TEVBE EDEBİLMEK
H. Kübra ERGİN hkubraergin571@gmail.com
Allah Teâlâ buyuruyor ki:
“Rabbinizin bağışlamasına ve genişliği göklerle yer kadar olup takvâ sahipleri için hazırlanmış bulunan cennete birbirinizle yarışırcasına koşuşun.
O takvâ sahipleri; bollukta da darlıkta da Allah yolunda harcar, öfkelerini yutar ve insanların kusurlarını affederler. Allah da böyle iyilik ve ihsan sahiplerini sever.
Onlar bir kötülük yaptıklarında ya da kendilerine zulmettiklerinde, Allâh’ı hatırlayıp günahlarından dolayı hemen tevbe-istiğfâr ederler. Zaten, günahları Allah’tan başka kim bağışlayabilir ki! Bir de onlar, işledikleri kötülüklerde, bile bile ısrar etmezler.” (Âl-i İmrân, 133-135)
Allah Teâlâ, takvâ sahibi kullarının hususiyetlerinden bahsederken; «Tevbe ederler.» diyor. Tevbe etmenin, takvâ sahibi kulların sıfatı olduğunu bildiriyor. Takvâ sahibi kulların; hata işlemeyen değil, hatalarında ısrar etmeyen, hemen tevbe eden kullar olduğunu haber veriyor.
Ne yazık ki bugün çoğu insan; tevbe etmek deyince, uzun zamandır günahlara dalmış bir kişinin, pişman olup vazgeçmesini anlıyor. Aslında her insan az veya çok hata sahibidir, amellerinde kusurludur veya gaflet içindedir. Tevbeye ihtiyacı olmayan hiç kimse yoktur.
Peygamber Efendimiz –sallâllâhu aleyhi ve sellem-;
“Bütün âdemoğulları günahkârdır, günahkârların en hayırlısı ise tevbe edenlerdir.” (İbn-i Mâce, Zühd, 30) buyurmuştur.
Tevbe; kulun işlediği kusurlarına, kabahatlerine veya ihmallerine pişman olması, emirlerine uymak ve yasaklarından kaçınmak sûretiyle Allâh’a yönelmesi demektir.
Zamanımızda ibâdetlerini ve dînî vazifelerini ihmal etmeyen veya hatalı, kusurlu olmayan bir müslüman çok azdır. Böyle seçkin kullar ise, zaten tevbe istiğfârı hiç terk etmezler. Her şeyden önce tevbe; başlı başına bir ibâdet olduğu için, tevbe ederler.
Tevbe etmek, farz bir ameldir. Çünkü Allâhu Zülcelâl birçok âyet-i kerîmede kullarına; “Tevbe edin.” diye emretmiştir:
“Ey îmân edenler! İçten, samimî bir tövbe ile Allâh’a tevbe edin…” (et-Tahrîm, 8)
Bilhassa hata ve ihmaller ânında; gecikmeden hemen tevbe etmek, kulun üzerine farz olur. Hatasının farkında olduğu hâlde tevbeyi geciktirmek; hatada ısrar etmek gibi olduğu için, ikinci bir hata olur. Rabbimiz’in engin rahmetinin bir tezâhürü olarak; hemen pişmanlık duyup, tevbe eden kişinin o günahı yazılmaz. Bazı kaynaklarda Peygamber Efendimiz –sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e isnâd edilen bir hadîs-i şerif şöyledir:
“(Kişinin amellerini yazan) meleklerden sağda olan solda olanın âmiridir. Kul bir iyilik yaptığı zaman, bu iyilik 10 katıyla yazılır. Kul bir kötülük yaptığı zaman ise, soldaki melek bunu yazmak ister. Ancak sağdaki melek ona;
«–Yazma!» der. Bu şekilde soldaki melek, bunu 6 veya 7 saat boyunca yazmaz. Kişi bundan dolayı Allah’tan bağışlanma dilediği zaman, aleyhinde herhangi bir şey yazılmaz. Allah’tan bağışlanma dilemediği zaman ise, bir kötülük olarak yazılır.” (Beyhakî, Şuabü’l-Îmân, Bâb, 47, Hadis no: 6648)
Zamanımızda gençler, zorlu bir imtihan ile karşı karşıyadır. Bu yüzden onlara, bu güzel müjdeleri ulaştırmalı ve ellerinden tutmalıdır. Çünkü şeytan insanoğlunu önce günaha sürükler, sonra da bu günahını kullanarak onun moralini bozar.
Zaman zaman psikiyatri kliniklerine, dînî hassâsiyete sahip gençler de getirilmektedir. Bunlar yaratılış olarak hissî, kendilerini çok çabuk suçlu hisseden ve âdeta affedemeyen kişiler olabilmektedir. Biraz şahsiyetine düşkün, biraz kendine hiçbir hatayı yakıştıramayan gençler; bazen gönül huzurunu kaybedebilmektedir. Bu sebeple; hata işlemenin de insana mahsus olduğunu unutmamak, Allâh’ın rahmetinden ümit kesmemek gerektiğini hatırlatmak gerekmektedir.
Allah Teâlâ; kulunun ibâdetiyle ve takvâsıyla mağrur olmasını değil, hata ve kusurlarını düşünerek mahcup olmasını sevmektedir.
Gençlik çağı, câhillik ve acemîlik dönemidir. Hata yapmak, bu dönemin özelliğidir. Bu sebeple günah veya hata işlediği zaman ümitsizliğe düşmemeli, tevbeye sarılmalıdır. Bu sebeple tevbenin en güzeli, gençlik çağında yapılan tevbedir.
