YOL AL; ARA, BUL SENDEDİR!..
Rıfat ARAZ rifat_araz@yahoo.com
Gönül; kul ol, Hakk’a güven;
Hâl içinde, hâl sendedir!..
Arş’ı taşır, bu gül beden;
Menzil, makam, yol sendedir!..
Cehd et, dayan, a cefâkâr;
Gör, sırtında bir âlem var!..
Aç bu seyri, eyle izhâr;1
Ahdi veren dil, sendedir!..2
Duy; bu ilim, ihlâs, hayâ;
«Hakk’ı» söyler keşif, rüyâ!..
«Tevhid» diyen, derin deryâ;
Coşkun akan, sel sendedir!..
Gel bu aşkla, dön Harem’i;3
Duy, «hak» yazan bir kalemi!..
Ehl-i beyte, sor erdemi;
Hikmeti gör, dol, sendedir!..4
Niyâzın mı, bu âh u zâr?
Yakın sensin, a bahtiyar!..
Kor yüreğe, eyle nazar;
Gülzâr sende, «gül» sendedir!..
Farkı, fark et, sende hüner;
Budur Hak’tan, Hakk’a sefer!..5
Şu «ruh» denen, gizli cevher;
Yol al, ara, bul sendedir!..
1 “İzhar: Hakk’ın varlığının çeşitli mertebelerde zuhur etmesi, sâlikin keşf yoluyla bu zuhuru idrâk etmesi anlamında tasavvuf terimi.” (bkz. Tecellî; Erişim Adresi: Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi; https://islamansiklopedisi.org.tr/izhar–tecelli)
2 “Kur’ân-ı Kerim’de, Allah’la kulları arasındaki bir ahidleşmeden de bahsedilmiş (bkz. Yâsîn, 36/60) ve Allah adına verilen ahdin bozulmaması istenmiştir. (bkz. en-Nahl, 16/91) Allah’la yaptıkları muâhedeye sâdık kalanlara büyük mükâfat va‘dedilmiş (bkz. el-Feth, 48/10), ahdini yerine getirmeyenler bozguncu olarak nitelendirilmiş (el-Bakara, 2/27) ve Allâh’a karşı ahidlerini hiçe sayanların âhirette hiçbir nasip alamayacakları haber verilmiştir.” (Âl-i İmrân, 3/77) (Süleyman ULUDAĞ, Ahid, Tasavvuf, TDV İslâm Ansiklopedisi, İst. 1988, c. 1. s. 533-534)
3 İslâm âlimleri arasındaki genel kabule göre Mekke şehri ve «alem»lerle sınırlı çevresi Allah tarafından harem kılınmıştır. Nitekim Kur’ân-ı Kerim’de; “Biz onları, kendi katımızdan bir rızık olarak her şeyin ürünlerinin toplanıp getirildiği, güvenli, dokunulmaz bir yere yerleştirmedik mi?” (el–Kasas, 28/57); “Çevrelerinde insanlar kapılıp götürülürken bizim -Mekke’yi- güvenli, dokunulmaz bir yer yaptığımızı görmediler mi?” (el–Ankebût, 29/67) meâlindeki âyet-i kerîmeler, Mekke’yi dokunulmaz ve güvenli (haremen âminen) bir bölge olarak nitelendirmektedir. Öte yandan İbn-i Abbas’ın rivâyetine göre Hazret-i Peygamber, Mekke’nin fethedildiği gün yaptığı bir konuşmada; “«Allâh’ın bu beldeyi yerleri ve göğü yarattığı gün haram kıldığını ve kıyâmete kadar da haram kalacağını» belirtmiştir.” (Buhârî, Sayd, 10; Müslim, Hac, 445-446) (Bkz. Salim ÖĞÜT, «Harem», TDV İslâm Ansiklopedisi, İst. 1997, c. 16, s. 127-132; https://islamansiklopedisi.org.tr/harem–mekke-medine)
4 “Hikmet: Tasavvufta genellikle «ilâhî sırların ve gerçeklerin bilgisi, varlıkların var oluş maksatlarının kavranması, sebeplerle bunların sonuçları arasındaki ilişkilerde ilâhî iradenin rolünün keşfedilmesi» anlamında kullanılır. Nitekim ilk sûfîlerden Hakîm et-Tirmizî hikmeti; «kalbin ilâhî sırlara vâkıf olması», Ebû Osman el-Mağribî; «hak olanı söylemek» şeklinde tarif etmişlerdir. Hakîm et-Tirmizî’ye göre; «hikmet-i ulyâ» veya «hikmet-i hikmet» denilen hikmet türü peygamberlere ve velîlere has bir ilimdir. (Hatmü’l-evliyâ, s. 348, 362); bu anlamda hikmet, keşf yoluyla ulaşılan tasavvufî bilgidir.” (bkz. Mustafa KARA, TDV İslâm Ansiklopedisi, İst. 1998, c. 17, s. 518-519)
5 “Sözlükte «ayırmak, ayırt etmek; ayırt edici nitelik» anlamlarına gelen fark, furkān, firkat ve firâk kelimeleri tasavvufta çeşitli mânâlarda kullanılmıştır. Varlıkların Hak ile kul arasında perde oluşturması ve madde âleminin tesiri altında kalan kulun, Allah’tan ayrı kalmasına fark-ı evvel; kulun, kendisini Hak’la hissetme hâline (cem‘) ulaştıktan sonra yaratıkların Hak ile var olduklarını kavramasına ve birbirini perdelemeksizin çoklukta birliği, birlikte çokluğu görmesine fark-ı sânî denilir.” (et–Ta‘rîfât, «farḳ» md.; Tehânevî, II, 1130) “Ebu’l-Hüseyin en-Nûrî; «Hak’la olmak mâsivâdan ayrı olmaktır; mâsivâ ile olmak Hak’tan ayrı kalmaktır.»; Cüneyd-i Bağdâdî; «Vecde gelip Hakk’a yaklaşma hâli cem‘, beşerî ve maddî varlıkta kalma hâli farktır.»; Ebûbekir el-Vâsıtî; «Kulun Rabbine bakması cem‘, nefsine bakması farktır.» şeklindeki tarifleriyle bu hâle işaret etmişlerdir.” (Serrâc, s. 284; Sülemî, s. 157, 166, 468) (S. Uludağ, «Fark», TDV İslâm Ansiklopedisi, İst. 1995, c. 12, s. 171-172) Sefer: “Sûfîlerin nefsi terbiye etmek ve Hakk’a ermek için bedenle veya kalple yaptıkları yolculuk anlamında bir tasavvuf terimi. Sûfîlerin kasdettikleri anlamda sefere çıkma işi Kur’ân ve hadislerde siyâhat, sefere çıkan kimse de sâih kelimesiyle belirtilmiştir. (et–Tevbe, 9/112; et-Tahrîm, 66/5; Tirmizî, Hac, 102; Ebû Dâvûd, Cihâd, 6) Kur’ân’da sefere çıkanlar; tevbe, ibâdet, rükû ve secde eden, iyiliği emredip kötülükten sakındıran, Allâh’ın sınırlarını koruyanlarla birlikte zikredilmiş ve övülmüştür.” (Geniş bilgi için bkz. S. Uludağ, Sefer, TDV İslâm Ansiklopedisi, İst. 2009, c. 36, s. 298-299; https://islamansiklopedisi.org.tr/sefer–tasavvuf)