Şeref ve İzzet KİMİNDİR?
Sami GÖKSÜN

İnsanlar izzet ve şerefe ehemmiyet verirler. Onur ve gurur gibi kelimelerle de ifade edilen bir üstünlük hissi, insanı tesiri altına alır. İnsan, haysiyet sahibi olmak ister. Küçük düşmek, hor görülmek ve başkalarının dûnunda kalmak istemez.
İnsanı mükerrem kılan bir hayat programı olan İslâm dîni, şu hakikati ilân eder:
“…İzzet (yani yücelik, şeref ve galibiyet) Allâh’ın, Peygamberi’nin ve mü’minlerindir. Fakat kalplerine îman girmemiş kimseler, bu açık gerçeği bilmezler.” (el–Münâfikûn, 8)
Büyüklük; Allâh’a, O’nun koyduğu kanunlara, ilâhî tâlimatlara aittir.
Üstünlük, Allâh’ın seçip Peygamberlikle vazifelendirdiği Hazret-i Muhammed Mustafâ –sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e ve O’nun cihanı kuşatıcı nübüvvetine mahsustur.
Şeref, Allâh’a ve Peygamberi’ne bağlı gerçek mü’minlerindir. Mü’minler; îmanlarını korudukları, ilâhî emir ve yasaklar ile helâl ve haramlar çerçevesinde yaşadıkları sürece en üstündürler.
İslâm dîni; gerçek mü’minlerin en üstün ve en hayırlı olduklarını bildirirken, bu üstünlüğün îmandan ve sâlih amelden doğduğuna dikkatlerimizi çekmekte, bu üstünlüğü sembolleştiren İslâmî şahsiyetin özellikle;
•Kâfirlere ve münafıklara,
•Ahlâksızlara,
•Cemiyet menfaatlerini çiğneyen zâlimlere ve
•Bizzat kendilerinin emmâre nefislerine karşı korunmasını emretmektedir.
Bunun içindir ki mü’minin en önemli vazifesi; İslâmî şahsiyetini korumak, îmânın îcâbı olan amellerle geliştirmek, Allâh’ın rızâsını kazanmak ve cennetlere kavuşmaktır.
İslâm’ı hayat nizamı olarak tanımayan kâfirlere ve İslâm’la gayr-i İslâmî düzenler arasında bocalayan münafıklara karşı; mü’min, İslâmî şahsiyetini korumakla mükelleftir. Mü’min inanacak ve bilecektir ki; İslâm dînine inatla inanmayan ve bağlanmayan her insan küçüktür, bayağıdır ve aşağılıktır. Kur’ân’ın ifadesiyle necistir. (Bkz. et-Tevbe, 28)
Kâfir ve münafık için; yemek, içmek ve üremek ile emel, menfaat ve korku dışında sabit değer ölçüsü yoktur. Onun için ölümle başlayacak âhiret hayatında; ceza ve mükâfat görüleceği gerçeğine îman yoktur.
Îmansız ve İslâmsız bir kişinin; siyâsî duruşu, içtimâî nüfuzu, maddî gücü, ilmî kariyeri ve tarihî şahsiyeti ne olursa olsun, işaret olunan yokluklar içinde kıvranan bir zavallı olduğu için o kişi rezil bir durumdadır. Mü’min bir gönül, inkârcıları böyle bilecek ve böyle tanıyacaktır.
Çünkü yüce Rabbimiz, onları böyle tanımakta ve böyle tanıtmaktadır. Münafîkûn Sûresi, dördüncü âyet-i kerîmesinde Rabbimiz şöyle buyurur:
“Onları gördüğünde kılık kıyafetleri hoşuna gider, konuşunca sözlerini dinlersin. Fakat onlar (îmansızlıkları sebebiyle) içi boş kütükler gibidir. Her (hak) çağrıyı aleyhlerinde sanırlar. Onlar (îman, ahlâk ve fazîlete) düşmandırlar. Allah onların canını alsın!..”
