ÇOCUK ve SUÇ
H. Kübra ERGİN hkubraergin571@gmail.com

“Patlayıcı yapmayı internetten öğrendim.”
İki polis memurunun ölümüyle sonuçlanan bir saldırı sonrası zanlının verdiği ifadede geçen ibretlik cümlelerden biri. Mevcut kanun düzenine göre «çocuk» sayılan on altı yaşındaki genç; ifadesinde, sosyal medya paylaşımları vasıtasıyla, bazı terör örgütlerine sempati duyduğunu da dile getirmiş.
Gündemde «suça sürüklenen çocuklar» ile ilgili kanun değişikliği var. Mevcut kanunlarımız; -bilindiği gibi- lâiklik adına, Avrupa Birliği’ne uyum adına, bize yabancı bir kültürden tercüme edilerek meclisten geçiriliyor. Bu kanunlar; on iki yaş ile on beş yaş arası çocuklarla, on beş yaş ile on sekiz yaş arası çocuklara ceza indirimi uygulanmasını esas alıyor.
Günlük dilde hepimiz bu yaştaki birine; delikanlı deriz, genç deriz. Elbette bir yetişkin kadar yetki ve imkânlara sahip değildirler. Bu yönleriyle çocuklara benzer yönleri vardır. Onların geçindirilmesinden, eğitiminden, terbiyesinden ailelerini mes’ul tutarız.
Hepsi bir değildir. Zekâ ve kabiliyetler yönünden çok parlak gençler olduğu gibi, yaratılış îcâbı kendisinden pek bir şey beklenemeyecek olan gençler de vardır. Onları birçok vazifelerden muaf tutabiliriz. Ne de olsa daha câhildirler, buna bağlı olarak onları ufak tefek kabahatler işlediklerinde mazur görebiliriz. Fakat bir yandan da işledikleri fiillerin neticelerini anlayabilecek yaştadırlar. Eğer zekâ geriliği veya psikiyatri hastalığı gibi bir ârızaları yoksa işledikleri fiille, sebep oldukları zararı ve kötülüğü idrâk edebilirler. Zaten idrâk ediyorlar ve bununla gurur duyuyorlar.
Kanunlara göre bu çocukların cezaî yaptırım alması için psikiyatri hekiminden; «İşlediği fiillerin hukukî sonuçlarını anlayabilecek kapasiteye sahip olduğu» raporu alınması gerekiyor. Elbette bu durumda; devlet hastahânesinde vazifeli çocuk psikiyatrisi uzmanı hekimlerin, -artık ne kadar zaman ayırabiliyorsa o kadar zamanda- bu çocuğu muayene edip raporu hazırlaması gerekiyor. Elbette bu durumda, savcı ile doktorun sırtına yük biniyor.
Bu arada bu çocukların hepsinin yalnız olmadığını, kendi kendine suç işleme kararı almadığını da hesaba katmak gerekiyor. Meselâ gündemdeki bir başka haberde; bir anne, on dört yaşındaki oğlunu bıçaklayarak öldüren on beş yaşındaki gencin yakınlarının kendisini tehdit ettiğini anlatıyor. Bu anneyi hak aradığı için tehdit edenler; doktora, savcıya baskı uygulayamaz mı?
Elbette gerçekten psikiyatri hastası olan, bundan dolayı suç işleyen çocuk ve gençler var. Bir çocuk psikiyatrisi hekimi ile sohbet esnasında şöyle bir örnek vâkıa duydum: Arkadaşının göğüs bölgesine bıçak saplamış bir genci getiriyorlar. Neyse ki bıçak keskin değilmiş, iç organlara kadar ulaşmamış. Allâh’ın takdir ettiği ecel gelmemiş olmalı ki, ölümcül bir yaralanma olmamış. Bu gibi yaralamalarda, ancak mağdurun şikâyeti hâlinde ceza veriliyor. Belki her gün bu gibi nice hâdiseler oluyor, çoğu gündeme gelmiyor.
Bu hâdisedeki çocuk; daha önce dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu ile birlikte, karşı gelme bozukluğu gibi bazı davranış problemlerinden dolayı hastahâneye getirilmiş. Bu çocukların tedavisi için ailenin çok gayretli olması, tedavinin ve kontrollerin düzenli takip edilmesi gerekiyor. Ama ne acıdır ki çoğu zaman bu ailelerde ciddî sıkıntılar oluyor ve çocuklarına sahip çıkabilecek, hele de hastalığını anlayıp tedavisiyle ilgilenebilecek bir kapasite olmuyor. Meselâ ailelerden birinde; baba sabıkalı, annenin eğitim seviyesi çok düşük ve depresyon belirtileri gösteriyor. Ekonomik durumları çok elverişsiz, hattâ kadıncağız belediye otobüsüne binecek bilet parası bulamadığı için, çocuğunu hastahâneye getiremeyeceğini söyleyebiliyor.
Devletimiz memleketin en ücra köşelerine kadar doktorlar ve sağlık görevlileri gönderiyor. Ama bazı aileler de meselenin ciddiyetini idrâk edemiyor. Kimisi; “Çocuğumuz hasta ve ârızalı damgası yemesin!” derdinde. Kimisi kulaktan dolma bilgilerle ilâca karşı çıkıyor. Son zamanlarda internet ortamında, her ağzı olan konuşabildiği ve uzman kesildiği için herkes bir şeylere karşı. Çok acı şeyler duyuyoruz. Meselâ bir aile ilâç kullanımını yarıda bırakıyor ve çocuk birkaç gün sonra, babasının arabasıyla kardeşinin ölümüne sebep oluyor.
