“ALLÂH’IM SEN’DEN İSTİYORUM! ”

BİR HADİS:

 

عَنْ عَبْدِ اللّٰهِ عَنِ النَّبِيِّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمَ أَنَّهُ كَانَ يَقُولُ :

« اَللّٰهُمَّ إِنّ۪ى أَسْأَلُكَ الْهُدٰى وَالتُّقٰى وَالْعَفَافَ وَالْغِنٰى »

Abdullah bin Mes‘ûdradıyallâhu anh– tarafından nakledildiğine göre, Hazret-i Peygamber –sallâllâhu aleyhi ve sellem– Efendimiz şöyle buyururdu:

Allâh’ım! Sen’den hidâyet, takvâ, iffet ve gönül zenginliği istiyorum.” (Müslim, Zikir, 72)

 

BİR MESAJ:

“Ey mü’min kardeşim! Yaşadığın şu fânî hayatta sırâtmüstakîm üzere; takvâ, hayâ ve gönül zenginliği içinde hayatını sürdürmeye çalış!”

 

 

 

Ey yüce Rabbim Sen’den hidâyet, takvâ, iffet
Ve gönül zenginliği isterim ben, Sen lutfet!..

(Nazmen trc. Nuri BAŞ)

 

 

Duâ, hayatımızı çepeçevre saran bir vâkıadır. Günlük yaşantımızda farkında olalım olmayalım çeşitli vesilelerle duâ ederiz. Meselâ; «Hayırlı olsun!» demek aslında bir duâdır. Bir iş yerine girildiğinde; «Hayırlı işler!» demek, bir düğüne gidildiğinde; «Allah mübârek eylesin!» demek veya bir cenâze olduğunda; «Allah rahmet eylesin!» demek hep birer duâdır.

 

Duâlarımızı mümkün mertebe Kur’ân ve Sünnet’ten seçmeliyiz. Yüce Kitâbımız Kur’ân-ı Kerim’de kısa ve özlü duâ misalleri vardır. Meselâ Yûsufaleyhisselâm-’ın diliyle yapılan şu duâ, ne kadar anlamlı ve özlü bir duâdır:

 

تَوَفَّن۪ي مُسْلِمًا وَاَلْحِقْن۪ي بِالصَّالِح۪ينَ ۝١٠١

 

“…Müslüman olarak canımı al ve beni sâlih kullarının arasına kat!” (Yûsuf, 12/101)

 

Sevgili Peygamberimiz –sallâl­lâhu aleyhi ve sellem-, bizlere çok güzel duâ örnekleri bırakmıştır. Zaten O’nun günlük yaşantısının ekseriyeti duâ ile geçerdi. Güne duâ ile başlar, yerken içerken, yatarken kalkarken hep duâ ederdi. O’nun en çok duâ ve niyazda bulunduğu anlar, secde ve rükû anlarıydı. Yeni bir elbise giyerken duâ ederek giyer, biri hasta olduğunda ona şifâ diler, yine biri vefât ettiğinde ona rahmet dilerdi.

 

Velhâsıl duâ, duâ, duâ

 

Rasûl-i Ekrem Efendimiz bir sözünde;

 

Duâ ibâdettir.” buyurmuştur. (Tirmizî, Duâ, 1) Duâ, bir acziyet itirafıdır. Duâ ile mü’min başka kapıya gitmemiş, duâları kabul edecek olan Âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ’nın kapısına gelmiştir.

 

Cenâb-ı Hak; kulunun başka kapıya gitmeyip kendine gelmesinden, duâ ve niyâz etmesinden hoşnut olur. Nitekim bir hadîs-i şerifte Fahr-i Kâinât Efendimiz şöyle buyurmuştur:

 

“Allah katında duâdan daha üstün ve daha kıymetli bir şey yoktur.” (Tirmizî, Duâ, 1)

 

Serlevhada da yer alan Allah Rasûlüsallâllâhu aleyhi ve sellemEfendimiz’in yaptığı kısa ve öz duâlardan biri şöyledir:

 

اَللّٰهُمَّ إِنّ۪ى أَسْأَلُكَ الْهُدٰى وَالتُّقٰى وَالْعَفَافَ وَالْغِنٰى

 

Allâh’ım! Sen’den hidâyet, takvâ, iffet ve gönül zenginliği istiyorum.”

