, Edeb, 113)
Bu bakımdan sevgimizi izhâr etme konusunda ketum davranmayıp; eşimizse eşimize, mü’min kardeşimiz ise mü’min kardeşimize; “Seni seviyorum.” diyebilmek lâzım. Bu aynı zamanda, aradaki sevgi ve muhabbet bağlarını pekiştiren bir davranış olacaktır.
Sevgi nimetini, yerli yerince kullanmak elzemdir. Kişi Allâh’ı sever, Rasûlü’nü sever, eşini sever, mü’min kardeşini sever. Mü’min; meselâ Allâh’ı inkâr eden bir kâfirin hukukuna, insan olması hasebiyle riâyet eder ama asla onu sevmez, gönlünde onun için bir sevgi beslemez. Çünkü o, Âlemlerin Rabbi olan yüce Allâh’a karşı en büyük nankörlüğü yapmış, O’na îmân etmemiştir.
Maalesef zamanımızda gönüllerimiz, sevgi çöplüğüne dönmüştür. Öyle insanlar vardır ki; telefonunun sevgisini, arabasının sevgisini, onlarca hattâ yüzlerce şeyin sevgisini gönlüne yerleştirmiştir. Öyle ki bunlardan biri elinden çıktığında, hemen dünyası yıkılıverir. Onun için, sevgi nimetini yerli yerince kullanmamız gerekmektedir. Zira;
“Kişi, sevdiğiyle beraberdir.” (Buhârî, Edeb, 96) nebevî mesajına göre kişi; bu dünyada kimin sevgisini kalbine koymuşsa, mahşer günü onunla beraber olacaktır.
Allah –celle celâlühû-’yu sevmek, sevgilerin en yücesi, en kıymetli olanıdır. Mü’minin yüreğinde en çok yer verdiği sevgi, Allah sevgisidir. Çünkü O, âyet-i kerîmede de ifade edildiği gibi günahları çokça bağışlayan, kullarını çok seven ve sevilendir. (Bkz. el-Bürûc, 85/14)
Cenâb-ı Hakk’ın güzel isimlerinden biri de el-Vedûd ism-i şerîfidir. Sevginin kaynağı O’dur. O, seven ve sevilendir. Allah Teâlâ’nın kullarına olan sevgi ve merhameti, bir annenin yavrularına duyduğu sevgi ve merhametten katbekat üstündür. Çünkü O; Ğafûr’dur, Vedûd’dur…
Ebu’d-Derdâ –radıyallâhu anh–’ten nakledildiğine göre, Rasûl-i Ekrem –sallâllâhu aleyhi ve sellem– Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
“Dâvud Peygamber şöyle duâ ederdi:
«Allâh’ım! Sen’den Sen’i sevmeyi, Sen’i sevenleri sevmeyi, Sen’in sevgine ulaştıracak amelleri sevmeyi dilerim.
Allâh’ım! Sen’in sevgini bana canımdan, ailemden ve soğuk sudan daha sevimli eyle!»” (Tirmizî, Deavât, 72)
Yer ve göğün medh ü senâ ettiği, Allah Teâlâ’nın; «Habîbim!» dediği Hâtemü’l-Enbiyâ, Tabîbü’l-kulûb Efendimiz’i sevmek ne güzel! Ashâb-ı kiram hazerâtı, O’nu çok severdi. Sevgilerini izhâr etmek için kullandıkları tabirler vardı. Meselâ; Sevgili Peygamberimiz çağırdığı zaman hemen çağrıya kulak verir ve;
“Anam babam Sana fedâ olsun yâ Rasûlâllah!” derlerdi.
İnsanın en sevdiği varlıkları; O’nun yoluna fedâ etmesi, nasıl bir sevgi tezâhürüdür. O’nun sevgisi uğruna, onlar canlarından bile geçmişlerdi.
Velhâsıl;
Habîbullah olan Efendimiz’i öyle sevmeliyiz ki, Merzifonlu Dedezâde Mehmed Hilmi gibi;
Özledi ancak bu gönlüm yâ Rasûlâllah Sen’i!
Düşte olsun sevdiğim, bir def‘a görsem ah Sen’i!
diyerek yollara düşmeli, O’na olan sevgimizi, aşkımızı dile getirmeliyiz.