Mü’min, kâfirlerin ve din düşmanlarının oluşturduğu ve tahakkümleri altında tuttukları müessese ve kuruluşları asla tasvip edemez. Bu cümleden olmak üzere; en şerli tiplerde dahî bulunması mümkün olan bir-iki müsbet haslete mâlik oldukları ve maddî bakımdan geliştikleri için, onların şerlerini görmeyip onlara karşı sevgi beslemek, maddî ve mânevî bakımdan onları desteklemek ve onlara hayranlık izhar etmek, İslâmî şahsiyeti küfür ve nifak şahsiyetine peşkeş çekmektir ki, bu hâl îmanla asla bağdaşmaz. Rabbimiz, bu hâli Kur’ân’da münafıklık olarak belirtiyor ve azâbıyla tehdit ediyor:
“Ey Peygamber, münafıklara elem verici bir azâbı haber ver. Çünkü onlar mü’minleri bırakıp, kâfirleri dost ediniyorlar. Onlar izzeti / yüceliği kâfirlerde mi görüyor, talep ediyorlar? Şüphesiz izzet (üstünlük, şeref ve galebe) bütünüyle Allâh’a (ve O’nun nizamı) İslâm’a aittir.” (en-Nisâ, 137-138)
Müslümanlar; İslâmî şahsiyetlerini kâfirlere ve münafıklara karşı korumakla mükellef oldukları gibi, mü’min olsalar dahî İslâm’ı yaşamayan ve topluma yâr olmayan insanlara karşı da korumak mecburiyetindedirler. Dînimizde; Hakk’ın ve halkın yanında, hizmetinde olmayan şahıslar ve müesseselerin değeri yoktur.
Üstünlüğü, gayr-i müslim veya fâsık birtakım meşhurlara, şarkıcılara, komedyenlere, futbolculara şekil ve şemâil ile benzemekte arayan bir gencin; mutlaka, millî şuur ve dînî haysiyetini gözden geçirmesi gerekir. Onlara benzemekte şeref değil, garâbet ve bayağılık vardır.
Seyrî ne güzel uyarır:
Ahvâli bugün kim dedi şeytâna beğendir?
Âlemde vezirsin, yüce sultâna beğendir!..
Mü’minler, korku ve menfaat endişesiyle; İslâm düşmanı kimseleri yüceltirlerse, İslâm’ın hakkını korumazlarsa, gerçekleri haykırmazlarsa, İslâmî şahsiyetlerini şeytanlaşmaktan koruyamazlar. Maalesef bugün bu durum daha da kötü bir hâl almıştır.
Hâlbuki dînimiz İslâm; bu tip kimse ve müesseselere karşı, îmânî şahsiyetimizle ortaya çıkmamızı emretmektedir. Bu mevzuda Ebû Ali ed-Dekkāk Hazretleri şöyle buyurmuştur:
“Hakkı söyleme mevkiinde olup da susan, dilsiz şeytan gibidir.”
Hadîs-i şerifte de şöyle buyurulur:
“Cihâdın en fazîletlisi haktan sapan, zulme yönelen idareciler katında hakkı haykırmaktır.” (Ebû Dâvûd, Melâhim, 17; Tirmizî, Fiten, 13)
Hulâsa edecek olursak;
İslâmî şahsiyetimizi koruduğumuz ve İslâmî vazifelerin îfâsıyla yücelmeye çalıştığımız sürece, en üstün olan müslümanlardır. Bu gerçeği Rabbimiz ilân etmekte ve Âl-i İmrân Sûresi’nin 139. âyet-i kerîmesinde şöyle buyurmaktadır:
“Gerçekten inanıyor ve inancınızı yaşıyorsanız, en üstün olan sizsiniz.”
Mü’min en üstün olduğu içindir ki, mevkii ve maddî gücü olmasa dahî; inkârcılara, ahlâksızlara ve zâlimlere karşı kendisini katiyen küçük görmeyecek, vakar ve üstünlük psikolojisini koruyacaktır.
Son kelâm yüce Rabbimiz’indir:
“Ehl-i kitaptan (yahudi ve hıristiyanlardan) ve müşriklerden olan inkârcılar, içinde ebedî olarak kalacakları cehennem ateşindedirler. İşte halkın en şerlileri onlardır.
Îmân edip sâlih ameller işleyenlere gelince, halkın en hayırlısı da onlardır.
Onların Rableri katındaki mükâfatları; zemininden ırmaklar akan, içinde devamlı olarak kalacakları Adn cennetleridir. Allah kendilerinden hoşnut olmuş, onlar da Allah’tan hoşnut olmuşlardır. Bu söylenenler hep Rabbinden korkan, haşyet duyan içindir.” (el–Beyyine, 6-8)
Yüce Rabbim, bu müjdeye nâil olabilmeyi cümle mü’minlere nasip eylesin inşâallah. Âmîn…