 

Söz konusu duâda sevgili Peygamberimiz Rabbimiz’den dört şeyi istemektedir. Bunların her biri, mü’min olarak bizim de edinmemiz gereken güzel ahlâk esaslarıdır.

 

Şimdi gelin hep beraber bu dört güzel ahlâk esasını öğrenmeye çalışalım:

 

1. SırâtMüstakîm Üzere Olmak

 

Hadîs-i şerîfimizde geçen Hüdâ kelimesi; rehberlik, yol göstermek, kılavuzluk etmek, doğru yolda olmak gibi mânâlara gelmektedir. Dolayısıyla sevgili Peygamberimiz Rabbimiz’e şöyle niyazda bulunmaktadır:

 

Allâh’ım! Ben Sen’den sırâtmüstakîm üzere olmayı istiyorum!”

 

Sırâtmüstakîm, dosdoğru yol demektir. Eğilmeden, bükülmeden, yan yollara sapmadan dosdoğru yolda gidebilmek hakikaten zor bir husustur. İşte Fahr-i Kâinât Efendimiz –sallâllâhu aleyhi ve sellem-, sırâtmüstakîm üzere mümtaz bir hayat yaşamıştı. O’nun gittiği yol, yolların en güzeli idi.

 

Bir hadîs-i şerifte şöyle buyurulmuştur:

 

“Sözlerin en güzeli Allâh’ın Kitâbı Kur’ân, yolların en güzeli de Muhammed –sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in yoludur.” (Buhârî, Edeb, 70) Dolayısıyla O’nun sünnetine ittibâ eden mü’min, yolların en güzeline tâbî olmuş olur.

 

Yine Kur’ân, mü’min için rehberdir. Bakara Sûresi’nin ikinci âyet-i kerîmesinde; Kur’ân’ın müttakî kullar için, yani takvâ üzere yaşamak isteyen kullar için bir rehber olduğu bildirilmektedir.

 

Rabbimiz; cümlemizi sırâtmüstakîmden ayırmasın, sevgili Peygamberimiz’in, hayatımıza rehberlik eden sünnetinin rehberliğinden, bizleri mahrum bırakmasın!

 

2. Takvâ Üzere Yaşamak

 

Sevgili Peygamberimiz’in ikinci olarak Rabbimiz’den istediği şey takvâdır. Efendimiz Rabbimiz’e şöyle niyâz etmiştir:

 

Allâh’ım! Ben Sen’den takvâ üzere bir hayat istiyorum.”

 

Takvâ, îmânın en mühim tezâhürlerinden biridir. Îmânın üzerimizde bir tesiri olmalı, yeni tabiriyle îmânı içselleştirmeliyiz. «Ben îmân ettim!» demekle meseleyi bırakmamalı, îmânın gereklerini yerine getirmeliyiz.

 

İşte îmânın en mühim îcaplarından biri, takvâdır. Takvâ nedir? Takvâ; sakınmak, çekinmek demektir. Takvâ; Allah Teâlâ’nın emirlerine uyma, yasaklarından kaçınma hususunda çok hassâsiyet göstermektir.

 

Bir seferinde Ömer –radıyallâhu anh-, Übey bin Kâ‘b Hazretleri’ne;

 

“–Takvâ nedir?” diye sormuştu.

 

Hazret-i Übey;

 

“–Sen hiç dikenli yolda yürüdün mü ey Ömer?” dedi.

 

Hazret-i Ömer;

 

“–Evet yürüdüm.” dedi.

 

Bunun üzerine Übey bin Kâ‘b Hazretleri;

 

“–Peki ne yaptın?” diye sordu.

 

Hazret-i Ömer de;

 

“–Elbisemi topladım ve dikenlerin batmaması için bütün dikkatimi verdim.” diye cevap verdi.

 

Bunun üzerine Übey bin Kâ‘b Hazretleri şöyle buyurdu:

 

“–İşte takvâ budur!”

 

Demek ki takvâ, dikenli yolda yürümek gibi dikkatli olmaktır.

 

Takvâ ve ondan türemiş kelimeler, Kur’ân’da en çok üzerinde durulan mefhumlardan biridir. Bir âyet-i kerîmede yüce Allah şöyle buyuruyor:

 

“Azık edinin; şüphesiz azığın en hayırlısı takvâdır.” (el-Bakara, 2/197)

 

Şu fânî dünya hayatında kısa da olsa bir yolculuğa çıktığımız zaman, yanımıza içecek yiyecek türü azıklarımızı almayı ihmal etmeyiz. Önümüzde çok çetin ve uzun bir yolculuk var. Bu yolculukta azıklara ihtiyacımız olacak.

