SATIRDAN SADRA GİDEN YOLCULUĞU UNUTMAMAK
Raif KOÇAK raifkocak@gmail.com
İlim; insanı karanlıktan aydınlığa çıkaran, rûhu yücelten, kalbi genişleten, dinginleştiren ve sükûna erdiren mukaddes bir meş‘aledir. Bu meş‘ale; hakikatle yoğrulup hikmetle parlatılırsa; asıl mahiyetine bürünür. Hakikî ilim; bilmek değil, yaşamak, bildikleriyle amel etmek ve kendisinden başka insanların da, öğrendiği bu bilgilerden faydalanmasına vesile olmak, hem dünya hem de âhirete dair fayda üretmekle olur.
İlim, bir gönül işidir; her yüreğin, her bedenin kaldırabileceği bir yük değildir. Yolu çetin, ama neticesi çok kıymetlidir. Hakikati arayan yüreklerin taşıdığı, kutlu bir kandildir. Hakikî ilim, önce kalbine sonra Rabbine ulaştıran köprüdür. Zira kişi evvelâ kendini bilmeli, bulmalı ki oradan Rabbine doğru bir yolculuk yapabilsin. Tasavvufî bir terim ile söyleyecek olursak; “Nefsini bilen Rabbini bilir.”
Hakikî ilim, sadece belli eserlerdeki metinleri ezberlemekten öte; o metinleri kalbe indirmek, kalbi o metinlerle beslemek, ahlâkla kuvvetlendirip amellerle temelini sağlamlaştırmaktır. Bir fert, ancak bu şekilde tam mânâsıyla ilmin kıymetini idrâk edebilir. Aksi takdirde, kuru satırlar arasında kaybolur; malûmat çöplüğüne döner, ruhla temasa geçemez.
Faydalı ilim; evvelâ kendine, sonra yaşadığı çevreye, cemiyete ve nihayetinde bütün insanlığa hizmet eden bilgidir. Faydalı ilmin özü; başkalarının gönlüne dokunmak, sıkıntılarını hafifletmek, gönüllerini onarmak, hayatın içinde güzellik ve hikmet üretmektir.
Kimseye dokunmayan, herhangi bir problemi çözmeyen, yalnızca sahibine kibir yükleyen bilgi; boşa geçirilmiş bir ömür ve beyhûde bir gayrettir.
Hakikî ilim, satırların ezberlenmesinden öte; okunan satırların sadırlara işlendiği, amele dönüştüğü ve hikmet ile beslenerek başkalarının da istifade etmesi için taşınan bir ışık misâlidir. Bu ışığın kaynağı ve en güzel örneği ise, yaratılmışların en güzeli olan Hazret-i Muhammed Mustafâ –sallâllâhu aleyhi ve sellem– Efendimiz’dir.
Şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir:
“Ben ilmin şehriyim, Ali kapısıdır.” (el–Câmiu’s–Sağîr, 1/415, Sevâiku’l-Muhrika, 73; Tehzîbu’t-Tehzîb, 6/320; Hâkim, Müstedrek, 3/126)
Böylece sadece bilginin değil, hikmet ve mârifetin de merkezinde olduğunu beyan etmiştir. Zira O’nun bizlere tebliğ ettiği ilim; sadece satırlarda kalan değil, kalplerde yaşayan, amele dönüşen ve cemiyeti değiştiren, dönüştüren bir mahiyete sahiptir.
Bunu bilen ashâb-ı kiram, Rasûlullah –sallâllâhu aleyhi ve sellem– Efendimiz’in sözlerini sadece duymak için değil; onları anlamak, yaşamak ve yaşatmak için gayret ettiler. Bu gaye için canlarını, mallarını ve bütün varlıklarını fedâ etmekten geri durmadılar. O’ndan aldıkları ilim meş‘alesini dünyanın dört bir yanına ulaştırmak ve bu ilimden başkalarının da istifade edebilmesini temin için, uzun ve meşakkatli mesafeler katederek, sadırdan sadıra bu hakikatlerin yayılmasını sağladılar.
Bugün yaşadığımız çağ, ilmin ve bilimin zirvede olduğu bir çağ. İnsanların ilme ulaşması artık daha kolay. Ellerimizdeki âletler ile nice belgeye, bilgiye ânında ulaşma imkânımız var. Her gün düzinelerce hikmetli, güzel söz ile muhatap oluyoruz. Ama bu bilgiler; bizim hayatımızda herhangi bir değişime, dönüşüme sebep olamıyor. Demek ki bilgiye sahip olmak, ona ulaşmak her şey değil. Bir de bu bilgiye gönül tarlamızı müsait hâle getirmek gerekiyor ki tohum çatlayıp boy verebilsin.
Faydalı ve hakikî ilim, evvelâ sahibini yüceltir; başkalarına fayda verir, âhireti kazanmalarına vesile olur. Kuru bilgi ise ne sahibine şifâ verir, ne kalbe huzur verir, ne de başkasına fayda sağlar. O yüzden gerçek âlim, sadece bilen değil; bildiği ile amel eden, onu hikmetle tebliğ eden, onu ahlâkıyla gösteren kişidir. Tıpkı Rasûlullah –sallâllâhu aleyhi ve sellem– Efendimiz gibi.
Zira Efendimiz –sallâllâhu aleyhi ve sellem-; Allah’tan aldığı vahyi gönlüne yerleştirmiş, onunla amel ederek nasıl uygulanacağını göstermiş ve çevresindekilere örnek olmuştur. Onun için Hazret-i Âişe –radıyallâhu anhâ– Vâlidemiz’e Efendimiz’in ahlâkı sorulunca;
“O’nun ahlâkı Kur’ân’dı.” cevabını vermiştir.
O, ilmi sadece satırlarda bırakmadı; sadırdan sadıra taşınmasını sağladı. Öyle ki kendisini ziyarete gelen ve kısa bir süre duran insanlara bile; Allâh’ın O’na ikrâm ettiği hikmetle belki aylarca eğitim ile alınacak ilmi yükleyip, onları geldikleri yere bir tebliğci olarak gönderiyor ve çevresindeki insanları irşâd etmekle vazifelendiriyordu.
Bugün bizlere düşen; akademik ünvanlar elde etmek, diploma sahibi olmak ve bu diplomalar ile övünmek değil; Efendimiz –sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i örnek alarak evvelâ kendimize ikrâm edilen ilim ile amel etmek, onu hayata geçirmek, faydasız ve boş malûmatlardan Allâh’a sığınmak, hakikî ilmin peşine düşmek, aklımız ile idrâk etmek, kalbimiz ile tasdik etmek ve âzâlarımız ile amel etmeye gayret etmektir.
Unutmayalım ki ilim, bir ömür sürecek bir yolculuktur. Bu yolculukta rehberimiz, ilim şehri olan Rasûlullah –sallâllâhu aleyhi ve sellem-; yol haritamız Kur’ân; varış menzilimiz ise Rabbimiz’in rızâsı olmalıdır. Ve yine unutmayalım ki ilim, satırlarda durduğu sürece malûmattır; kalbe inip yaşandığında hikmete dönüşür.
Rabbimiz; Kur’ân ve Sünnet kaynağından bize intikal eden hakikî ilmi, aklımız ile idrâk etmeyi, kalbimiz ile tasdik etmeyi, âzâlarımız ile amel etmeyi nasip etsin, gayretimizi artırsın. Âmîn…