BİR TEL KOPAR, ÂHENK EBEDİYEN KESİLİR

Raif KOÇAK raifkocak@gmail.com

 

Bir bitmeyecek şevk verirken beste,

Bir tel kopar âhenk, ebediyyen kesilir.

(Yahya Kemal)

 

Kâinat; Allah Teâlâ’nın kudret ve kuvvetiyle yarattığı, zerreden küreye her şeyin eşsiz bir âhenk içerisinde akıp gittiği, uçsuz bucaksız bir mekândır. Gözümüzle gördüğümüz ve göremediğimiz bu âlem, kusursuz bir düzenle işliyor. Yıldızların yörüngesi, galaksiler, güneş, ay ve sayısız mahlûk… Hepsi muazzam bir bütünün küçük parçalarıdır. İnsan da bu âhenk deryâsının içinde yerini alıyor; bir nefes, bir ses, bir tel misali.

 

Lâkin âhenk içinde devam eden bu nizamın bir kusuru var: O da bir sonunun olması.

 

İnsan, bu nizam içerisinde Allah Teâlâ’nın diğer mahlûkatından farklı olarak daha fazla nimetlerle donattığı; bütün kâinâtın nizamına akılla, ilimle bakan, anlayan, yorumlayan ve hem kendinin hem diğer mahlûkatın lehine ve aleyhine çevirebilme kabiliyetine sahip bir varlıktır. Lâkin onun da bu dünya ile, bu nizam ile bağlantısı bir tel misalidir.

 

İnsan; diğer mahlûkatın aksine, öleceğini bilen bir varlıktır. O yüzden kendini bu dünyada kalıcı hâle getirmek için, her yola başvurabiliyor.

 

İnsanın bu dünyadaki serüveni tıpkı bir oyun sahnesi gibidir. Perde sadece bir kere açılır ve vakti dolunca kapanır. Sabah doğan bir güneşin parlaklığı, ışığı ve gücü nasıl zirvedeyse, insanın da doğumu ve gençliği o nispette parlaktır. Zaman geçip akşama doğru ilerleyince, ne ışıktan ne de hararetten eser kalır ve en sonunda yerini geceye bırakıp yeni bir başlangıca doğru yönelir.

 

Her insan bir tel gibidir; kader plânında. Bu tel sadece kendisi için değil, bağlı olduğu bütün için bir mânâ taşır. Bu tel koptuğunda; sadece kendisinin değil, bağlı olduğu bütünün de âhengi bozulur. Aile dağılır, dostluklar biter, hâtıralar sessizliğe gömülür. Her ölüm; ardında eksik kalan birçok şey bırakır: Bir eser, bir hikâye, bir söz ve bir gülüş.

 

İnsan, çoğu zaman ölümü uzakta zanneder. Onu unutur, yok sayar. Oysa ölüm, en yakınımızda olan, her an kopması muhtemel olan bir tel gibidir. Doğduğumuzda başlar aslında ölümün ayak sesleri. Aslında ölmeye doğarız hepimiz. Her adımda biraz daha yaklaşırız ölüme; bir hastalık, bir kaza veya başka bir sebep… Ne zaman geleceği meçhuldür. Bu sebepten uyanık olmak gerekir.

 

Dünya malı aldatıcı bir seraptır… Ne mal, ne makam, ne de sahip olduğu etiketler ve şan/şöhret kalıcı değildir. Hepsi bir rüya gibi geçer gider. Geriye sadece insanın niyetleri, gayretleri ve amelleri kalır.

 

İnsanı dünyadan ve sahip olduklarından koparan ölüm; bir son değil, aksine asıl hayat olan âhiret hayatına başlangıçtır. İlâhî nefesin (bkz. el-Hicr, 29) izini taşıyan rûhun, ten kafesinden kurtularak asıl mecrâsına, yurduna dönmesidir. Dünya mü’min için gurbettir. Onun asıl vatanı âhirettir. Zira orada sonsuz bir hayat kendisini beklemektedir.

 

Dünya -bir imtihan sahnesi olması hasebiyle- zulümlere, haksızlıklara sahne olsa da âhiret; bütün bunların hesabının eksiksiz olarak görüldüğü ve adâletin tam mânâsıyla tecellî ettiği yerdir. Susanın da konuşanın da amellerini en ince detayına kadar okuyacağı bir mahkemedir.