 

İşte takvâ, bu azıklar içerisinde en hayırlı ve en bereketli olan azıktır.

 

Rabbimiz, hepimize takvâ üzere bir hayat lutfetsin!

 

3. Hayâ ve İffet Sahibi Olmak

 

Rasûl-i Ekrem –sallâllâhu aleyhi ve sellemEfendimiz’in Rabbimiz’den üçüncü olarak istediği şey, iffet ve hayâdır.

 

Allâh’ım! Sen’den iffet ve hayâ içinde yaşamayı istiyorum!”

 

Hadîs-i şerifte geçen iffet kelimesi; namusluluk, hayâ, sakınmak, çekinmek demektedir. İffet mefhumu ile takvâ mefhumu arasında bir mânâ yakınlığı vardır. Her iki mefhumun kökünde; sakınmak ve çekinmek mânâları vardır.

 

Bu bakımdan takvâ sahibi olan bir mü’min, aynı zamanda iffet ve hayâ sahibidir. İffet ve hayâ sahibi bir mü’min de takvâ üzere bir hayat yaşıyor demektir.

 

İffet ve hayâ da îmânın tezâhürlerinden biridir. Yani îman sahibi bir mü’min, aynı zamanda iffet ve hayâ sahibidir. İffet ve hayâ sahibi bir mü’min de îmânını yaşıyor demektir. Nitekim sevgili Peygamber Efendimiz –sallâllâhu aleyhi ve sellem-;

 

“Hayâ îmandandır.” (Buhârî, Îmân, 16) buyurarak bu hakikati ortaya koymuştur.

 

Yukarıdaki hadîs-i şerifte, îmanla hayâ arasında bir bağ kuruluyor. Yani nasıl ki îman, insanı fena davranışlardan alıkoyuyorsa; utanma duygusu da tıpkı îman gibi insanın fenalık yapmasına fırsat vermez, onu kötülüklerden vazgeçirir. Meselâ; «Ben mü’minim diyen bir kimse, mahrem yerlerini açmaktan veya uygun olmayan davranışlar yapmaktan çekinir, hayâ eder.

 

Netice itibarıyla insanlar; bir yandan utanma duygusu vesilesiyle, öte yandan takvâ sayesinde, kendilerine yakışmayan söz ve davranışlardan kaçınmış olurlar.

 

Üzülerek ifade edelim ki; günümüzde açılıp saçılmak mârifet zannedilip, iffet ve hayâ ahlâkı büyük zarar görmektedir. Çözüm, îmânımızı yeşertmek, güçlendirmek ve yaşantımıza yansıtmaktır. Yoksa; nefsimizin bitmek tükenmek bilmeyen arzularının peşinde, sürüklenip dururuz.

 

Rabbimiz, cümlemizi iffet ve hayâ sahibi mü’minlerden eylesin!

 

4. Gönül Zenginliğine Sahip Olmak

 

Söz konusu duâda, sevgili Peygamberimiz’in son olarak Rabbimiz’den istediği husus, gönül zenginliğidir.

 

Allâh’ım! Sen’den gönül zenginliği istiyorum.”

 

Zira en büyük zenginlik, gönül zenginliğidir. Şunu var, bunu var, diyerek insanların elindekine tama‘ etmeden; elinde olana şükretmek, ne güzel bir ahlâktır. İstiğnâ ahlâkı diyoruz buna.

 

Kanaat sahibi olup şükreden mü’minler, bir gönül zenginliği içinde olurlar. Kanaat etmeyip şükür ahlâkına sahip olmayan insanların gönülleri, ihtiras bataklığına saplanır. Hakikatte kanaatsizlik ve şükürsüzlüğün asıl sebebi, dünyaya olan meyil ve ihtirastır. Onun için dünya sevgisini gönüllerden söküp atmak gerekmektedir.

 

Rabbimiz, cümlemizi sırâtmüstakîm üzere dâim kılsın!

 

Rabbimiz, hepimize takvâ üzere bir hayat lutfetsin!

 

Rabbimiz; cümlemize iffet, hayâ ve gönül zenginliği lutfetsin!