Elbette ilâçlar kimyevî maddelerdir, kullanılmasına gerek olup olmadığını tespit etmek için yeterince muayene ve testlere ihtiyaç vardır. Sadece uzman hekimler, gerekli bütün araştırmalardan sonra ilâca başlatmalı ve dozajını ayarlamalıdır. Bu konu herkesin kendi kendine vereceği bir karar değildir. Eğer doktorun acele karar verdiği kanaati oluştuysa, başka bir doktora götürüp teyit edilebilir. Ama bunlar hep meselenin ciddiyetini idrâk etmeyi, emek vermeyi, zahmet etmeyi gerektiriyor.
Bu çocuklardaki ârızaların bazıları zaten irsî ve/veya kötü beslenme ile, kötü hayat şartları ile irtibatlı. Annenin hamilelikte iyi beslenmesi, iyi duygular ile bebeğini kucağına alması; ona ihtiyacı olan alâkayı, merhameti, şefkati göstermesi; her ihtiyacını zamanında gidermesi, kötü alışkanlıklardan uzak durup vitaminli gıdâlarla beslemesi, iyi bir muhitte yetiştirmesi gerekiyor. Bununla birlikte iki kanatlı eğitim ile çocuğun; akıl, kalp ve vicdan yönünden olgunluk kazanması şart. Ne yazık ki bu hususlarda eksikler çok. Bu ağır imtihanlardan geçen çocukları bir başka tehlike bekliyor: Güya çocuğa merhamet adı altında, neredeyse suça teşvik eden bir hukuk sistemi.
Ne yazık ki güya çocukları korumak adına çocuklara uygulanan ceza indirimi, onları kullanışlı bir suç robotu hâline getirmeye yarıyor. Zaten bu çocuklar reyting almak uğruna; bolca şiddet ve cinayetin sahnelendiği diziler, filmler izleyerek, oyunlar oynayarak yetişiyor. Biraz mizaç yatkınlığı, biraz ailenin ve muhitin elverişliliği ile çocuklar suçu bir hayat tarzı gibi görebiliyorlar. Meselâ bir başka cinayet haberinde katil zanlısı gençlerin kabarık bir suç kaydı olduğu; şartlı salıverildiği, sosyal medya adreslerinde, kurbanlarından kestikleri kulak ile poz vererek suç kariyeri yapmaya çalıştıkları anlatılıyor.
Dünyadaki başka örneklerde de görüldüğü gibi; aile üyelerinin veya kardeşlerin bir suç şebekesi içinde yer alması veya terör örgütüne sempati duyması, bu gençlerin kanunlara karşı çıkma meyillerini artırıyor. Lâtin Amerika ülkeleri gibi bazı bölgelerde suç örgütleri, artık devletin başa çıkamadığı bir güce kavuşabiliyor. Bunun önüne geçmek için caydırıcı cezalar da dâhil bütün tedbirlerin bir arada yürütülmesi şart.
Son zamanlarda şâhit olduğum örnek hâdiselerden biri de, memleketimizin doğu vilâyetlerindeki bazı muhitlerin tehlikeli durumunu ortaya koyuyor. Bu vilâyetlerde ekonomik olarak sınıflaşma çok katı bir hâl almış ve etnik kökene dayalı dışlama, hemşehricilik gibi faktörlerle birleşmiş. Bazı aileler maddî yönden düzenlerini kurmuş, durumları iyi. Bazıları ise eskiden kalma usûllerle; ziraat, besicilik, esnaflık yapmakla ailesine pek de iyi hayat şartları sunamıyor.
Bu ailelerin çocuklarından kendine güveni olanlar, zaten batı illerine veya batı ülkelerine göç ediyor. Geride kalanlar arasında bazıları, yoksulluğun yanı sıra dışlanmışlığa bağlı çözümsüz bir işsizlik problemi yaşıyor. Bu durumdaki bir kızcağızla konuşuyorum. Üniversite okumak için geldiği şehirde, iş bulup çalışmak için her yere başvurmuş. Ama cinsiyeti ve kökeni sebebiyle ikinci sınıf insan muamelesine maruz kalmış. Çalıştırıp ücretini ödemeyenler, üstüne hakaret edenler. Kızcağız bunları anlatırken sigara üstüne sigara yakıyor. Acı acı gülümsüyor.
Gülümseyen depresyon diye bir tabir vardır. Tam onu yaşıyor. Artık duyguları bozulmuş, en ufak bir bahaneyle ağzından çirkin kelimeler dökülüyor. Herkese çok kırgın. Aslında namuslu bir kız. Bu kadar senedir kendini muhafaza etmiş. Üstüne bir de dört kardeşini okutmanın derdinde.
“–Baban ne iş yapıyor?” diye soruyorum.
“–Besicilik yapıyordu. İstanbul’a kurbanlık götürüyorlardı. O zaman durumumuz iyiydi. Ama belediye değişince, kurbanlık işi kesildi. Amcamın oğlu da kredi çekmiş. Para kazanamayınca ödeyemediler.” diyor.
Her şey üst üste gelmiş. Bu zavallı, kız hâliyle kardeşlerine ebeveynlik yapmaya çalışıyor. Ama artık tam bir çöküntünün eşiğine gelmiş.
İşte bu aile gibi nice aileler var ki, çocuklarının eline muhtaç hâle düşmüşler. Böyle bir durumda o çocukların ne hâllere sürükleneceğini bir düşünün…
Aile Yılı ilân ettiğimiz bu yılda, mutlaka bu durumlara çözüm üretmemiz gerekiyor. Mutlaka çalışıp emeğiyle üreten, aile kurup çocuk yetiştiren insanlarımızı sahiplenmemiz ve desteklememiz gerekiyor.