Allah ve Rasûlü’nü sevmek güzel olduğu gibi, Allah ve Rasûlü tarafından sevilmek de güzeldir. İşte Sevgililerin Sevgilisi Sevgili Peygamberimiz, Allah ve Rasûlü’nün sevgisine mazhar olmanın yolunu bize şöyle tarif etmektedir:
“Eğer Allah ve Rasûlü’nün de sizi sevmesini istiyorsanız; size bir şey emânet edildiğinde ona riâyet edin, konuştuğunuz zaman doğru söyleyin ve komşularınızla iyi geçinin.” (Taberânî, el-Mu‘cemü’l–evsât, 6/320)
Yüca Allah’ın sevdiği kullardan olabilmek ne büyük şereftir. İmam Müslim Hazretleri’nin el-Câmiu’s–Sahîh isimli eserinde geçen bir kudsî rivâyete göre;
Allah Teâlâ bir kulu sevdiği zaman, Cebrâil –aleyhisselâm-’a;
“–Ben filânı seviyorum onu sen de sev!” diye emreder. Cebrâil, onu sever ve sonra gök halkına;
“–Allah filânı seviyor, onu siz de seviniz!” diye seslenir. Gök halkı da o kimseyi sever, sonra yeryüzündekilerin kalbinde o kimseye karşı bir sevgi uyanır.
Allah Teâlâ bir kula buğzettiği zaman, Cebrâil –aleyhisselâm-’a;
“–Ben, filânı sevmiyorum, onu sen de sevme!” diye emreder. Cebrâil –aleyhisselâm– da onu sevmez. Sonra Cebrâil –aleyhisselâm– gök halkına;
“–Allah filân kişiyi sevmiyor, onu siz de sevmeyin!” der. Göktekiler de o kimseyi sevmezler. Sonra da yeryüzündekilerde o kimseye karşı bir kin ve nefret uyanır. (Müslim, Birr, 157)
Yine bir hadîs-i şerifte bildirildiğine göre; Allah Teâlâ, bir kulunu sevdiği zaman, âdeta onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı (mesâbesinde) olur. (Bkz. Buhârî, Rikāk, 38)
Mü’minin mü’min kardeşini sevmesi, sevgilerin en güzellerindendir. Bir hadîs-i şerifte şöyle buyurulmuştur:
“Sizden biriniz kendisi için sevip istediğini, mü’min kardeşi için de sevip istemedikçe (hakikî mânâda) îmân etmiş olmaz.” (Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme, 59)
Mü’minin sevgi göstermesi gereken kişilerden biri de eşidir. Mü’min, eşini sever. Allah Rasûlü –sallâllâhu aleyhi ve sellem-, eşlerini severdi ve her defasında sevgisini izhâr ederdi. Nikâh bağı ile hayatlarını birleştiren iki yabancı insanın kurdukları yuvaya yüce Allah, sevgi ve merhamet lutfeder.
Rûm Sûresi’nin 21. âyet-i kerîmesinde şöyle buyurulmaktadır:
“O’nun varlığının delillerinden biri de, kendileriyle ülfet edip huzura ermeniz için size kendi cinsinizden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet var etmesidir. Şüphesiz bunda, etraflı bir şekilde düşünen bir toplum için, nice dersler ve ibretler vardır.” (er–Rûm, 30/21)
Sevgi öyle kıymetli bir nimettir ki; yüreği sevgi ile dolu olan mü’min, kâinâta sevgi nazarıyla bakar. Yaradan’dan ötürü yaratılanı hoş görür. Bütün yaratılanlara karşı, sevgi ve merhametle davranır.
Sevgi yüklü mü’minin hâlini Musa TOPBAŞ Hazretleri şöyle özetlemektedir:
“Hakkı gerçek sevenlere, hakikaten dünya, cennet haline gelir; çünkü onların gönüllerini Allah sevgisi öyle ihâta eder ki abes hiç bir şey göremezler. Severler, severler, severler gene severler, sevgi sözünden başka her konu onları sıkar, huzurlarını alır. Sevgi tam kemal bulunca, o zaman yalnız Allâh’ın sevdiğini severler. Allâh’ın buğzettiği müşrikleri, din düşmanlarını sevemezler, onlar da onlara buğzederler, düşman bilirler.”
Bu bakımdan sevelim, sevelim, sevelim ve sevilelim…
Yazımızı Dâvud –aleyhisselâm–’ın şu duâsı ile bitirelim:
“Allâh’ım! Sen’den Sen’i sevmeyi, Sen’i sevenleri sevmeyi, Sen(in sevgine ulaştıracak amelleri sevmeyi dilerim. Allâh’ım! Sen’in sevgini bana; canımdan, ailemden ve soğuk sudan daha sevimli eyle! ”
Rabbimiz; cümlemizi, sevgi nimetiyle nimetlendirsin!
Rabbimiz; cümlemizi, sevgi rızkıyla rızıklandırsın!
Rabbimiz; gönüllerimize kendi sevgisini, sevdiklerinin sevgisini lutfetsin!
Âmîn…