Peygamber Efendimiz –sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in şöyle buyurduğu rivâyet edilir:
“•Adâlet güzeldir, fakat idarecilerde olursa daha güzeldir.
•Cömertlik güzeldir, fakat zenginlerde olursa daha güzeldir.
•Dinde titiz olmak güzeldir, fakat âlimlerde olursa daha güzeldir.
•Sabır güzeldir, fakat fakirlerde olursa daha güzeldir.
•Tevbe güzeldir, fakat gençlerde olursa daha güzeldir.
•Hayâ güzeldir, fakat kadınlarda olursa daha güzeldir.” (Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs; Münâvî, Feyzü’l-kadîr, 4/378, h. no: 5685)
Elbette bu dediklerimiz;
“Daha genciz, nasıl olsa tevbe ederiz…” diyerek, bile bile günah işleyebiliriz mânâsına gelmez.
Bu hususta Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyurulmaktadır:
“Allah katında (makbul) tevbe; ancak bilmeyerek günah işleyip, sonra hemen tevbe edenlerin tevbesidir. İşte Allah bunların tevbelerini kabul buyurur. Allah hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
Yoksa (makbul) tevbe; kötülükleri (günahları) yapıp yapıp da kendisine ölüm gelip çatınca; «İşte ben şimdi tövbe ettim.» diyen kimseler ile kâfir olarak ölenlerinki değildir. Bunlar için âhirette elem dolu bir azap hazırlamışızdır.” (en-Nisâ, 17-18)
Gençlik çağı; insanın hislerine veya arkadaş çevresi gibi tesirlere kapılıp, günaha sürüklenebildiği bir zamandır. Her ne kadar kalben kötülüklerden kaçınmayı istese de, birtakım duygu ve tesirlere kapılarak yanlış hareketler yapar. En azından yapılan yanlışlara râzı olur, gerekli engellemelerde bulunmaz.
Eğer insan bunlar için endişe duyar, hemen Allâh’a yönelir;
“Yâ Rabbî! Pişmanım, keşke yapmasaydım.” diyerek Allâh’ın affına sığınırsa kabahatleri affedilebilir. Bilhassa Allâh’ın rızâsını kazandıracak ameller işleyerek, kalpten bu günahın karanlığını silmek, yerine sâlih amelin nûrunu doldurmak gerekir.
Esasen bir müslümanın işlediği en ufak bir kabahat için dahî huzursuzluk duyması, sanki hemen ateşe atılacak gibi endişe etmesi gerekir. Nitekim Peygamberimiz –sallâllâhu aleyhi ve sellem-;
“Kişi kabahat işlediği zaman; bu ona huzursuzluk verirse, işte o kişi mü’mindir.” (Ahmed bin Hanbel, IV, 12) buyurmaktadır.
Mü’minler işledikleri kabahati küçük görmezler; aksine, huzûrunda kabahat işledikleri Zât’ın büyüklüğünü düşünüp hayâ ederler. Bu sebeple de en ufak edepsizlikten bile sıkıntı duyar, bunun ebedî felâkete yol açmasından endişe ederler.
Peygamber Efendimiz –sallâllâhu aleyhi ve sellem-;
“Mü’min; günahlarını, sanki dibinde oturup da üzerine düşeceğini sandığı bir dağ gibi görür. Münafık ise, burnunun ucundaki bir sinek gibi görür.” (Buhârî, Deavât 4; Tirmizî, Kıyâme, 49) buyurmuştur.
Tevbe hakkında Peygamber Efendimiz –sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in bir müjdesi de şudur:
“Günahlarından samimî olarak tevbe eden kimse, hiç günah işlememiş gibidir.” (İbn-i Mâce, Zühd, 30; 4250) buyurmuştur. Böyle bir müjde varken tevbeyi ihmal etmenin, geciktirmenin bir mazereti olamaz.
Tevbeyi geciktirmenin bir sebebi de tevbeyi bozma korkusudur. «Nasıl olsa bozarım…» diye endişe ederek tevbeyi ertelemek, çok büyük bir hatadır. Çünkü hiçbirimiz, ömrümüzün ne kadar olduğunu bilmiyoruz. Yarına çıkacak mıyız; tevbe etmeye fırsat bulacak mıyız, haberdar değiliz.
Üstelik yarının bugünden farkı da yoktur. Bugün yapamadığımız bir işi, yarın yapmamız daha kolay olmayacaktır. Aksine nefsimiz, ona uyduğumuz ölçüde azgınlaşıp güçlenecek; rûhumuz ise, onu beslemediğimiz için zayıflayacaktır.
Tevbe; küçük büyük demeden, bütün hatalara ve gafil geçen ömre pişman olmaktır. Pişmanlık ateşiyle yanan gönüllerde; kötü istek ve arzulara karşı hırslar söner, yerine güzel amellere karşı rağbet ve gayret gelir. Pişmanlık ve tevbenin meyvesi ise; hâlini ıslah etmek, kalbini güzel niyetlerle, âzâlarını güzel amellerle bezemektir.
Tevbe; aynı zamanda gafletten sıyrılmak, Allâh’a dönmek, Allâh’ın râzı olacağı amellere ve hayat tarzına yönelmek demektir. Âzâların sultanı kalptir ve Allâhu Zülcelâl kalbe bakmaktadır. Bu sebeple kalbimizdeki günah ve gaflet lekelerini; fazla sertleşmeden hemen temizlemek için, tevbe etmeye acele etmelidir.
Mevlâ makbul tevbeler nasîb eylesin…