 

Zaman kavramının dışına çıkamadığımız için; ebedî hayatı, zihnimizde ve gönlümüzde tam mânâsıyla oturtamıyoruz. Gözümüzle gördüğümüz, elimizle tuttuğumuz, içinde yaşadığımız fânî şeyleri terk edip ebedî olanı tercih etmek; sağlam bir irade, yürek ve sabır gerektiriyor. Çünkü insan nefsi, hep geçici olanın peşine koşuyor. Hâlbuki kalp; ebedî olan bir hayatı arzu edip sonsuz, sınırsız olanı arıyor. O yüzden; dünya, hiçbir zaman insanı tam olarak tatmin etmiyor.

 

Bu hususta Rasûlullahsallâllâhu aleyhi ve sellem– Efendimiz;

 

“İnsanoğlunun bir ova/vadi dolusu altını olsa, bir ovayı/vadiyi daha ister. İnsanoğlunun karnını topraktan başka bir şey doyurmaz. Ve Allah tevbe edenlerin tevbesini kabul eder.” (Müslim, Zekât, 117, «1048») buyurmuştur.

 

Çünkü dünya geçicidir ve sınırlıdır. Sınırlı olan ise sonsuzluğu arzulayan bir kalbi doyuramaz.

 

Bu yüzden her telin kıymetini bilmek lâzım. Yaşarken kıymet bilmek… Ne için bu dünyada olduğumuzu tefekkür edip, zamanın kıymetini bilmek, bize emânet olarak verilen sevdiklerimize zaman ayırmak, onların hakkını vermek, kimsenin kalbini kırmamak, affedici olmak ve helâlleşmek. Çünkü gün gelir, o tel kopar. Ardından pişmanlık gelir, gözyaşı gelir, «keşke»ler gelir. Ama ne o kopan tel geri gelir ne de o âhenk yeniden kurulur.

 

Bir tel kopar, âhenk ebediyen kesilir. Çünkü her tel birbirine bağlıdır bu nizamda. Bazısı görülür, bazısı görülmez bu tellerin… Telin kopması ile kimi zaman bir annenin duâsı kesilir, kimi zaman bir babanın nasihati, kimi zaman bir evlât yetim kalır, kimi zaman bir gönül kimsesiz… Ama her telin kopması, yaşayanlara bir îkazdır:

 

“Sıra sana gelecek!”

 

Öyleyse bu hayatı, ebedî hayata bir hazırlık olarak yaşamak gerekiyor. Gönlümüzü, kalbimizi riyâdan, «ucb»dan, kibirden, hasetten ve diğer mânevî hastalıklardan temizlemek ve hakikate ulaşmak için gayret etmek gerekiyor. Zira ölüm, kapıdadır ve ölüm, kimseye haber vermez.

 

Ey insan! Dünya, bir menzilden diğer menzile giderken, altında oturup biraz soluklandığın bir ağaç gölgesi gibidir. Sen ise bir yolcusun. (Bkz. Tirmizî, Zühd, 44) Bu yolu nasıl yürüdüğün; ardında ne eserler, ne izler bıraktığın, hangi yükü taşıyıp hangisini bıraktığın mühimdir. Yolculuk esnasındaki her davranışın; seni, sonsuz bir âkıbete doğru yaklaştırmaktadır. Unutma ki asıl hayat, âhiret hayatıdır. (Bkz. el-Ankebût, 69; Buhârî, Rikāk, 1, Cihâd, 33)

 

Bir tel kopar… ve o telin yerine hiçbir şey konulamaz. Bu âlemdeki seninle alâkalı âhenk bozulur. Âhengin tekrar kurulması için; bu dünya ile değil, öteki âlemle buluşmak gerekir.

 

Rabbimiz; bağlı olduğumuz tel kopmadan uyanmayı, ibret almayı ve kendi rızâsı uğrunda gayret etmeyi nasip etsin. Ebedî âlemdeki âhengimizi hayır ve güzellik üzerine tesis etsin. Âmîn.